T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE
TÜRKİYE ÖRNEĞİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Mukaddes KESEMEN
TEZ DANIŞMANI
Yrd. Doç. Dr. Bekir GÖVDERE
ISPARTA, 2009
i
ÖZET
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE
TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Mukaddes KESEMEN
Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisat bölümü Yüksek Lisans Tezi, 135 Sayfa
Mart 2009
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Bekir GÖVDERE
Son dönemlerde Dünyada meydana gelen sosyo-ekonomik gelişmelere bağlı
olarak doğrudan yabancı yatırımların gerek boyutları gerekse yönü önemli
değişikliklere uğramıştır. Önceleri sadece gelişmiş ülkelerin önemli bir pay aldığı
doğrudan yabancı yatırımlar, bugün gelişmekte olan ülkelere de yönelmektedir.
Çalışma son zamanlarda yapılan DYY ve DYY’ların nispeten finans
sektöründe yoğunlaşmasının Bankacılık sektörüne etkilerini incelemeyi
amaçlamaktadır.
Türk bankacılık sektörüne yabancı girişi yeni bir olgu olmamakla beraber
yabancı bankaların Türk bankacılık sistemi içindeki payı “sınırlı” kalmıştır. 1980
öncesinde ithal ikamesine dayanan, yurtiçi mal ve hizmet üretiminin korunduğu bir
ortamda yerli bankalar finans sisteminde baskın bir rol oynarken yabancıların girişi
düşük düzeyde gerçekleşmiştir. 1980’den sonra finansal sistemde rekabetin ve
etkinliğin artması için uygulanan liberalizasyon politikaları çerçevesinde yabancı
banka girişi kolaylaştırılmıştır. Bunun sonucu olarak sisteme daha fazla yabancı
girişi olmuştur. Ancak, giriş önündeki engellerin azalmasına rağmen Türkiye’de
uzun süreli yüksek enflasyon ve istikrarsızlıklar sebebiyle yabancı bankaların sistem
içindeki payı pek fazla değişmemiştir. Nitekim 1990’lı yıllardan itibaren aktif
toplamı içinde yabancı bankaların payı yüzde 5’i geçmemiştir. Ancak, 2004 yılından
bu yana sektöre olan yabancı ilgisi neticesinde yabancı bankaların sistem içindeki
payı yükselmektedir.
Anahtar Kelimeler: Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY), DYY Teorileri,
DYY nedenleri, DYY’ı Etkileyen faktörler, Bankacılık sektöründe DYY, DYY’ın
Tarihsel Gelişimi, Türkiye örneği
ii
ABSTRACT
FOREIGN DIRECT INVESTMENTS in BANKING SECTOR
and the CASE of TURKEY
Mukaddes KESEMEN
Suleyman Demirel University, The Master’s Thesis at the Department of Economics,
135 Pages, December 2009
Advisor Lecturer: Yrd. Doç. Dr. Bekir GÖVDERE
The dimensions and directions of foreign investments have significantly
changed depending on the recent socio-economical developments around the world.
Previously made mostly in developed countries, foreign direct investments are today
also headed towards developing countries.
This study aims to examine the effects of recent FDIs and of their relative
increase in the finance sector upon the banking sector.
Foreign entrance into Turkish banking sector is not a new notion. However,
the position of foreign investment banks in Turkish banking system can be defined as
“limited”. Before 1980, in an import substitution based environment preserving the
production of domestic assets and service, national banks had a dominant role in the
finance system whereas the foreign entrance was at a nominal level. After 1980,
within the framework of liberalization policies which were carried out to increase the
efficiency and competition, the entrance of foreign investment banks was facilitated.
This situation resulted in more foreign entrance to the system. However, despite
alleviation of the difficulties related to the foreign entrance, the portion of foreign
investment banks in the system hasn’t changed much due to the long-term high
inflation and instability in Turkey.
As a matter of fact, the portion of foreign investment banks hasn’t exceeded
5% among the sum of active investments since the nineties. However, due to the
growing foreign interest in the sector since 2004, the portion of foreign investment
banks in the system has been increasing.
