Post on 31-Mar-2021
\(
TARTIŞMALI İLMİ TOPLANTıLAR DiZİSİ
OSMANLI DEVLETI'NIN
XV ve Xv1. Asırlar1
TÜRKASRI Yapan Değerler
Doç. Dr. Ahmet TAŞACJIL * Prof. Dr. Mehmet SARAY Prof. Dr. Ömer Faruk AKÜN * Doç. Dr. Azmi ÖZCAN
Prof. Dr. İktidar Husain SIDDIQI * Prof. Dr. Feridun EMECEN Dr. Caroline FİNKEL * Doç. Dr. İdris BOSTAN
Prof. Dr. Mehmet İPŞİRLİ * Doç. Dr. İlhan ŞAHİN Prof. Dr. Ziya KAZICI * Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ
Prof. Dr. Ahmet TABAKOGLU * Mehmet GENÇ Dr. Reşat ÖNGÖREN * Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM
Yard. Doç. Dr. Nuri ÖZCAN * Uğur DERMAN
BUKİTAP ----is~
İSLAMI İLİMLER ARAŞTIRMA VAKFI TARAFINDAN HAZıRLANMIŞTIR
{Q:J '\S7
EN SAR NEŞRİYAT
----
1
1 1
İSLAMi İLİMLER ARAŞTIRMA V AKFI Tartışmalı ilmi Toplantılar Dizisi: 26 Milletlerarası Toplantılar Dizisi: 3
ikinci baskıyı hazırlayan Doç. Dr. Mahir AYDIN
istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
2. Baskı istanbul 1999
Grafik Tasarım - Basım - Cilt: Acar Matbaacılık A.Ş. Tel: (0.212) 422 18 34
ISBN 975-6794-00-3
EN SAR NEŞRİYAT Süleymaniye Cd. 13 Beyazıt 1 İSTANBUL
TeL-Fax: (0.212) 513 43 41
XV ve XVL Asırlarda
Osmanlıda Tasavvlff Anlqyışı
Dr. Reşat ÖNGÖREN TDV İslam Araştırmaları Merkezi
"XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvııf Anlayışı" konulu bu tebliğde daha çok, o dönemde tasavvuf anlayışının belirgin özellikleri ve bunların XV -XVI. asırları Müslüman-Türk asrı yapan değerler açısından tesirleri üzerinde durulacaktır. Mezkür asırlarda tasavvuf düşünce ve anlayışının mahiyetini kavrayabilmek için, o denemde kaleme alındığı tesbit edilen 200'ün üzerinde tasavvufı eserin 150'den fazlası incelenmiştir. Bu eserler genel bir tasnife tabi tutulduğunda şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır :
I. Mutasavvıflar eserlerini çoğunlukla tasavvufu doğrudan ilgilendiren konulara tahsis etmişlerdir. Bu konular zikir çeşitleri, virdler ve bunların okunacağı zamanlar, süluk mertebeleri, nefsin iyi ve kötü huyları, tarikat adab ve erkanı, şeyh-mürid ilişkileri, şeyh ve müritte olması gereken vasıflar, dervişlerin giyim ve kuşamları, ruya tabirleri, tasavvufı tefsirleri, sufi menkıbeleri vb.den oluşmaktadır. Böylece sufıler sözlü geleneğin yanı sıra kitabi olarak da tasavvufun adab, erkan ve prensiplerini geniş çevreye yaymaya çalışmışlardır.
II. Mevlana, İbn Arabi, Sadreddin Konevi, Feridüddin Attar gibi büyük sufilerin bazı eserleri şerh ve tercüme edilerek, fikri planda önceki dönemin tasavvufı birikimi o döneme taşınmıştır.
nı. Osmanlı'nın kuruluşunda rivavet edilen şeriattarikat dengesi, bu dönemde yazılan fıkıh-tasavvııfkelam gibi disiplinlerin birlikte ele alındığı eserler vasıtasıyla daha da pekiştirilerek zahir-batın dengesinin muhafazası ve devamı sağlanmıştır.
Tasavvufta ileri gelen şeyhlerin vaz ettikleri adab, erkan ve prensipler, genellikle daha sonraki şeyhler tarafından değiştirilmeden uygulanmaya çalışılır. Bu değişmezlik, büyük ölçüde tasavvııf düşüncesi için de geçerlidir. Yani önceki sufilerin ortaya koyduğu fikirler ne ise, sonrakiler de umumiyede onları benimsemişlerdir. Bu bakımdan XV ve XVI. asırlardaki tasavvuf anlayışının, daha önceki dönemlere göre çok önemli farklılıklar arz edeceği, en azından teorik olarak beklenmemelidir. Ancak şu vardı, uygulamada
1. Mesela bk. Ebu Nasr Serrac Tfrsi, el-Luma', (Tahkik: Abdülhalim Mahmud-Abdülbaki Sürur), Mısır 1960, s. 72-73; Ebu Bekr Muhammed Kel<J.bazi, et-Taarruf li mezhebi ehli't-tasavvuf, (Tahkik: Abdülhalim Mahmud-Abdülbaki Sürur), Kahire 1960, s. 93-94; Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, (Haz. S. Uludağ) lstanbul1981, s. 252-257. 2. Mesela bkz. A. R. Eşrefoğlu Abdullah Riinıi, Tarikatname, Süleymaniye Ktp., Haa Mahmud, nr. 4667, vr. 28b.-29a; Nı1reddirızfuie Mustafa Muslihiddin, Şerhu Meııa.zili's-sairirı, Süleymaniye Ktp., Haa Reşid Bey, nr. 111, vr. 41 b-
207
dönem dönem bazı farklılıklara rastlamak müm kündür. Mesela, bizim tespitierimize göre, tasavvufun ilk dönemi olarak kabul edilen zühd ve zahidler devrinde zühdün uygulanışı ile incelediğimiz dönemde zühdün uygulanışı arasında büyük farklı lıklar vardır. Gerçi genel olarak Allah'ın dışındaki her şeyden (masiva) yüz çevirme anlamında kullanılan zühdün değişik tarifleri, ilk dönem ve sonrasında olduğu gibi, ı bu dönem kaynaklarında da aynen korunmuştur.2 Fakat zahidler devrinde zühd, çok ağır perhiz ve çile denemeleri şeklinde tezahür edip, yoksulluk Allah'a varmanın vazgeçilmez unsurlarından biri olarak kabul edildiği halde,3 incelediğimiz dönem de dahil olmak üzere, daha sonraki devirlerde durumun farklı olduğu anlaşılmaktadır.
Hicretin ilk asrında gerçekleştirilen fetihlerle birlikte refah seviyesinin yükselmesi, Müslüman toplumu ashabın hayat tarzına ters düşen bir tutum içine sokunca, tabilin nesiinin ileri gelenleri, zühdü bir hayat düstüru ve kendileri için bir ayıncı vasıf olarak görmüşlerdi. 4 Ancak, belirtildiği gibi, zühd anlayışında daha sonra bazı değişikliklerin meydana geldiği görülmektedir. Bu değişimi XV. asrın önemli Nakşi şeyhlerinden Molla İlahi'nin (ö. 1491) şu ifadelerinde açıkça görmek mümkündür :
"Dünyanın vücudu perde değildir. Belki sevmek ve muhabbet edip kesbine meşgul olmak seni Hak Teala'dan men eyler. Ehlullahın dünyası çok olursa, bu, yüksek derecelere çıkmasının sebebi olur. Zira infak ederek ahiret has ıl eder." 5
Zühd Anlayışı ve Devlet Ricali ile Geliştirilen Münasebetler:
Zühd anlayışındaki değişiklik sebebiyle XV ve XVI. asırlarda tarikat şeyhlerinin yöneticilerle iyi ilişkiler kurarak onlara manevi destek sağladıkları görülmektedir. Bu mukabil devlet ricalinin de şeyhler adına tekke ve zaviyeler kurduğu ve giderlerini de karşıladıkları görülür. Özellikle XVI. asırda sufilerin yöneticilerle çok yakın münasebetleri söz konusudur. 6 Oysa
44a; Muhyiddin Karahisari, Araisü'l-vusıll fi şerhi'l-Usül (Necmeddin Kübra'run 'Usıil-i Aşere'sini şerh), Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2891, vr. 4a 3. Y. N. Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, lstanbul1992, 4. Y. N. Öztürk, "Zühd", İA, XIII, 638-639. 5. Molla Abdullah-ı llahi, Meslekü't-Talibin, tü. Ktp., AY, nr. 411, vr. 61a. 6. XVI. asırda devlet ricali-meşayih münasebetleri hakkında geniş bilgi için bkz. R. öngören, XVI. Asırda Anadolu'da Tasavvuf, (Basılmamış Doktora tezi), Istanbul 1996, s. 183-258.
,;. XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı
zahidler devrinde zühdün temel unsurlarından halvet, uzlet, tevekkül vb. prensipler gereği, sufiler halktan olduğu kadar yöneticiler ve onların sağladığı her türlü imkanlardan da uzak durmuşlardı. Osmanlı dönemi süfilerinin bu husustaki farklı yaklaşımını en güzel, XVI. asrın önemli Melami şeyhlerinden Pir Ali Aksarayi'nin (Alaeddin Aksarayi, ö. 1537/8 civarı) zühd dönemi meşhur süfilerinden İbrahim Edl'ıem hakkında söylediği şu sözler ifade etmektedir:
"Eğer İbrahim Edhem zamanımızda yaşayıp da bu fakire gelseydi, saltanatı terk etmesine razı olmaz, onu öylece kemale erdirirdik. Hem dünyada hem de ahiret sultanlarından olurdu." 7
Osmanlılar devrinde tarikat şeyhlerinin yöneticiler le çok yakın ilişkiler kurması, bizim tesbitierimize göre, başlıca şu iki önemli unsurun devamına yardım cı olmuştur: I. Yöneticilerin şeriat ile tarikatı birlikte muhafazası, II. Yönetirnde adaletten sapmamaları. Dönemin meşhur şeyhlerinden Eşrefoğlu Rumi'nin (ö. 1474 ?), ulü'l-emrin vasıflarını kaydederken bu iki unsura özellikle vurgu yapmasını, meşayihin yöneticilerden beklentisini göstermesi bakımından önemlidir. Şöyle diyor :
"Ulü'l-emirlik şol kimselerin hakkıdır ki, ilm-i zahir ve batında kamil ola. Zahir ilmiyle Müslümanları adi ve hıfz ede. Batın ilmiyle aşıkları terbiyet ede, Hakk' a ulaştıra." •
XV ve XVI. asırlarda mutasavvıfların kaleme aldığı eserlerde, pactişahın vasıfları arasında bu iki önemli unsur, değişik şekillerde özellikle dile getirilmekte,9
şeyhlerden görüşme imkanı bulanların ise bunları
bizzat sultanların yüzüne söyledikleri görül mektedir. Fatih Sultan Mehmed Şeyh Akşemseddin'in (ö. 1459) çadırına kadar giderek, şeyhden kendisini halvete sakmasını istediğinde, Akşemseddin bunu kabul etmemiş ve halkın idaresi elinde bulunan bir kimsenin halvet ile ulaşacağı mertebeye, adaletle ulaşabileceğini açıkça ifade etmiştir. 10 Şam'dabuluştukları sıraua Olld, "Hepimiz Allah'ın kuluyuz; şu farkia ki, senin omuzlarında insanların yükü var, bende ise yok. o halde !nsanların yükünü zayi' etmemeye
7. Uilizade Abdülbaki, Taririkat-ı Aliyye-i Bayramiyye'd~n Taife-i Melamiyye'nin An'ane-i İradetleri..., ts., s. 24; Müstakimzade Süleyman Saadeddin, Risille-i Melamiyye-i Bayramiyye, tü. Ktp., lbnülemin, nr. 3357, vr. lOa; M. Sadık Vicdani, Tomar-ı Turuk-i Aliyye: Melamilik, Istanbul 1338-40, s. 50. 8. A. R. Eşrefoğlu, Tarikatname, vr. 2a. 9. Mesela bkz. Yazıcızade Ahmed Bican, Kitabü'l-münheha,lü. Ktp., TY, 3324, vr. 1b; Alaeddin Ali b. Muhammed (Musannifek), Kitabu halli'r-rumı1z ve keşfı'l-künı1z fi ilmi't-tasavvuf, Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2611, vr. 4b; Gelibolulu Vahidi, Pendnama (Saadetname), Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 442, vr. 242b; Anonim (lll. Murad devri), Bir ayetin tasavvufi tefsiri, Süleymaniye Ktp., Carullah Ef., nr. 2079, vr. 1b; Şemseddin Ahmed Sivasi, Nakd-ı Hatır, Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2863, vr. 3a-b. Yukarıda kaydedilen yerlerde, bazen bahse konu olan padişaha dua edilirken: Allah onun ömrünü, Kur'an ve Sünnet' e uyarak, ulema ve tarikat ehlini himaye ederek, adaletini sürdürerek bereketlendirsin, şeklinde ifadeler kullanıldığı gibi, bu vasıflara haiz olduğu için sultanın doğrudan medhedildiği de olmak-
208
Veli ünvanlz Osmanlı Padişahz: II. Bayezid
gayret et" 11 demiş, Şeyh İbrahim Gülşeni (ö. 1533/4) de bazı ithamlarla Kanuni Sultan Süleyman'ın huzuruna çıkartıldığı sırada, "Sultanım, her halde Allah Teala'yı hazır gör. Hükmünü onun huzurunda ver. Evliya ile pençeleşme ki, onlann kuvveti Hak'tandır ... Meşayihten Tanrı Teala'ya gidecek yolu sual edin. Dergah-ı Hakk'a hangi yolla ulaşılır onu sorun" diye nasihat etmiştir. 12 III. Murad zamanında saraya davet edilip ağırlarran Halvetiyye ricalinden Şeyh Mehmedi Daği (ö. 1611) de, padişahın kendi-sinden nasihat talebi üzerine benzer tavsiyelerde bu-lunarak, eğer adil davranmaya devam ederse başka bir nasihata ihtiyacı olmayacağını sultana kesin bir dille ifade etmiştir. 13
Yine, IL Bayezid Amasya valisi iken ziyaret ettiği keramet sahibi bir azizden dua isteyince, onun, halkın işlerine daha çok zaman ayırmasını, av eğlen cesiyle çok meşgul olmamasını tavsiye etmesi, 14 tahta geçtihen sonra ua Nakşibendiyye meşayihinden Şeyh Muslihiddin Tavi'in (ö. II. Bayezid devri) Kastamonu bölgesinde idarecilerin halka zulmettiklerini padişaha
tadır. Her iki üslupta da, esasen, duaya ve methedilmeye layık olan padişah bu vasıflara sahip olmalı şeklindeki gizli bir temenninin olduğunu kabul etmek gerekir. 10. Taşköprizade lsameddin Ahmed, eş-Şekaiku'n-Nu'maniyye fi Ulemai'd-Devleti'l-Osmaniyye, (nşr. A. S. Furat),İstanbulı985, s. 229. 1 ı. Taşköprizade, Aynı eser, s. 35 7 12. Muhyi-yi Gülşeni, Menakıb-ı İbrahim Gülşeni, (yay: T. Yazıcı), Ankara 1982, s. 412-413. Kapıağası Haydar Ağa'nın naklettiğine göre bu görüşmeden sonra padişah şeyhden ne kadar etkilendiğini şu şekilde dile getirmiştir: "Cezbezesi ve nasihatı Şeyh Gülşeni'den daha etkili olanını görmedim. 'Her halde Allah Teaiii'yı hazır gör' dediğinde, bana öyle bir hal oldu ki, bütün alemi verseler o hale bedel olmazdı. .. " (Aynı eser, s. 415-416) 13. R. öngören," Osmanlılarda Devlet Ricali-Meşayih Münasebetlerinin Boyutlarını Gösterin Yeni bir Kaynak: Ali'nin Şeyh Mehmed-i Daği ile Alakah Menakıbı", iAD, ı, Istanbul 1997, s. 1ı2. 14. Hoca Saadeddin Efendi, Tiicü't-tevarih, istanbul1279-80, II, 561.
yazdığı bir risale ile bildirerek adaretin teminine yardımcı olması'5 bunun diğer örnekleridir.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde zaman zaman saraya davet edilip devlet erkanı tarafından ruhani sohbetleri dinlerren Halvetiyye Tarikatı'nın dirayetli şeyhi Nureddinzade (ö. 1574),'6 devlet ricaline çok fazla yakınlığı sebebiyle tenkit edilince, o bu tenkit Iere: Keramet sahası geniş ve derindir. Farklı derece ve mertebede sayısızca insan vardır. Evliyaullah Müslüman kardeşine yardım etmek ve zalimin zulmünü def etmek için memur olagelmişlerdir. Hususiyle halkın işleri ve idaresi hüküm sahiplerinin elinde olduğuna göre, onlara nasihat ederek doğruya yönelme lerini sağlamak, herkesçe malumdur ki, bin müridi irşad etmekten daha faziletlidir, 17 şeklinde cevap ver miştir. O dönemin Melamiyye ricalinden Ahmed Edirnevi'nin (ö. 1592), müridi Mehmed Hüseyn!'ye hita ben yazdığı, "Mehmedim! Fani makamlara sarılma, makam sahiplerinin dünyevi istekleri için aracı olma. idareciler ve etrafında bulunanlarla, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, insanların haklarını korumak, Allah'ın hadlerini ikame etmek gibi bir amaç dışında sohbet etme" 18 şeklindekitavsiyeleri de aynı anlayışın bir ifadesidir.
Devlet ricalini uyararak adil olmalarmı sağlama ve saptıkları noktalarda onları doğruya iletme vazifesini üstlenenlerin, elbette ki dünyadan ve onun nimetle-
Birikram sqfrasznda Dervişler
ıs. Kaydedildiğille göre ŞeyhMuslihiddin Tavil, kaleme aldığı ıisillesinde bir nebzc arş ve kürsinin alıvalinden bahsetrniş. daha sonra: "Padiş§.lıım, eğer bir yerde zulüm yapılıyorsa, o bölgenin saJihleri rüyasında Resı1lullah'ı hüzürılü görürler. Bakırküresi (Kürretü'n-nuhas: Kastamonu'da bir bölge) saJihleri de Resı1lullah'ı rüyasında malızun görüyor" diyerek kendilerine reva görülen zulmü anlatmış, pfulişah da bunun üzerine harekete geçerek, sözü edilen zulmü o bölgeden defetnıiştir. (Taşköprizade, eş-Şekaik, s. 362; Baldırzade Mehmed, Vefeyfuıfune, Süleymfuliye Ktp., Esad Ef., nr. ı38ı, vr. SSb; Aynca bkz. İsmail Beliğ, Güldeste-i Riyaz-ı İrfan ve Vefeyat-ı Diinişveran-ı Nadiredan, Bursa ı302, s. ı80. ı6. Nev'Izade Atai, Hadaiku'l-hakaik fı Tekmileti'ş-Şakaik, (nşr. A.
209
Dr. Reşat Öngören
rinden kendilerini müstagni addetmeleri ilk şart olmalıdır. Dünyevi endişe günlerin bu vazifeyi üstlenenler açısından her zaman iyi netice vermemektedir. Kanaatimize göre meşayihin diğerlerine göre en büyük avantajı bu noktada olmuştur. Çünkü onlar dünyada başlarına gelecek her hangi bir kötülüğü bile Allah'a ulaştıran bir vesile olarak telakki etmektedirler. Nitekim Bayramiyye şeyhlerinden olan Bahad dinzade (ö. 1545), Kanuni'nin sadrazaını İbrahim Paşa zamanında yapılan bazı yanlış işleri konuşmaya kalkınca, sadrazam tarafından susturulmak istenmişti. Şeyh de onun bu tavrına karşı daha sert çıkarak bildiklerini söylemekten vazgeçmedi. Sadrazama şu şekilde meydan okuduğu rivayet edilmektedir :
"Gerçekleri açıklıyorum diye bana nasıl bir ceza vereceksiniz? Öldürecek olsanız, bu bizim için şehadet rütbesine ermektir. Hapsedecek olsanız, bu yolumuzda olan uzlet ve halvettir. Sürgüne gönderseniz, bu da hicrettir. Her üç halde de Allah'tan sevap umarım."'9
Aynı şekilde Kanuni'nin şehzadelerinden Sultan Mustafa Amasya'da vali iken, Pir Sinan vaazlarında çekinmeden vali hakkında bazı tenkidlerde bulununca, vaaz ve nasihattan men' edildi ve meclislerine halkın gitmesi de yasaklandı. Bunun üzerine şeyh, yapmakta olduğu bütün vazifeleri bırakıp inzivaya çekilmiŞ20 ve bu şekilde Hak'la baş başa olmaya çalışmıştır.
Devlet büyüklerinin yanlış davranışıarına karşı meşayihin tepki gösterip onları uyarmasının bir başka örneği, adı geçen Sultan Mustafa'nın idamı meselesinde görülmektedir. O dönemin bazı tarikat mensuplan bu idamın haksız yere gerçekleştirildiği kanaatini taşıdıkları için, bunu değişik vesilelerle dile getirmekten çekinmemişlerdir. Şehzadenin husus! hocalarından Nakşibendiyye Tarikati müntesibi Gelibolulu Muslihiddin Mustafa Sururi (ö. 156112) bizzat şehzade için tercüme ettiği Kazvini'nin Acaibü'l-mahlukat isimli eserinin başına "Fadıl-ı ehl-i hal olduğu için ona garaz-ı kemal kılındı" deyip şu beyti kaydetmiştir: "Bilmez kemal kadrin, illa kemal ehli."2 ' Halvetiyye ricalinden Şeyh üveys'in Şam'da bulunan halifesi Noktacı Ali Dede'nin ise müridierine şöyle söylediği rivayet ediliyor :
"Padişahımız Sultan Süleyman, ricalullahın ipine bağlı iken, şehzade Sultan Mustafa'yı muhafaza-i devlet için katle cür'et eyleyince menzilesinden sakata-i tenezzül ve kuvay-ı tasarruf-i ruhanisine sekte-i
Özcan), lstanbulı989, s. 2ıı. ı7. Ali Çelebi b. Ba!I, el-lkdü'l-manzüm fı zikri efadili'r-Rüm, Beyrut ı97S, s. 429; Atai, Zeyl-i Şekaik, s. 2ı3. 18. Müstakimzade, Risale-i Melamiyye, vr. 13b. ı9. Taşköprizade, eş-Şekaik, s. 433, 434. 20. Abdizade Hüseyin Hüsfuneddin, Amasya Tfuihi, !stanbul ı327 -30, ı. ıso 2ı. Ebu Yahya Zekeriyya Kazvini, Acaibü'l-mahlükat, (tre. Muslihiddin Mustafa Sürüri), lndia Office Library and Records, Or. 7894, vr. ı b. Londra'da British Museum'da gördüğümüz bu nüshanın müellif nüshası olması kuvvetle muhtemeldir.
~ XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasawuf Anlayışı
tezelzül görünmüştü. Şu anda o yaşıyla dar u diyarın dan cüda olup Hak için gaza meydanında olduğundan (Sigetvar Seferi) eski mertebesi kendisine ihsan olunduktan sonra ruhunu teslim etti. Bu halde gök meydanında bulunup, yeşil kanatlı meleklerin toplanma sından dolayı gök yüzü sanki yeşil çadır hilline geldi. Enbiya ve evliyanın ruhları cenazesinde hazır olup dua ve senalar eylediler." 22
Burada dikkat edilirse Şeyh Ali Dede, padişahı, çok ince bir üslupla, onu medhederken söylüyor. Ve bu şekilde Sultan Mustafa Olayı'nı kendi açısından değerlendirmiş oluyor.