Keywords: Foreign Direct Investments (FDI), FDI Theories, Reasons of
FDI, the factors affecting FDI, FDI in Banking Sector, Historical Development of
FDI, The Case of Turkey
iii
İÇİNDEKİLER
ÖZET............................................................................................................................ i
ABSTRACT................................................................................................................ ii
İÇİNDEKİLER .........................................................................................................iii
KISALTMALAR ....................................................................................................viii
TABLOLAR DİZİNİ ................................................................................................ ix
GRAFİKLER DİZİNİ ............................................................................................... x
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE YABANCI YATIRIMLARI
AÇIKLAYAN TEORİLER....................................................................................... 5
2.1. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIM TANIMI ............................................... 5
2.2. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN NEDENLERİ ........................... 7
2.2.1. Hammadde Kaynakları............................................................................... 7
2.2.2. Faaliyetlerin Bütünleştirilmesi ................................................................... 7
2.2.3. Aktarılamayan Bilgiler............................................................................... 8
2.2.4. Unvanın Korunması ................................................................................... 8
2.2.5. Unvandan Yararlanmak ............................................................................. 8
2.2.6. Sırların Korunması ..................................................................................... 8
2.2.7. Ürünün Yaşam Dönemi Hipotezi............................................................... 9
2.2.8. İthalatçı Ülkenin Koyduğu Tarife ve Kotalardan Kaçınma ....................... 9
2.2.9. Yurt İçi Kısıtlamalardan Kurtulma ............................................................ 9
2.2.10. Üretim Esnekliği .................................................................................... 10
2.2.11. Müşterileri İzleme .................................................................................. 10
2.2.12. Yatırımları Uluslararası Çeşitlendirme .................................................. 10
2.2.13. Ucuz Yabancı Faktör Kullanımı ............................................................ 11
2.2.14. Yabancı Teknoloji Kullanılması ............................................................ 11
2.2.15. Monopol Avantajından Yararlanma....................................................... 11
2.3. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARI ETKİLEYEN FAKTÖRLER ... 12
2.3.1. Ekonomik Faktörler ................................................................................. 12
2.3.1.1. Piyasaların Büyüklüğü ...................................................................... 12
iv
2.3.1.2. Yurtiçi Hasıla Büyümesi ................................................................... 13
2.3.1.3. Düşük Maliyetli Esnek İş Gücü ........................................................ 13
2.3.1.4. Vergileme Politikaları ....................................................................... 13
2.3.2. Yatırım Ortamına Ait Faktörler ............................................................... 13
2.3.3. Politik Faktörler ....................................................................................... 14
2.4. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARI AÇIKLAYAN
TEORİLER ............................................................................................................ 14
2.4.1. Heckscher-Ohlin Modeli ve Mundell’in Katkısı...................................... 14
2.4.2. Ürün Devreleri Teorisi ............................................................................. 16
2.4.3. OLI Paradigması ...................................................................................... 17
2.4.3.1. Mülkiyet Avantajı ............................................................................. 17
2.4.3.2. Konumsal Avantaj............................................................................. 18
2.4.3.3. İçselleştirme Avantajı........................................................................ 18
2.4.4. Yeni DYY teorisi ..................................................................................... 20
2.4.4.1. Yatay Entegrasyon Yatırımları (YEY).............................................. 20
2.4.4.2. Dikey Entegrasyon Yatırımları (DEY) ............................................. 22
2.4.4.3. Bilgi Sermayesi Modeli (BSM) ........................................................ 24
2.5. YABANCI YATIRIM ENDEKSLERİ........................................................... 24
2.5.1. Türkiye’nin Yatırım Yeri Endekslerindeki Sıralamaları.......................... 25
2.5.1.1. Ekonomik Bağımsızlık Endeksi........................................................ 26
2.5.1.2. Küresel Rekabet Gücü Endeksi......................................................... 27
2.5.1.3. İş Ortamı Rekabet Gücü Endeksi...................................................... 27
2.5.1.4. İş Yapma Kolaylığı Endeksi ............................................................. 27
2.5.1.5. Sermayeye Dost Ülke Endeksi.......................................................... 27
2.5.1.6. Dünya Rekabet Gücü Yıllığı ............................................................. 28
2.6. TÜRKİYE'NİN TEMEL EKONOMİK SORUNLARI .................................. 28
2.7. VERİMLİLİK VE İSTİHDAMIN BELİRLEYİCİ FAKTÖRLERİ: FİRMA
DÜZEYİNDEKİ ANALİZ SONUÇLARI ............................................................... 31
2.8. FİRMALARIN VERİMLİLİKLERİNİN VE İSTİHDAMLARININ
ARTTIRILMASI: TEMEL KONULAR VE ÖNERİLER ...................................... 35
2.8.1. Kayıt Dışılığın Azaltılması ve Firmaların Mali Şeffaflığının Arttırılması . 35
v
2.8.2. İşgücü Piyasasının Esnekliğinin Arttırılması ve İşgücü Becerilerinin Özel