Muhyiddin Arabi'nin temel eseri: Füsiisü'l-Hikem
Meşayihin seferler esnasında icra ettikleri fonksiyonları da burada kaydetmek gerekir. Osmanlıda tarikat şeyhleri, askerin maneviyeltım yüksek tutmak ve morallerini takviye etmek maksadıyla ordu ile birlikte sefere katılıyorlardı. Hans George Mayer'in de ifade ettiği gibi, 23 nasıl sefer esnasında kazasker ve ordu kadıları şeriatın uygulanmasmdan mes'ü! idiyseler, şeyhler ve dervişler de ordunun moralinden sorurnluydular. Cihada teşvik maksadıyla askere yaptıkları nasihatların yanısıra, seferin zaferle sonuçlanması için, mühim vakitlerde dualar ediyorlardı: istan-
22. Atai, Zeyl-i Şekaik, s. 97. 23. H. G. Mayer, "İctimai Tarih Açısından Osmanlı Devletinde UlemaMeşayih Münasebetleri", (tre. H. Zamantılı), KAM, (19SO), sy. 4, s. 54; ayrıca bkz. R. Öngören, Anadolu'da Thsavvuf, s. 20S. 24. bk. Lamii Mahmud Çelebi, Nefehatü'l-üns min hadarati'l-kuds Tercüme ve Şerhi, İstanbul 19SO, s. 6S7; Thşköprizade, eş-Şekaik, s. 22S; Şeyh Emir Hüseyin Enisi, Menakıb-ı Akşemseddin, (nşr: A. 1. Yurd) !stanbul 1972, s. 52-53; ayrıca bkz. R. öngören, Fatih Devrinde Belli Başlı Thrikatlar ve Zeyniyye, (Basılmaınış Yüksek Lisans tezi), İstanbul 1990, s. 39-40. 25. Bu hususta bilgi için R. Öngören, Anadolu'da Thsavvuf, s. 20S-210. 26. Abdürrahim Merzifoni,lşkname,lü. Ktp., TY, m. 1359, vr. 114b. 27. Eşrefoğlu, Thrikatname, vr. 7a. 2S. Molla Abdullah-ı llahi, Zadü'l-müştakin, tü. Ktp., TY, nr. 1955, vr. 2Sb-29a. 29. Mesela bk. All Semerkandi, Keşfü'l-esrar, Süleyınfuıiye Ktp., Hacı
210
bul'un fethi sırasında Akşem seddin'in icra ettiği mühim fonkisyon,ı• daha sonraki pek çok sefer sırasında muhtelif şeyh ve dervişler tarafından yerine getirilmiştir.25
Zahir-Batın/Şeriat-Tarikat Dengesi XV ve XVI. asırlarda sufilerin ortaya koyduğu ta
savvuf anlayışının belirgi özelliklerinden bir diğeri, zahir beltın dengesine riayettir. Adı geçen dönemde öncelikle mutasavvıflar kendi içlerinde şeriat-tarikat 1 zahir-batın birlikteliği ve dengesini kurmuş, devlet ricali de bu dengeyi muhafaza etmiştir denilebilir. O dönemde kaleme alınan tasavvufı mahiyetteki eserlerde, şeriatsız tarikatın makbul olmayacağı özellikle vurgulanmaktadır. Mesela XV. asrın önemli şeyhlerinden Abdürrahim Merzifoni ( ö. 1446-?) bunu, "Şeriatı düzgün olmayanın tarikatı da sakat olur"26 şeklinde
ifade ederken, Eşrefoğlu Abdullah Rumi ( ö. 14 70-?) , "Tarikattan, hakikattan dem vurup, şeriatı tam yerine getirmeyenler yalancı ve mülhiddir" 27 diyerek, Molla Abdullah-ı ilahi (ö. 1491) de, "Gönlünü tam temizleyen kişinin alameti odur ki, hem zahiren hem de beltırren şeriata muhalefet eylemez"28 şeklinde ifadeye koymuşlardır. O dönemin belirgin anlayışına göre, sahih itikad ve düzgün amel olmadan kişinin tasavvuf mesleğinde varacağı nokta sapıklıktan başka bir şey değildie Şeyh Yiğitbaşı'nın (ö. 1504/5) tabiriyle, şeriatta noksanı olanlar batıni ilimleri tahsil edemezler. Zira dersleri batında yanlış yazılır, yanlış okunur.30
XVI. asırda Anadolu'nun en yaygın tarikatı durumunda olan Halvetiyye'nin ileri gelen şeyhi Cemaleddin İshak Karamani ( ö. 1526/7), şeriata bütün alıkarn ve adabıyla riayet etmeyi, tarikatın temeli olarak kabul etmektedir.3
' Halvetiyye'nin özellikle Şabaniyye şubesi tarafından, tarikat adabı açısından baş eser olarak kabul edilen Mi'yaru't-tarika'da "Şeriata sanlmayana tar!kat kapısı açt!maz. Ayağı tarikattan kayanın şeriatta istikrarı mümkün dür. Ama ayağı şeriattan kayan kişi, ancak tabrat ateşinde karar kılar. Şeriatın haramlarını bilmeyenlere yazıklar olsun"32
denilmektedir. Yukarıda adı geçer Pir Aksaray! ( ö.
Mahmud, m. 2SS3, vr. 4a; Eşrefoğlu Thrikatname, vr. 7a; Musannifek, Hallü'r-rumı1z, vr. 6a, 7b, Sa, S3a, 84a-b; Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin Marmaravi, Keşfü'l-esrar, tü. Ktp., TY. m. 93S5, vr. 34a; Baba Yusuf b. Şeyh Halil Seferihisari, Risaletü'n-m1riyye, Süleymaniye Ktp., AntalyaTekelioğlu, m. S01, vr.llb; CemaJeddin İshak Kararnani, Tefsir (Fatiha süresi ile Duha süresinde Nas'a kadar), Süleymaniye Ktp., Haiet Ef., m. 805, vr. 14a; İbn Kemal Şemseddin Ahmed, Risaletü'l-münira, 130S H., s. 32, 33; Abdülvahhab Şarani, el-Envaru'l-kudsiyye fi adabi'l-ubüdiyye,İÜ Ktp., AY, nr. 2570, vr. Sb, 12a, 24a, 25b; Nüreddinzade, Şerhu'l- Menazil, vr. 1b, Zb; Abdüllatif b. Durmuş Fakih Karaınfuıi, Miracü'l-müştakin ve rninhacü'l-muttakin, Süleymaniye Ktp., Es'ad Ef., m. 1722, vr. 3b-6b. 30. Yiğitbaşı, Keşf, vr. 26a. 3 ı. Thşköprizade, Aynı eser, s. 3 71. 32. Mi'yaru't-tarika (anonim) Kemaleddin Haririzade, Tibyanu vesaili'l-hakaik fi beyani selasili't-taraik, Süleymaniye Ktp .. Fatih, nr. 430-432, (II. cildi içinde, vr. 194a-202a)
1537/8 civarı) müridierine kesin bir dille şunu söylemiştir: "Şeriat çizgisinin dışına çıkan iki gözümden biri bile olsa, onu oymaktan çekinmem. Şeriata muhalif görüşler, bizim tarikatımıza sızamaz."33
Yine o dönem Nakşibendiyye ricalinden Emir Ahmed Buhari (ö. 1516), Nakşi adabmm yanı sıra, aziınetle arneli ve bid'atleri terkedip Sünnet'e sarılmayı tarikatın temel prensibi olarak kabul etmekteydi.34
Halvetiyye'nin dirayetli şeyhi Nureddinzade (ö. ı 5 7 4) hilafet vererek ir ş ada gönderdiği dervişterin e, islam dinini ikame etmelerini, Allah'a itaata ve takvaya sarılmalarını, her hususta Allah ve Resulünün haklarını kendileri ve halkın hakları üzerine tercih etmelerini tavsiye ediyordu.35 XVI. asrın ileri gelen alimlerinden Şekaik müellifi Taşköprizade (ö. 1560/ ı) uzun müddet beraber olduğu Zeyniyye meşayihinden Nebi Halife'nin (ö. 1533/4'den önce) bütün işlerinde şeriat üzere olmaya titizlik gösterdiğini, beraber olduğu müddet içinde kendisinden edebe mugayir hiç bir şey görmediğini belirtmektedir.36
Mutasawıflar şeri'ata riayeti, seyr u süluk başlangıcında temel şart olarak kabul ettikleri gibi, süluk esnasında ve nihayetinde de yine şeriat üzere olmayı esas almışlardır. Halvetiyye ricalinden Şaban Efendi (ö. 1569), müridierinden birinin istiğrak halinden kurtulmayarak, namaz esnasında; bazan ayakta, bazen rukuda, bazen da secdede öylece kalıp, cemaat namazı bitirdiği halde bir türlü namazı tamamlayamadığını öğrendiğinde, ona sormuştu: "İstiğrak halinden fark haline geçtiğinde namazı tekrar kılıyor musun?"Derviş, "Sultanım böyle ınalıv-ı vücud ile kılınan namaz tekrar kılınır mı? deyince, Şaban Efendi kızarak "Hay derviş ne söylersin! Erkan-ı malumesi ile tekrar kılınması gerekir. .. Tarikat ehli bir kimsenin zahir ve batını mükemmel olmak zorundadır" diyerek onu azarlamıştır.37 Adı geçen Şaban Efendi'nin kurduğu Şabaniyye-i Halvetiyye tarikinde seyr u süluk esnasında altı makam geçilmektedir. Bu makamların sonucusu kurb-i faraiz diye isimlendirilir. Kurb-·i fera~ ize yükselen kişi, ubudiyet, şeriat ve irşad makamına erişmiş sayılmaktadır.38 Yani işin sonunda mürid, başlangıçta olduğu gibi şeriata ve Allah'a kulluğa ulaşmaktadır. XVI. asırdakaleme alınmış olan Hace-i Cihan'da müridin geçeceği merhaleler zikredilirken
33. 1. Erünsal, "Abdurrahman el-Askeri's Mir'iitü'l-ışk: A New Source for the Meliimi Movement in the Ottoman Empire during the ıs~ and ı6"' Centuries", Wiener Zeitschrift für die Kunde Des Morgenlandes, 83. Band, Wien 1993, s. 107. 34. Taşköprizade, Aynı eser, s. 361. 35. Nüreddinzade .Mustafa Muslihiddin, Fukariiya Nasihat, Süleymaniye Ktp., Haiet Efendi, nr. 818, vr. 58a. (Mecmüa içinde bir varak). 36. Taşköpriziide, Aynı eser, s. 435. 37. ömer Fuiidi, Meniikıb-ı Şerif-i Pir-i Halveti, Kastarnonu 1294, s. 55-57. 38. Hüseyin Vassiif, Setine-i Eviiyii-yı Ebriir, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2305-2309, III, 397. 39. Viihidi, Meniikıb-i Hvoce-i Cihiin ve Netice-i Ciin, (yay. A. T. Karamustafa). Harvard üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve
211
Dr. Reşat Öngören
son merhale için özetle şöyle deniliyor: "Slliik yolun sonuna gelip mürşidlik rütbesine
yükseldiğinde Allah'ın has kullarından olur ve bu makamda ibadetler kamil manada icra edilir. "39
xv ve XVI. asırlarda meşayihin şeriat noktasında ki bu hassasiyeti, yukarıda da belirtildiği gibi, tasavvufi çevrelerde sağlıklı bir zahir-batın 1 şeriat-tarikat dengesinin kurulmasını sağlamıştır. Kurulan bu denge medrese çevrelerinin tasavvuf ve · tarikatiara rağbetini artıran en önemli sebeplerden biri olmuş tur.40 öyle ki, o dönemde tahmin edilenin de üzerinde bir ulema-meşayih birlikteliği söz konusudur. Yukarı da adı geçen Taşköprizade'nin (ö. 156011) Osmanlı alimlerini anlatmak için kaleme aldığı eş-Şekaiku'nnu'maniyye fi ulemai'd-devleti'l-Osmaniy ye41 isimli meşhur eserinde alimlerle birlikte tarikat şeyhlerini de kaydetmiş olması, ulema-meşayih birlikteliğinin önemli bir göstergesi olarak değerlendiril melidir.
o dönemdeki zahir-batın dengesinin temelleri, esasen Osmanlı Devleti'nin kuruluşu sırasında atılmıştır. ilk medrese müderrislerinden Davud-ı Kayseri'nin (ö. 1350) aynı zamanda bir sufi olduğu bilinmektedir. Bu dengenin kurulmasında özellikle alimmutasawıfların tasavvufla diğer disiplinleri mecz etme gayretlerinin büyük etkisi vardır. Farklı disiplinleri bir araya getirme çabalarının bu dönemde ciddi şekilde önemsendiği görülüyor. Devletin başı durumunda olan Fatih Sultan Mehmed'in bile bu hususta teşebbüse geçmiş olması bunun önemli bir göstergesidir. Şekaik'de kaydedildiğine göre, peldişalı bir gün kazaskerine, "tım-i Hakikat ile meşgul olan üç taife var; kelamcılar, mutasawıflar ve felsefeciler. Bunların görüşlerini bir araya getirip muhakeme etmek gerekir" deyince, kazasker, bu işi en iyi Molla Abdurrahman Cami (ö. 1492) yapabilir diye cevap vermişti. Bunun üzerine Fatih değerli hediyelerle Molla Cami'ye bir elçi göndererek bu üç taifenin görüşlerini muMkeme eden bir risale yazasım istemiştiY Molla Cfrml bu talep üzerine ed~Dürretü'l~fihire isimli eserini kaleme almış43 ve burada Allah'ın varlığı ve birliği, isimlerinin ve sıfatlarının hakikati, ilminin, iradesinin mahiyeti, vahdetten kesretin nasıl sudur ettiği, ale min kı demi vb. meselelere dair mezkur üç taifenin görüşlerini birlikte tahkik etmiştir.
Medeniyetleri Bölümü, Amerika ı993, vr. 141 b. 40. Medrese çevrelerinin özellikle XVI. asırda tasavvufa rağbetinin sebepleri ve tarikat şeyhleriyle ilişkileri hakkında geniş bilgi için bkz. R. Öngören, Anadolu'da Tasavvuf, s. 266-306. 41. Bu eser A. S. Furat tarafından inceleme ve noktatarla birlikte 1985 senesinde İstanbul'da neşredilmiştir. 42. Taşköpriziide, Aynı eser, s. 262. 43. ö. Okumuş, "Ciinıi, Abdurrahman", DlA, VII, 95. MoDa caminin bu eseri, Fahreddin Riizi'nen Esiisü't-takdis isimli eseriyle birlikte 1935 senesindeMısır'da neşredilmiş olmakla birlikte, eses ilmi neşıi, MoDa Cfuni'nin metne düştüğü hiişiyeler, Abdülgafı1r-i Lfui'nin Arapça. lınadü'd-devle'nin de Farsça şerhleriyle birlikte N. Heerve A. Musavi Bel:ıbahiinitaıafindanyapılııuştır (Thlıran 1980.).
' ) XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasawuf Anlayışı
Gelibolulu MustqfaAli ve Serdar Lala Mustqfa Paşa Konya Mevlevihanesi'nde
Farklı disiplinlerden kelamla tasavvufu birbirine yaklaştırma gayretleri çerçevesinde, Osmanlı'nın ilk şeyhülislam alim-mutasavvıf Molla Fenari'nin (ö. 1430) Misbahü'l-üns'ünü kaydetmek gekir. Arapça olan bu kitap, Sadreddin Konevi'nin vücüd, vücüd mertebeleri vb. konulardan bahsettiği Miftahü'l-gayb isimli eserinin şerhidir. Fenari kitabın önsözünde, daha önce (tasavvufi metodla) ortaya konmuş olan keşfi kaideleri mümkün olduğu kadar, nazar ve burhan metodunu kullananların (kelamcılar) akılları na uygun şekilde açıklamaya çalıştığını belirtmektedir. 44
Molla Fenari'nin ayrıca Fatiha süresini tefsir sadedinde kaleme aldığı Aynü'l-a'yan isimli eserinde de değişik meseleleri açıklarken tasavvufla kelamı mecz ettiği görülmektedir. 45
Muhtelif ilimiere olduğu gibi kelama da vuküfuyla bilinen meşhur alim-mutasavvıflardan Alaeddin Ali Semerkandi'nin (ö. 1456) de önemli Kur'an tefsiri Buhru'l-ulüm'd~ ke1am ilrnini ilgilendiren konulara temas ettiği ve ayetleri tefsir ederken bazı tesevvufi mütalaalara yer verdiği bildirilmektedir.<6
Yukarıda zikredilenlerden başka, kelam metoduyla tasavvuf metodunu birleştirdiği kaydedilen ya da kelami meselelerle tasavvufi meseleleri birlikte ele
44. Muhammed b. Hamza Fenari, Misbahü'l-üns, (Tahkik: Muhammed Hacevi), İran ı4ı6, s. ıo. 45. Arapça olan bu eser Hicri 1325 senesinde Istanbul'de neşredilmiştir. 46.lshak Yazıa, "Bahru'l-ulı1m", DİA, IV. 518. 47. Taşköprlzade, Aynı eser, s. 432. 48. Eserin bir nüshası lü, TY, nr. 317'de bulunmaktadır, 25 varaktan ibarettir (20b-44a). 49. Bir nüshası Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2883'de bulunan bu eser, Ali Semerkandi'den başka bazı önemli zatlara da benzer isimler altında nisbet edilmiştir. Bunlardan bir tanesi Halvetiyye'nin ikinci piri olarak kabul edilen Seyyid Yahya Şirvani'dir (ö. 1464/5). N. Tosun, eserdeki Halvetilikle alakalı bilgileri dikkate alarak müellifınin Yahya Şirvani olabileceğini belirttnektedir (N. Tosun, Ib n Arabi öncesi
212
alarak, her iki disiplinin birbirine yakınlaşmasına vesile olan bir takım eserler daha tesbit olunmuştur. Metodları birleştirme gayretinin bir ürünü olarak özel likle, XVI. asrın önemli alim mutasavvıfı Bahaeddinza de (ö. 1545) tarafından İmam-ı Azam'ın Fıkhu'l-ek ber'ine yapılan şerh kaydedilmelidir.<7 Kelami konularla tasavvufi meseleleri birlikte ele alan eser olarak da Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin Marmaravi'nin (ö. 1504/5) Risale-i tevhid'i zikr edilebilir.48
Fıkıhla tasavvufu bir araya getirme gayretleri çerçevesinde ise adı geçen Alaeddin Ali Semerkandi' nin (ö. 1456) Keşfü'l-esrar isimli eseri zikredilmelidir. Arapça olarak kaleme alınan bu eserde namaz, abdest, oruç, zekat, hac vb. fıkıh konuları hem zahir hem de batın yönünden ele alınmıştır.'9
Yine bu hususta dönemin ileri gelen alim-muta savvıflarından Kutbuddin izniki'nin (ö. 1450) R§.hatü'l-kulüb50 isimli eserini kaydetmek gerekir. İsminden ilk nazarda tasavvufa ait olduğu zannedilebilecek olan bu eser esasen fıkha dairdir. Tükçe 116 varaktan ibaret olan eserde fıkhın belli konuları kaydedildikten sonra yarıya yakın bir bölümünde de tasavvufi-ahlaki konulara yer verilmiş ve böylece fıkhın zahir ve beltın olmak üzere iki cihetine işaret edilmiştir.
Fıkıhla tasavvufun kaynaştırıldığı bir başka eser ise, yine alim-mutasavvıflardan İbrahim Tennuri'nin (ö. 1482) Gülzar-ı Manevi isimli Türkçe manzum risa lesidir.51
Bu dönemde kelam-tasavvuf ya da fıkıh-tasaV\'llf birlikteliğinin yanısıra, her üç disiplinin de bir araya getirildiği, meselelerinin birlikte ele alındığı eseriere de rastlanmaktadır. Mesela Şeyhülislam İbn Kemal'in Risaletü'l-münira'sı dikkatlice incelendiğinde, kelam, tasavvuf ve fıkhın burada bir terkibini açıkca görmek mümkündür.52 Yine, Sultan II. Bayezid'in oğlu Şehza de Mehmed Korkud'un (ö. 1512) Hafizu'l-insan an l§.fızi'l-iman isimli eseriyle,53 Kara Çelebi diye bilinen Mehmed Tirevi'nin (ö. 1557/8) Metaliu'l-envar'ı54 bu dönemde mezkur üc disinlini birlikte ele ;ılan iinemli ,:. iC -- - --- ' - --- - - "-- - ---- ~"-
eserlerdir. Ekberiyye Mektebinin Etkisi XV ve XVI. asırlardaki tasavvufi düşüncenin bir
diğer belirgin özelliği, Vahdet-i Vücüd anlayışının sistemli bir şekilde sunucusu Muhyiddin İbn Arabi'ye
Tasavvuft:a Halvet ve Uzlet, [Basılmaıııış Yüksek Lisans tezi], Istanbul 1995, s. 119-121). AncakAli Semerkandi'nin, Yahya Şirvanin halifelerinden biri olma ihtimali (b k. R. öngören, Anadolu'da Tasavvuf, s. 176-177) göz önünde bulundurulacak olursa, Halvetilik ile alakalı bilgilerin Semerkandi tarafından da kaydedilmiş olma ihtimali söz konusu olur. 50. lü. Krp. TY, nr. 1537. 5 ı. Bu eser, A. R. Karabulut ve R. Yıldız tarafından hazırlanıp Gülzar-i Manevi ve İbrahim Tennuri adıyla neşredilmiştir, ts. 52. Arapça olan bu eser Hicrl 1308 yılında neşredilmiştir. 53. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, II, 383. 54. 100 bölüm üzerine tertip edilmiş olan bu eserin Süleymaniye Kütüphanesi, Denizli bölümü, nr. 197'de bulunan ve sonunda bir kaç yaprağının kaybolduğu anlaşılan nüshası427 varaktır (1b-427b)
(ö. 1241) nisbet edilen Ekberiyye mektebinin etkisidir. Bu etki, dönemin ileri gelen mutasavvıfları tarafından kaleme alınan eserlerde açıkça görüldüğü gibi/5 bu ekolün görüşlerini anlatan temel eserlerin o dönemde tercüme ve şerh edilmiş olmasından da anlaşılmaktadır. İznik'te kurulan ilk Osmanlı medrese sine müderris olarak tayin edilen Davüd-i Kayserı (ö. 1350), Ekberiyye mektebinin önemli şahsiyetlerinden biri idi. Sadreddin Konevi'nin talebesi Abdurrezzak Kaşani'nin yanında yetişmiş olan Kayseri, İbn Arabi'nin Fusfısü'l-hikem'ini şerheden alim-mutasav vıflardandır.56 Davfıd-i Kayseri'den sonra bu mektebin en önemli temsilcisinin, ilk Osmanlı şeyhülislamı olarak bilinen Molla Fenarı (ö. 1430) olduğu belirtilmektedir. Babası, Sadreddin Konevi'nin halifelerin den olan Molla Ferrari, yukanda da belirtildiği gibi, Konevi'nin Miftahü'l-gayb isimli eserini şerh etmiştir.57
Aynı dönemde (1425/6) Süleyman b. Muhammed esSadri el-Konevi adlı bir kişi tarafından da Fusfısü'lhikem'e en Nesfıs fi esrari'l-Fusfıs adlı Arapça bir şerh yazılmıştır.58
Fenari'den sonra bu okulun görüşleri, talebesi Kutbuddin İznik! (ö. 1450), Muhammediyye isimli ünlü eserin müellifi Yazıcızade Mehmed B!can (ö. 1450)/9 Şeyh Akşemseddin (ö. 1459),"0 Envarülaşıkln adlı meşhur eseriyle tanınan Ahmed Bican (ö. 1466'dan sonra), 61 Eşrefoğlu Rumi (ö. 1470?), 62 Molla Abdullah -ı ilahi ( ö. 1491) ,"3 Şeyh Vefa diye meşhur olan Konyalı Muslihiddin Mustafa (ö. 1491),64 Çelebi Hal!fe diye bilinen Cemal Halvet! (ö. 1493/4),"5 Yiğitbaşı Veli diye tanınan Ahmed Şemseddin Marmaravi (1504/5) 66 gibi ileri gelen alim-mutasavvıflar vasıtasıyla XV. asırdan XVI. asra ulaştırılmıştır. Kutbüddin İznik! Fusfıs'u şerhedenlerdendiL Ayrıca İbn Arabi'nin bazı sözlerini ve Konevi'nin bazı eserlerini şerh etmiştir.67 Yazıcızade Mehmed Efendi'nin ise, Ko nevi'nin talebesi Cend! tarafından yapılan Fusfıs şerhine el-Münteha ale'l-Fusfıs adlı Arapça bir talikatı bulun-
55. Mesela bkz. Molla Abdullah-ı tıahi, Esrarname, tü. Ktp., TY, nr. 6417; a. mlf., Risa!e fi beyani'l-vücı1d, Süleymaniye Ktp., Mihrişah, nr. 203, vr, 40b-43b; Şeyh Vefa Muslihiddin Mustafa, Saz-ı İrfan, Süleymaniye Ktp., İbrahim Ef., nr. 65211; Yiğitbaşı, Keşfü'l-esrar, tü. Ktp., TY, nr. 9385; Lamii Mahmud Çelebi, lbretname, tü. Ktp., TY, nr. 6431; Musa b. Tahir Tokadi, Mantıku'l-gayb, tü. Ktp., TY, nr. 4821; Bali Efendi (Sofyalı-?), Risale-i Mahiyye, Süleymaniye Ktp., Carullah Ef., nr. 2079, vr. 30b-36b; Nı1reddinziide Muslihiddin Mustafa, Makale fi avalimi'l-külliyye, Süleymaniye Ktp., Halet Ef., nr. 805, vr. 54b-55a; Kurd Mehmed Efendi, Tasawuf Risalesi, Süleymaniye Ktp., Haşim Paşa, nr. 15, vr. 124b-125a. 56. M. Bayraktar, "Davüd-i Kayseri", DİA, 1stanbul1994, IX, 32-33; ayrıca bkz.!. Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, ts., s. 71-72. 57. M. Tahralı, "Muhyiddin İbn Arabi ve Türkiye'ye Tesirleri", KAM (1994), sy. 1, s. 33. Fenari'nin adı geçen şerhinin bir nüshası
Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 416'da bulunmaktadır. 58. M. E. Kılıç, "Fusı1sü'l-hikem", DİA, XIII, 233. Bu şerhin bir nüshası TİEM, nr. 1883'de bulunmaktadır (aynı madde, aynı yer). 59. M. Tahralı, İbn Arabi, s. 33. 60. M. E. Kılıç, Fusı1s, s. 235. 61. A. Çelebioğlu, "Ahmed Bican", DİA, ıı, 50; s. Uludağ, "Cendi", DİA, VII, 361; M. E. Kılıç, Fusı1s, s. 233.
213
Dr. Reşat Öngören
maktadır. 68 Mehmed Efendi'nin bu ta'likatını kardeşi Ahmed Efendi genişleterek Türkçe'ye çevirmiştir. 69
Cemal Halvetı: de İbn Arabl'nin iki beytini şerh etmiştir.70
XVI. asırda da Ekberiyye mektebi dirayetli mutasavvıflar eliyle etkisini devam ettirmiştir. Nakşibendiyye ricalinden Baba Ni'metullah (ö. 1514),71 oğlu ilyas b. İsa Saruhan! (ö. 1559/60),72 Bahaeddinzade Efendi (Muhammed b. Bahaeddin, (ö. 1545), Melamiyye'den Ahmed Sarban (ö. 1545), Celvetiyye'den Şeyh Üftade (ö. 1580)/3 Mısırlı meşhur mutasavvıf Abdülvahhab Şarani (ö. 1565)/' Halvetiyye'nin önemli şeyhlerinden Cemaleddin İshak Karamani (ö. 152617)/5 Sünbül Sinan (ö. Eylül 1529), İbrahim Gülşeni (ö.1533/4), Sofyalı Bal! Efendi (ö. 1553), Karabaş Ramazan Efendi (ö. 1545 veya 1556), Serhoş Bal! Efendi (ö. 1573), Şeyh Nfıreddinzade (ö. Mart 157 4) gibi pek çok meşayih, eserleri ve fikirleriyle İbn
Rumeli topraklannın
vatan haline
gelmesinde önemli
rol oynCf)lan
Kolonizatör Türk
Derviş/en"
62. Eşrefoğlu Tarikatname, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4667. 63. İlahi, Beyanü'l-vücı1d, vr., 40b-43b; a. mlf; Esrarname, İÜ. Ktp., TY, nr. 6417. 64. Vefa, Saz-ı İrfan, vr. 24a-b, 40b; ayrıca bkz. R. Öngören, Zeyniyye, s. 109-110. 65. M. Tahralı, İbn Arabi, s. 33. 66. Yiğitbaşı, Keşf, vr. 26a. 67. M. Tahralı, Aynı makale, s. 33. 68. M. E. Kılıç, Fusı1s, s. 232. el-Münteha'nın bir nüshası tü. Ktp., AY, 3890'da bulunmaktadır. 69. M. E. Kılıç, Aynı makale, s. 233. Ahmed Efendi'nin yaptığı çevirinin bir nüshası tü. Ktp., TY, nr. 3324'de bulunmaktadır. 70. M. Tahralı, Aynı makale, s. 33. 71. llyas b. İsa Saruhani, Menaklb-ı Şeyh Mecdüddin ve Adab'ı Salikin, Istanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 323, vr. 37a. 72. C. Kurnaz-M. Tatcı, "1lyas İbn lsa'nın Şürleri", Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Araştırmaları, XXI (1997), Harvard Üniversity 1997, s. 194. 73. R. öngören, Anadolu'da Tasavvuf, s. 297-298. 74. M. E. Kılıç, Aynı makale, s. 235. 75. R. Öngören, Aynı eser, s. 2 ı.
' .i XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasawuf Anlayışı
Arabi ve görüşlerine sahip çıkmışlardır. 76
Adı geçen zatlardan Baba Nimetullah,77 SofYalı Bali78 ve Serhoş Bali Efendiler Fusils'u şerheden a.Iimşeyhlerdendir.79 SofYalı Ba.li ayrıcaRisille-i Müşkilat-ı Fusüs isimli Arapça küçük bir risaıe kaleme almıştır. 80
Nevi Yahya b. Ali Malkaravi (ö. 1598)'de Keşfü'lhicab adıyla Fusfıs'u Türkçe'ye tercüme etmiştir. sı SofYalı Billi Efendi'nin halifesi Şeyh Nureddinzade ise Sadreddin Konevi'nin Fusüs'unu şerheden illim-mutasavvıflardandır. sı Larendeli Alaeddin Efendi ( ö. 1534/5) ile83 Kasım b. Ebi'I-fazı es-Sa'di (ö. 1547) isimli bir zat da İbn Arabi'nin Anka-yı Mağrib isimli eserini şerhetmişlerdir. Kasım Efendi'nin yaptığı şerhin adı el-Viaü'l-mahtüm ale's-sırri'l-mektüm'dur.•• Bu eserlerin yanı sıra Bayramiyye şeyhi Bahaeddinzade Efendi, İbn Arabi ve görüşlerini savunmak için MüdMaaname fi hakkı Şeyh-i Ekber isimli bir eser kaleme alınmıştır."5 Bahaeddinzade'nin ayrıca Risaletü'l vücüd isimli "vücüd" meselesi üzerine de bir eseri blunmaktadır. 86
O dönemde süfilerin, İbn Arabi ve talebelerinin eserlerini şerh ya da tercüme etmelerinin yanısıra, müstakil olarak Vahdet-i Vücüd meselesine dair risale ler yazdıklan da görülmektedir. Mesela Şeyh Cemaleddin İshak Karamani."7 Şeyh Nüreddinzade,"" ve Seyyid Seyfullah Efendiler (ö. 160112) bu hususta müstakil birer risille yazmışlardır."9
XV ve XVI. yüzyıllarda İbn Arabi'nin tasavvuf düşüncesi üzerinde önemli tesiri görülmekle birlikte, onun bazı görüşlerine bir kısım alimierin karşı çıktığı ve mutasavvıflarla ihtilaf ettikleri de bilinmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Osmanlı Devleti bu hususta miltedil davranmış, yukanda temas edilen ulema-meşayih ya da şeriat-tarikat birlikteliğinin bozulmasına uzun
76. R. Öngören, Aynı eser, s. 297. 77. Bağciatlı Isınail Paşa, Hidiyyetii'l-arirın esmaü'l-müellifin ve asaru'lmusannifin, I, (nşr: Kilisli Muallim Rifat-lbnülemin Mahmud Kemai), II, (nşr.l E. M. Kemal-A. Aktuç) Istanbul 1951-55, Ta.hran 1387! 1967, !!, 497; Bursalı Mehmed Tahir, Aynı eser, I, 41. 78. Mecdi Mehmed Efendi, Hadaiku'ş-Şekaik, (eş-Şekaiku'n-nu'maniyye, nşr. A. Özcan), Istanbul 1989, s. 521-522; H. K. Yılmaz, Tasavvufı Hadis Şerhleri ve Konevi'nin Kırk Hadis Şerhi, !stanbul 1990, s. 75; M. Kara, "Ba!i Efendi, SofYalı", DİA, V, 20-21; M. E. Kılıç, Fusı1s, 233. Sotyalı Bali Efendi'nin Fusı1s şerhinin bir nüshası Süleymaniye Ktp., Halel Ef., nr. 266'da bulunmaktadır. Ayrıca muhtemelen müellifın müsveddesi olan bir nüsha da Süleymaniye Ktp., Carullah, nr. 1068'da mevcutnır. 79. BursalıMehmad Tahir, Aynı eser, I, 80. 80. Süleymaniye Ktp., Pervet Paşa, nr. 621 'de bulunan ve iki varak (36a-38a) olan bu risale, başında belirtildiğine göre, Şeyhillislam Çivizade'ye
· cevap maksadıyla yazılnuştır. 81. tü. Ktp., TY, 2131'de bulunan bu eser 242 varaktır. 82. Atili, Zeyl-i Şekaik, s. 214; Isınail Paşa, Hediyyetii'l-fu"ifin, n, 436; Bursalı Mehmad Tahir, Aynı eser, ı, 171. 83. Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (haz: B. S. Baykal), Ankara 1981, s, I, 325; ondan naklen Bursalı Mehmed Tahir, Aynı eser, ı. 112, dipnot ı; vassar, serme, n, 280. 84. Bu eserin bir nüshası Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 315'de bulunmaktadır. 85. Bursalı Mehmad Tahir, Aynı eser, I, 4 ı. 86. Bir nüshası Süleynıfuıiye Ktp., Cfu"ullah Ef. nr. 2079'da bulunan bu
214
müddet fırsat vermemiştir. Kaydedildiğine göre, Yavuz Sultan Selim İbn Arabi'nin kabrini temizletip üzerine türbe yaptırdıktan sonra, şeyh hakkında ileri sürülen itirazlam cevap hazırlamak üzere "Mekkeli Şeyh" adıyla anılan Ebü'l-feth Muhammed'i vazifelendirmişti. Mekkeli Şeyh bu konuda el-Canibü'lgarbi fi halli müşkilati'ş-Şeyh b. Arabi isminde Farsça bir eser kaleme almıştır (Tahran 1405 H.).90 Ayrıca İbn Arabi ile alakah Şeyhülislam İbn Kemal'in de bir fetva tertip ettiği bilinmektedir.91 İbn Kemal bu fetvasında özetle, "Muhyiddin b. Arabi'yi inkar eden hata yapmış olur. Eğer hatasında ısrar ederse sapıtmış olur ki, sultanın onu terbiye etmesi ve inancından çevirmesi gerekir. .. Onun eserleri içinde Fütühat-ı Mekkiyye ve Fusüsü'l-hikem isimli eserleri de bulunmaktadır. Bunlardaki bazı meselderin lafzı ve manası belli olup şeriata uymaktadır. Bazı meseleler ise zahir ehlinin anlayamayacağı ölçüde gizli; sadece ehl-i keşif olanların bilebileceği mahiyettediL Binaenaleyh burada ifade edilmek istenen marralara muttali olamayanların, o naktada konuşmayıp susması gerekir" demektedir.
Tahmin olunabileceği gibi İbn Kemal'in bu fetvası, medrese çevrelerinin İbn Arabi hakkında ileri geri konuşarak halk arasında huzursuzluğa sebep olmalarını önlemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu fetvadan esas maksat da zaten budur. Yani bazı kimselerin tam aniayamadığı bir kısım meseleler hakkında konuşup halkın kafasını bulandırarak, cemiyet içinde kargaşanın
doğmasına, böyle bir fetva ile engel olunmak istennıiştir.92
Mevlana Etkisi XV ve XVI. yüzyıllarda İbn Arabi etkisinin yanı
sıra, Mevlana tesirini de burada kaydetmek gerekir. Mevlana'nın Osmanlı'ya etkisi daha ziyade meşhur
eser 8 varaktır. (36a-43b}. 87.İsmilil Paşa, Hediyyetü'l..fuifin, ı, 202; Bursalı Mehmad Thhir, Aynı eser, 51. 88. Bursalı Mehmad Tahir, Aynı eser, ı7ı. 89. SeyfUllah Efeneli'nin "!\1iftJih-r Vahdet--i Vücüd" adını koyduğu bu eserin bir nüshası Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 207'de bulun. maktadır. Ayrıca bkz. Bağdatiı !smail Paşa, Izahul-meknı1n fı'z-zeyl ala Keşfı'z- zunı1n an esfuııi'l kütiibi ve'l-fünı1n, (nşr: Kilisli Muallim RifatŞerefeddin Yaltkaya), Istanbul 1945-47, Il, 528; Bursalı Mehmad Tahir, Aynı eser, ı, 8 ı. 90. MehmedAli Ayni, TasavvufTarihi, lstanbul1341, s. ı68; M. E. Kılıç, Fusı1s, s. 235. Bu eser Muhammed b. Abdürresiıl el-Berzenô el-Medeni tarafından bazı ilaveler yapılarak el-cazibü'l-gaybi ile'l-cfuıibi'l-garbi adıyla Arapça'ya (Süleymaniye Ktp. Laleli, nr. 1352), Mirzazade Ahmed Neyli tarafından da el-Fazlü'l-vehbi adıyla Türkçe'ye (Süleymaniye Ktp. Uşşaki Tekkesi, nr. 315) tercüme edilmiştir. (M. E. Kılıç, Aynı eser, aynı yer). 91. Bu fetvanın bir sfueti Londra'da lndia Office Ubrary and Records, Or. 12933'de yazma bir mecmı1ada bulurırnaktadır. Ayrıca Şezeratü'z-zeheb isimli eserde de basılmıştır. (Ebulfelah Abdilihay b. el-lrııad el-Hanbeli, Şezeratii'z-zeheb fı ahbarin min zeheb, Beyrut ts., V, 195). H. Atay ise, TSMK, R. 20/2 (3570) numaradaki yazmasını kullanarak, bu fetvayı tahlil etmiştir. (bkz. H. Atay, "llrııi Bir Tenkit örneği Olarak lbn Kemal Paşa'nın Muhyiddin b. Arabi Hakkındaki Fetvası", Şeyhülislfun lbn Kemai Sempozyumu: Tebliğler ve Tartışmalar, 26-29 Haziran 1985, Ankara 1986, s. 263-275). 92. R. Öngören, Anadolu'da Tasavvuf, s. 299.
eseri Mesnevi'nin şerh ve tercüme edilmesi suretiyle meydana gelmiştir. Yukarıda ismi geçen XV. asır ricalinden Molla Ferrari, Mesnevi'nin mukaddimesini şerh etmiştir.93 Mevla Musennifek'in de Şerhu evaili'l-Mesnevi isimli Farsça bir eseri vardır. 94 XV. asrın ikinci yarısında vefat etmiş olan Mevlevi şairlerinden Muinüddin b. Mustafa ise, Mesnevi'nin birinci cildini Türkçe'ye tercüme ve şerhederek iki cild halinde ortaya koymuştur.95
Mevlana etkisinin XVI. asırda da artarak devam ettiği görülmektedir. Bu asrın ilk çeyreğinde vefat eden Nakşibendiyye şeyhi Emir Ahmed Buhari (ö. 1516) Mevlana'nın bazı gazellerini şerh ederek, bunlardaki işaret olunan tasavvufi manaları açıklamış tır.96 Gülşeniyye-i Halvetiyye'den Hasan Zarifi Efendi (ö. 1569/70) de Mesnevi'nin başından 34 beytini·97
Halvetiyye şeyhlerinden Şemseddin Ahmed Sivasi (ö.
Kanuni'nin EyüpSultan Türbesi'nde Duası
93. Bir nüshası Süleymaniye Ktp., Aşir Ef., nr. 440'de bulunan ve Şerhu dibaceti'l Mevsnevi adıyla kaydedilmiş olup bu risale Arapça iki varaktan ibarettir ( 44a-46a) 94. Bu eserin bir nüshası Süleymaniye Ktp. Fatih, nr. 2706'da bulunmaktadır. 95. Sultan Il. Murad'ın talebi üzerine gerçekleştirilen bu tercüme Mesnevi-i Muradiyye adını taşımakta ve Türkçe'ye yapılan ilk kısmi tercüme olarak bilinmektedir. Eserin bir bölümü K. Yavuz tarafından hazırlanıp neşredilmiştir (Ankara 1982). 96. Türkçe olan bu eserin bir nüshası Şerh-i Gazel-i Mevlana adıyla tü. Ktp., AY, nr. 1545'de, bir diğer nüshası ise Feyz-1 asar li Mesnevl-i Hz. Mevlana ismiyle aynı kütüphanede, TY, nr. 6306'da bulunmaktadır. 97. Farsça olan bu eser Bayezid Devlet Ktp., nr. 3635'de olup Kaşifü'lesrar adını taşımaktadır. 98. Türkçe olan bu eser için bkz. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1367, vr. (114b-126a) 99. Eserin bu nüshası için bk. Süleymaniye Ktp., Nafız Paşa, nr. 557-561. DİA'nde Sürürl'nin Mesnevl'yi Türkçe'ye çeviren ilk süfi olduğu belirtilmektedir (bkz. M. Kara-H. Algar, "Abdullah-ı llahl", DİA, ı, lll), Buna dayanarak, aylık İslam mecmuasında neşredilen (Aralık 1996) "Mevlana'nın Osmanlı'ya Etkileri" başlıklı yazırnızda aynı bilgileri biz de tekrarladık (s. 30). Ancak daha sonraki araştırmalarımızda Sürı1rl'nin yukarıda kaydedilen Farsça şerhini tesbit ettiğimiz halde,
215
Dr. Reşat Öngören
1597) ise Mevlana'nın bir kısım beyiderini şerh emişlerdir.98 XVI. asrın tanınmış iliimi Nakşibendiyye ricalinden Muslihuddin Mustafa Süruri (ö. 156112) de Mesnevi'nin tamamını Farsça olarak şerhetmiştir.99
Eserin tam olarak Türkçe'ye tercüme ve şer hi ise, yine XVI. asır alimlerinden Şem'i (ö. Şubat 1593'den son ra) tarafından beş cild olarak gerçekleştirilmiş tir. ıoo
XVI. asırda Mesnevi kültürünün tarikat çevrelerin de oldukça yaygın olduğu ve bu kültürün vaaz ve sohbetler yoluyla halka da yayıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıda adı geçen Mustafa Sururi'nin Kasımpaşa Camii'nde ikindiyi müteakib halka Mesne vi' den sohbetler ettiği, ıoı Nakşibendiyye şeyh i Emir Buhari'nin ulemadan Muğlalı müridi Mustafa b. Süleyman'ın (ö. 1560/1) bazı vaazlarında Mesnevi'den nakiller yaptığı ve zaman zaman Emir Buhari'nin de bu vaazlara katıldığı, 102 Nakşiler'e ait Emir Buhari Tekkesi'nde de Mevlana'nın Mesnevi'sinin okunup, tekkenin şeyhi bulunan Mahmud Çelebi tarafından anlaşılınayan yerlerin tasavvufi izahlarının yapıldı ğı, 103 Gülşeniyye-i Halvetiyye şeyhi Hasan Zarifi Efen di'nin sohbetlerinde Mesnevi'den nakiller yapmayı adet haline getirdiği, 104 Halvetiyye' den Şemseddin Ahmed Sivasi'nin şeyhi Abdülmecid Efendi'nin (ö. 1564/5) Tokat'ta faaliyet gösterirken Ramazan aylarında hiç ara vermeden Bayrama kadar yaptığı vaazlarını Mesnevi'ye hasrettiği, ı os Celvetiyye-i Bayramiyye'den Mehmed Üftade Efendi'nin (ö. 1580) mana aleminde Mevlana'nın tavsiyesi üzerine, Bursa'da yaptığı vaazlarında Mesnevi'den beyitler okuyup, tasavvufi izahlarını yapmaya başladığı106 nakledilmek te dir.
XVI. asırda Mevlana'nın etkisini en güzel, şeyhülislam Çivizade Muhyiddin Mehmed Efendi (şeyhülislamlık dönemi: 1539-1542) ile sufi dostu Kanuni Sultan Süleyman arasında geçen ve Osmanlı tarihinde ilk kez bir şeyhülislamın azi edilmesiyle neticelerren
Türkçe·ye yapugı her hangi bir Mesnevi tercümesine tesadüf eunedik. ı 00. Şem'i'nin yaptığı Türkçe şerhin bir nüshası tü. Ktp. TY, nr. 2093-97'de bulunmaktadır. Ancak üçüncü cildi katalogda kayıtlı olduğu halde (nr. 2095) yerinde bulunamamıştır. Eserin Cümadelüla 1001 (Şubat
1593) tarihinde tamarrılandığı, beşinci cildin sonundaki kayıttan arılaşılmaktadır. Ayrıca aynı kütüphanede eserin bir başka nüshasının yalnızca dördüncü cildi bulunmaktadır (bk. TY. nr. 2254). Ata! Şem'l'nin yanısıra Sudi'nin (ö. 1592 civarı) de Mesnevl'yi şerhettiğini kaydetmekte (bk. Ata!, Zeyl'i Şekaik, s. 332) ve Abdülbakl Gölpınarlar da Kiltip Çelebi'nin Keşfü'z-zünün'undan naklen bu ik! zatın yaptığı şerhlerin, Türkçe'ye yapılan ilk tam Mesnevl şerhleri olduğunu belirtmektedir. (b k. Mesnevl'ye yazdığı Önsöz, İstanbul 1988). Ancak araşurmalarımız neticesinde Şem'i'nin yazdığı şerhi görebildiğimiz halde, Südl'ninkine ulaşmak mümkün olmamışur. 101. Ata!, Zeyl-i Şekaik, s. 24. 102. Ata!, Aynı eser, s. 21. 103. Taşköprizade, eş-Şekaik, s. 534. 104. Ata!, Aynı eser, s. 201. 105. Muhammed Nazml, Hediyyetü'l-ihvan, (haz. O. Türer, basılmamış Doktora tezi), Ankara 1982, s. 54. 106. Atai, Aynı eser, s. 358; Baldırzade, Vefeyatname, vr. 28b; İ. H. Bursevl, Silsile-i Celvetiyye, İstanbul 1291, s. 77; Vassaf, Sefine, II,
' ,; XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasawuf Anlayışı
şu olay yansıtmaktadır: Nakledildiğine göre Çivizade, Mevlana'nın kafır olduğuna dair bir fetva yazıp Iününi'ye göndermiş, peldişalı da bu fetvaya çok üzülerek:
"Aşığa ta'n eylemezdi müfti-i bisyar fen, Fenn-i sırr-ı aşktan bilseydi bir mikdar fen, Şeyhülislamım diyen, bir tıfl-ı ebcedhan olur, Mekteb-i aşkında ol yar, idicek izhar-fen" ·
dörtlüğünü yazıp cevap vermiş ve onu şeyhülislamlıktan azletmiştir. 107
Buraya kadar kaydedilen XV ve XVI. asırlardaki tasavvufı düşüncenin belirgin özellikleri, mezkur dönemi "Müslüman-Türk asrı yapan değerler" açısından değerlendirilecek olursa şöyle bir tablo ortaya çıkar :
I. Mutasavvıflar tasavvuf düşünce ve anlayışına taalluk eden konular da eserler telif ederek ya da daha önce vucüda getirilmiş eserleri tercüme ederek, şifahi geleneğin yanısıra, kitabi geleneği de devam ettirmişler ve her kesimden müntesiplerini en iyi şekilde yetiştirmeye çalışmışlardır. Bu gayretli çalışmaların neticesinde toplumda kamil insanların adedi artmıştır.
II. En geniş manasıyla "Allah'ın dışında her şeyden yüz çevirme" olarak tarif edilen zühd prensibi için, zahidler devrinden farklı olarak, "dünya nimetlerinden rühen uzak durma, sevgisini gönüle sokmama" şeklindeki değerlendirmeler ön plana çıkmış, bu nu tabii neticesi olarak, dünya ehliyle, makam, mevki sahipleriyle yakın münasebetler kurulmuştur. Bu münasebetler, sıradan insanların daha samimi bir Müslüman olmalarına yardımcı olurken, özellikle makam, mevki sahibi yöneticilerin şeriatla tarikatı birlikte muhafazası ve yönetirnde daha adil ve dürüst olmaları için uyarılınalarına ves!le kılınmıştır. Ayrıca seferler sırasında askere verilen manevi destek ve moralle fetihlerin daha kolay gerçekleşmesine yardımcı olunmuş, böylece adil yönetimin geniş coğrafyaya yayılmasına katkıda bulunulmuştur.
III. Özellikle Ekberiyye mektebinin görüşlerini ve Mevlana'nın düşüncesini benimseyip sonraki nesillere aktaran tarikat çevrelerinin şeriat noktasındaki titizliği, öncelikle tasavvufı muhitte zahir batıı;ı./şer!attar!kat dengesinin kurulmasını sağlamış, bu şekilde medrese çevreleriyle daha kolay diyalog kurulma imkanı doğmuştur. Bu dönemde çoğunlukla medreseden yetişen alim-mutasavvıfların tasavvuf disipliniyle fıkıh, kelam gibi diğer disiplinlerin birleştirme gayretleri ise bu diyaloğun pekişınesine önemli katkılar sağlamıştır.
Sonuç olarak, cemiyette kamil insanların adedini artırma gayretleri, idarecileri uyararak adaletten sapmalarını öneleme, şeriat-tarikat birlikteliğine riayet
107. H. G. Yurdaydın, Islam Tarihi Dersleri, Ankara 1982, s. 114-115; a. mlf., "Düşünce ve Bilim Tarihi (1300-1600)", Türkiye Tarihi ll: Osmanlı Devleti (1300 -1600), 1stanbul1988, s. 155-156.
216
etmek suretiyle devlet-tekke-medrese üçgeninde kurulan sağlıklı denge, XV ve XVI. asırların MüslümanTürk asrı olmasına, tasavvuf düşünce anlayışı nın katkıları olarak değerlendirilmesi gereken önemli unsurlardır.
M ev levilik 'in kaynak
eseri: sevakzbü'l-mendkzb
MÜZAKERELER:
Prof. Dr. Mustafa KARA Dr. Reşat Öngören Bey kardeşimiz genç bir araştır
macımız. Tasavvufia ilgili araştırmalar yapıyor. Kendisinden ümitliyiz. Ümitli olduğumuz için de bazı konularda tenkidlerimizi sunacağız. Maksadımız, birlikte hareket ederek, yardırulaşarak daha iyiyi, daha güzeli yakalamaktır; onu hedefliyoruz.
Bu araştırma gerçekten büyük bir emek mahsulü. Bana göre en büyük artısı, tebliğin yüz elli kadar esere inilerek hazırlanmış olması ve şahsen benim bugüne kadar görmediğim, ulaşamadığım yazma eseriere ulaşmış olması, bana göre bu çalışmanın mutlrık;:ı
kaydedilmesi gereken iyi taraflarından biridir. Diğer konulara vakit darlığı sebebiyle girmiyorum.
Makaleyi bir münekkid olarak okudum. Tebliğin ilk satırlarında XV ve XVI. asırlarda kaleme alınan tasavvufla ilgili 150 eser üzerinde çalışma yapıldığı belirtilmekte ve bu eserlerde görülen "genel manzara" üç başlık altında toplanmaktadır. Daha sonra ilk dönem süfilerinin zühd anlayışı ile sözkonusu asırlarda yaşayan dervişlerin zühd anlayışı karşılaştırılarak değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu konuyu süfılerle yöneticilerin müsbet münasebetleri izlemektedir.
Şeriat-Tarikat taıtışmalarına açıklık getiren Dr. Öngören, bu yüzyıllarda kaleme alınan veya tercüme edilen eseriere de zaman zaman temas etmiş bu eser-
Ierin muhtevasına dair bilgi de vermiştir. Medrese mensuplarıyla tekke müntesiblerinin birbirleriyle olan olumlu ilişkilerine örnekler verilmiş, özellikle tartışmalara sebep olan İbn Arabl, Vahdet-i vücud, Fusü su'l-hikem, Ekberiyye gibi konulara dikkat çekilmiştir.
Bildiri, metnin özeti sayılabilecek olan üç tesbitle sona ermektedir.
Tebliğde ele alınan yukarıdaki konular temel kaynaklara inilerek incelenmiş, tahlil ve tenkid edilmiştir. özellikle kullanılan bazı yazma eserler tasavvuf tarihi araştırmalarında ilk defa değerlendirilmekte ve ilim alemine tanıtılmaktadır.
Daha iyi nasıl olabilir? 1. Fikir ve eserleriyle tanıtılan şahısların vefat ta
rihleri verilmekle yetinilmiştir. Halbuki sempozyumumuzun adına uygun olarak bugünlerde Bombay'dan Bosna'ya, Kahire'den Kazan'a kadar geniş bir coğraf yadan sözediyoruz. Dolayısıyla bu şahsiyetlerin doğum ve ölüm tarihleri kadar coğrafyaları da bizi ilgilendirmelidir. Nerede doğdu, hangi şehirlerde tahsilini tamamladı, hangi tekke ve medrese ile ilişkilidir,
nerede vefat etti gibi soruların cevapları da kayda değer olmalıdır.
2. Ele alınan bu iki asır incelenirken özellikle şu sorunun cevabı da araştırılmalıdır: Tasavvufi hayat açısından daha önceki asırlarda olmayıp bu asırlarda ortaya çıkan veya daha önceki tekke dünyasında görülen fakat bu yüzyıllarda aktüalitesini kaybeden konular, mes'eleler, tartışmalar var mıdır, varsa nelerdir?
3. Tebliğde "süküt"la geçilen bir konu Bedreddiniyye başta olmak üzere Melamiyye, Hurüfiyye gibi doğrudan veya dolaylı olarak tasavvuf ve tarikat dün yasıyla ilgili mes'elelerdir. Devletin zaman zaman tavır koyduğu bu hareketlerle ilgili değerlendirmelerin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmalarla şeriat-tarikat-hakikat tartışmaları arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum. Yani bu münakaşalar olmasaydı süfiler eserlerinde şeriat-tarikat dengesini bu derece açık bir şekilde ele almaya gerek görmeyeceklerdi. Bu ve benzeri tartışmaları ele alıp değerlendirmez "yok" sayarak tarihe "idealist" gözlüğüyle bakarsak gerçekleri yakalamak mümkün olmaz.
Sözgelimi süfilerin padişahlarla olan müsbet ilişkilerine temas edilirken şu soruların cevabı da aranmalıydı?
1. Hacı Bayram-ı Veli, Ankara'dan Edirne'ye niçin çağırıldı?
2. İbrahim-i Gülşeni, Kahire'den İstanbul'a niçin celbedildi?
3. Molla Cami, Fatih'in davetine neden icabet etmedi?
4. Molla ilahi, İstanbul'a niçin gitmek istemedi? 5. Mes'eleler tartışılırken edebi mahsullerden daha
çok istifade edilebilir, şiir unsuru kullanılabilir.
217
Dr. Reşat Öngören
Son olarak, bu Sempozyum ile bizi bir araya getiren, ilmi-fikri alış-verişierimize zemin hazırlayan, tertip komitesine, hazırladığı tebliğ ile dikkatlerimizi tasavvuf tarihinin bazı meselelerine çeken Dr. Reşat
Öngören'e teşekkür eder, saygılar sunarım.
Dr. Reşat ÖNGÖREN
Prof. Dr. Mustafa KARA hocama katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Osmanlı tasavvuf tarihi üzerinde maalesef derinlemesine bir çalışma yok. Ben de bu tebliği hazırlarken birinci el kaynaklardan faydalandım. Yani yazmaları inceledim. Daha ineele yemediğim, bakamadığım çok eser var. Tasavvufun Balkanlar, Mısır ve Şam'daki durumu gibi konular da bu işin içerisine katıldığı zaman işin mahiyeti çok daha genişler ve bu gibi konuları ele almak bu tebli ğin hacmini aşar.
Şeyh Bedreddin ve Bedreddiniyye çok önemli bir hadisedir. Onun Varidat'ı şerhedilerek düşüncesi daha sonraki nesillere aktarılmıştır. Ancak Şeyh Bedreddin'i XV ve XVI. asırların tasavvuf anlayışına etki eden bir şahsiyet olarak ortaya koymak bana çok doğru gelmedi. Zira burada yükselen değerlerden söz ediyoruz. Evet Şeyh Bedreddin'in fikirleri asırlarca devam etmiş ve mesela; Molla ilahi ve Muhiddin Yavsi Varidat'ı şerh ederken onun çok büyük bir zat olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak XVI. asırda Nureddinzade de onun yaniışiarına temas etmek üzere Varidat'ı şerh etmiştir. XVII. asırda Aziz Mahmut Hüdal Hazretleri, Şeyh Bedreddin'i itharn edercesine çok muhalif bir tarzda değerlendirmiştir. İsmail Hakkı Bursevi ise medhetmektedir. Şu halde Şeyh Bedreddin'in fikirlerinin devam ettirilmesi noktasında tam bir fikir birliği yoktur. Zira kimileri benimserken, kimileri de tenkit etmektedir. O açıdan bu görüşlere tebliğimde yer vermemiştim. Hocaının katkıları için tekrar teşek kür ederim.
Prof. Dr. Mustafa T AHRALI XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değerler ko
nusu ele alınmakla Osmanlı geneli işlenmiş oluyor. Bu asırlar yükseliş ve gelişme dönemi. Bugüne kadar tarihçiler dışında genellikle lanse edilen konular çöküşle ilgilidir. Bu da bize bir karamsarlık veriyor. Yükseliş ve gelişme dönemleri üzerinde çalışmak psikolojik olarak, ilim ve san 'at yönünden de yakışık alıyor. Bu bakımdan sempozyumu tertipleyenleri özellikle tebrik ediyorum.
Prof. Dr. Mustafa FA YDA
Dr. Reşat Öngören'in gerçekten bize yeni şeyler öğreten, bilmediğimiz noktalara dikkatimizi çeken, bize çalışmak için geniş malzemeler sunan, bu konuda çalışacaklam öğretici, belletici bir çalışma olan bu tebliği hazırladıkları için kendisine teşekkür ediyorum.
/
j XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı
İki asrın problemleri, tasawufi hayatın canlı şekli, özellikle tarikat faaliyetleri ve vakıfları insan yetiştirme meselesiyle ilgili bir çok konuyu hocamız söyleyemediği için ben de onları ilave etmek istiyorum. Mustafa Kara hocamızın da ilavede bulunduğu pek çok konu var. Arkadaşımız tebliği neşr edeceği vakit yeniden değerlendirmesi gerekir.
Şahsen bu sempozyumdan beklediğim, hedef aldığım, müzakeresini istediğim, insanımızın gözünün önüne sunulacak mühim noktalara dikkat çekilecek konular arasında tasawufu çok arzu ediyordum. Arkadaşımız bunu gerçekten bu yönüyle de ortaya koymuş bulunuyor.
Burada mühim olan bir başka nokta, ulema ve meşayih ittifakı, çatışması mes'elesini bir bu asrın özelliği gibi görmemek lazım. islam dünyasında ulema, meşayih arasında ihtilaflar da olmuştur. ihtilaflar bugün de vardır. Bugün tasavvuf tartışmalarından daha çok ilahiyat muhitlerinde ulema tartışmaları vardır ve ciddi ihtilaflar vardır; ihtilaf her zaman vardır. İlıtilelf bazen de rahmettir. Yani ihtilaf da güzel şeydir. Allah fabrika mamulleri gibi ruhsuz, donuk, statik insanlar olmamızı murat eylememiştir. İhtilafı tecellilerin zuhura çıkan, ma'kes bulan fiiller, arneller olarak, şahsiyetler olarak değerlendirilmesinin şahsen daha iyi olacağını zannediyorum efendim.
Bir hususu daha söylemek istiyorum. Türkiye ve dünya çapında yetiştirmiş olduğumuz Prof. Dr. Halil İnalcık Hocamız islam Ansiklopedisi'nde "Fatih" maddesini elli sayfa hacminde yazmış; fakat, bu elli sayfa içinde Fatih'in Hocası Akşemseddin'in adı geçmemiş tir. Hocaya bunun sebebini sordum ve "Hocam! İki elim ruz-i mahşerde iki yakandadır" dedim. Bunun üzerine benden özür dileyerek, "Kardeşim! Akşemseddin için ayrı bir kitap yazacağım" dedi. Biz Akşemseddin aşığıyız. Biz Semiha Ayverdi ekolünden çok eserler okuduk; tasavvufu, edebi ve manevi dünyası için de Fatih'i ben İmam-Hatip'te okuduğum zaman Fatih'i şuurlu olarak sevmeye başladım. Ayrıca ben Osman Gazi'den başlayarak Osmanlı sultanlarının evliya olduğuna inanan bir adamım. Osmanlı sultanlarının hepsinin değil tabii. Günahkar her zaman var efendim.
Biz ı. Murad'ın türbesiyle Emir Sultan'ı aynı anla yışla ziyaret eden bir nesil olmaya çalıştık. Şimdi bu nesil bazı meşahirin kötü a'malini günümüzde gördüklerinden dolayı biraz kayboluyor. Allah hepimizi islah etsin. Arkadaşımızın tebliği bu bakımdan gerçekten bana çok öğretici oldu. Eski bir aşkım olan Osmanlı dönemlerini gözümün önüne serdi. İki asırda iki yüz tane eser yazılmış, bunlardan yüz ellisini gördüm dedi. Gözlerim yaşardı. Çok memnun oldum. Teşekkür ederim efendim.
218
Prof. Dr. Mehmet SARAY : Efendim! Süfilik üzerinde üstat olan hocalarımız
var. Ben bir Müslüman olarak aklıma takılanı arz etmek istiyorum.
Bir Müslüman İslamiyet'le ilgili bir bilgiyi nasıl edinir? Diyorum ki, Cenab-ı Hakk'ın emirleri ve yasakları Kur'an-ı Kerim'de mevcuttur ve o mübarek kitabı bizlere Peygamber Efendimiz insanlara tebliğ etmiştir. Yüce Peygamberimiz'in hayatı onun (Kur'an'ın) dedikleridir.
Peygamberimiz Müslümanlara "Hiç ölmeyecek gibi dünya için çalışın; ama yarın ölecekmiş gibi de Cenab-ı Hakk'ın emirlerini yapın" der. Bu düşünce çerçevesinde sılfılik ve sılfılerimiz hangi boşluğu doldurmuş; yani islamiyet'i Müslümanlar ögrenememiş mi? Onlara öğretmeye mi çalışmışlar? Bu hususları biraz daha lütfedip izah ederseniz eminim burada genç arkadaşlar dahil hepimiz istifade eder, öğreniriz.
Prof. Dr. Mustafa TAHRALI : Efendim, bunu açıklamak için geniş bir zaman ge
rekir. Oysa fazla zamanımızın kalmadığı işaret ediliyor.
Prof. Dr. Ahmet TABAKOGLU : Bir kaç şey sormak istiyorum. ı. Ebussuüd'un bazı tasavvuf erbabı hakkında
fetvaları var. Bunlar hakkında bir sorum var. 2. Şeyh Bedreddin'in Cami'u'l-Fusüleyn adlı bir
kelam kitabı var. Bu kitap Osmanlı medreselerinde okututmuş mudur?
3. imam Rabhani'nin Muhiddin Arabi hakkında bazı yaklaşımları var. Tasavvufa karşı olan buradaki yaklaşımların biraz mevzii: ve konjonktürel olduğuna inanıyorum. Yani İsmail Hakkı Bursevi'nin Şeyh Bedreddin'i övmesi ile Aziz Mahmut Hüdai'nin onu yermesi, sanıyorum sonuçta belli bir şekilde buluşa bilir. O cizgi de genel olarak Osmanlı sisteminin tasawufu -te{;el al~asıdır. Bunda bazı inişler ve çıkışlar olabilir, mevzii yorumlar veya özel durumlar olabilir. Şeyh Bedreddin'i yanlış aniayanlara karşı veya bazı uygulamalarına karşı tavırlar olabilir. Şeyh Bedreddin'i incelerken Torlak Kemal'i de baraber incelemek lazım. Yani onun olumsuzluklarının etkisi olabilir.
Bir de şunu söylemek istiyorum. Ticaret konusundaki tebliğin sunulması sırasında konuyu Karadeniz Ekonomik işbirliği'ne kadar bağladık. Aynı bağlantı tasawuf için de yapılmalıdır. Zira, Osmanlılar ticaretle tasavvuf arasında maddi ve manevi önemli bir köp-
rü kurmuşlardır. Bu islam toplumunun genel bir özelliğidir.
Küçük üreticilikten bahsetmiştik. Küçük üretciliğin temelinde tasawuf, ahilik, fütüvvet vardır. Yani
en maddi gibi görünen şeyin temelinde tasavvufun önemli bir rolü söz konusudur.
Bugün dünyada islamcılık adına büyük bir talihsizliği burada vurgulamak istiyorum. O da şudur: islam ülkeleri üzerinde etkili olan ve neo-selefi diyebileceğimiz bir akım bugün tasavvufu ıskalamaktadır. Tasavvufun ıskalanarak bir islamcılık yapılacağına inanmadığımı belirtmek istiyorum. Teşekkür ederim.
Dr. Reşat ÖNGÖREN: Ebussuı1d'un fetvasıyla ilgili olarak şunu söyle
mek istiyorum. Ebussuı1d Efendi'nin fetvası XVI. asırdaki özellikle raks ve devran hakkındadır. Bu hep yanlış anlaşılıyor. Esasen Ebussuı1d Efendi'nin babası Muhiddin Yavsi Efendi Bayramiye tarikatının şeyhidir. Ebussuı1d Efendi tesbitierime göre, tekke meşrı1ta sında doğmuş ve büyümüştür. Ebussuı1d Efendi'nin hayatını incelediğimde gördüm ki, Ebussuı1d Efendi genel hatlarıyla tasavvufa karşı değildir. Keza İbn Kemal de öyle. Hatta İbn Kemal daha sonra tasavvufa intisap bile etmiştir. Ebussuı1d Efendi'nin tarikata intisabı o kadar kesin değildir. XVI. asırda ülema ile mutasavvıflar arasında ihtilafa sebep olan iki temel mesele vardır:
1. Raks ve devran meselesi. 2. İbn Arabi'nin bazı görüşleri. Ebussuı1d Efendi'nin fetvası süfiler aleyhine değil,
raks ve devran aleyhinedir. Onun dışındaki tasavvufi adab ve erkanı, en müfrit bir şekilde karşı olduğu bilinen Birgivi dahi genel manada tasvip etmektedir. Nitekim o, eserlerinde klasik dönem tasavvufi kaynakları kullanarak misaller vermektedir.
Şeyh Bedreddin'nin Cami'u'l-fusı1leyn adlı eserinin medreselerde okutulup-okutulmadığını bilmiyorum.
imam Rabhani'nin İbn Arabi hakkındaki görüşü meselesi ise şöyledir: imam Rabhani'nin onun görü~üne göre: İbn Arabi, keşfinde hata etmiştir. O seyr ü sülı1k mertebelerinden bir mertebede takılı kalmıştır; halbuki o mertebenin geçilmesi gerekmektedir. Bu yüzden o, İbn Arabi'nin orataya koyduğu vahdet-i vücüd anlayışına karşı kendisi vahdet-i şühüd anlayışını ortaya koymuştur. XIX. asırdan sonra onun fikirleri, özellikle Mektı1hat'ı Anadolu'ya gelince vahdet-i şühüd anlayışı yaygınlık kazanmış tır. Ancak bu vahdet- i vücı1d ve vahdet-i şühı1dun genişce açıklanması gerekir. Buna ise zamanımız müsait değil. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Münir ATALAR: Konuşmacı ve müzakereci arkadaşıanınıza teşek
kür ediyorum. Prof. Dr. Mehmet Saray Hocam'ın cevapsız kalan bir sorusuna açıklık getirmek ve tarihçilerle tasavvufçuların arasını bulmak istiyorum. Ya-
219
Dr. Reşat Öngören
zıcızade Mehmed Efendi, Muhammediye'yi yazıyor ve büyük bir takdir göreceğini zannederek Hacı Bayram Hazretleri'ne sunuyor. Hacı Bayram Hazretleri ise ona: "Bre Mehmed! Bu kadar ebyatı yazacağına bir "sin"i hakketseydin; yani bir gönül kazansaydın, bir gönüle girseydin" der. Biliyorsunuz Hacı Bayram Veli Hazretleri'nin dört-beş ilahisinden başka eseri yoktur. Bu da onun pratik ahlaka ve uygulamaya ne kadar önem verdiğini gösteriyor. ·
Tasavvufun Arapça bir tarifi var ve mealen şöyledir: Tasavvuf, ilim ve şekil değildir; fakat o, gerekli olan ahlaktır. Tasavvufu böyle anladığımız
zaman endişeye mahal yoktur. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Abdülkadir ÖZCAN : Ben bir hususu arzetmek istiyorum: Mutasavvıflar
Peygamber Efendimiz'in arneline varis olmuşlar; fıkıhçılar ve diğer ulema ise ilmine vakıf olmuşlar. Yani, tasavvuf bir halk eğitimi dir.
Teşekkür ederim.
Bir tören geçidinde
Şeyhler ve Dervişler
Tasavvlff ehlz; çiZeli ve uzun "gönül yolu "nu, dünya nimetlerinden müstagni kalarak aşmışlardır