Sektör İhtiyaçlarıyla Uyumlaştırılması ................................................................. 37
2.8.3. Firmaların Teknolojik İlerlemesinin Desteklenmesi................................ 41
2.8.4. Firmaların Finansmana Erişimlerinin Arttırılması ve Kurumsal Yönetişimin
İyileştirilmesi ..................................................................................................... 45
2.8.5. Firmaların Altyapıya Erişiminin Arttırılması........................................... 48
2.8.6. Firmaların Kuruluş ve Operasyonlarının Önündeki İdari Engellerin
Azaltılması ......................................................................................................... 51
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN TARİHSEL GELİŞİMİ............... 53
3.1. DÜNYA’DA DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN KISA TARİHİ . 53
3.2. TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN TARİHİ ........ 54
3.2.1. 1980 Öncesi Dönem................................................................................. 55
3.2.2. 1980 Sonrası Dönem................................................................................ 58
3.2.3. Dyy Akımlarının 2000 Yılı Sonrası Durumu ve Geleceğe Yönelik
Beklentiler .......................................................................................................... 59
3.2.3.1. 2007 Global Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri....................... 61
3.2.3.2. Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (1970-2007) ................ 61
3.2.3.3. Türkiye’de Uluslararası Doğrudan Yatırım Girişleri ve Uluslararası
Doğrudan Yatırımlardan Aldığı Pay .............................................................. 62
3.2.3.4. En Fazla UDY Stoku Olan İlk On Ülke ve Türkiye ......................... 64
3.2.3.5. En Fazla UDY Çeken 10 Ülke ve Türkiye 2003-2007 ..................... 65
3.2.3.6. Sektörlere Göre UDY Girişleri ......................................................... 65
3.2.3.7. Türkiye de 2007 ve 2002-2007 Tarihleri İtibariyle En Fazla UDY
Yapan Ülkeler ................................................................................................ 66
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ VE BANKACILIK SEKTÖRÜNDE
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR............................................................. 70
4.1. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ................................................................. 70
4.1.1. 1980 Sonrası Türkiye’de Bankacılık Sektörü .......................................... 70
4.1.2. 2001 Sonrası Türk Bankacılık Sektörü ve Yapısal Gelişmeler................ 72
4.2. BANKACILIK SEKTÖRÜ PİYASA YAPISI ............................................... 75
vi
4.2.1. Banka Şube Yapısındaki Gelişmeler........................................................ 75
4.2.1.1. Banka Sayısındaki Gelişmeler .......................................................... 75
4.2.1.2. Şube Sayısındaki Gelişmeler............................................................. 75
4.3. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR77
4.3.1. Türkiye’de Yabancı Katılımı Ve Boyutları.............................................. 82
4.3.1.1. Türkiye’deki Yabancı Bankalar ........................................................ 82
4.3.1.2. Türkiye’deki Yabancı Katılımının Boyutları .................................... 84
4.3.2. Yabancı Girişinin Ulusal Sektörlere Etkileri ........................................... 86
4.3.2.1. Uluslararası Çalışmalar ..................................................................... 86
4.3.2.2. Türk Bankacılık Sektörü Üzerine Yapılan Çalışmalar...................... 93
4.4. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE GOÜ’LER............................ 96
4.4.1. Bankacılıkta DYY’ın GOÜ’e Etkileri...................................................... 99
4.4.1.1. Verimlilik Etkisi.............................................................................. 100
4.4.1.2. İstikrar Etkisi................................................................................... 102
4.5. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIM KISITLAMALARI .......................... 104
4.5.1. Diğer Ülkelerde Halen Uygulamada Olan Doğrudan Yabancı Yatırım
Kısıtlamaları ve Söz Konusu Bazı Ülkeler ...................................................... 104
4.5.1.1. Almanya .......................................................................................... 104
4.5.1.2. Avustralya ....................................................................................... 105
4.5.1.3. Hindistan ......................................................................................... 105
4.5.1.4. Japonya............................................................................................ 105
4.5.1.5. Güney Kore ..................................................................................... 105
4.5.1.6. Yunanistan....................................................................................... 105
4.5.1.7. Rusya............................................................................................... 105
4.5.1.8. Brezilya ........................................................................................... 106
4.6. GENEL DEĞERLENDİRME: YABANCI KATILIMINI ÖZENDİREN
UNSURLAR ........................................................................................................ 106
4.7. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN YAŞAM ALANI VE
YABANCILAR ................................................................................................... 111
4.8. 2000 SONRASI YABANCI YATIRIMCILARIN BANKACILIK
SEKTÖRÜNE İLGİSİ ......................................................................................... 114
vii
BEŞİNCİ BÖLÜM
SONUÇ.................................................................................................................... 116
viii
KISALTMALAR
DYY : Doğrudan Yabancı Yatırımlar
UDY : Uluslararası Doğrudan Yatırımlar
UDY : Uluslararası Doğrudan Yatırım
AB : Avrupa Birliği
GOÜ : Gelişmekte Olan Ülkeler
GÜ : Gelişmiş Ülkeler
TBB : Türkiye Bankalar Birliği
BDDK : Bankacılık Düzenleme Ve Denetleme Kurumu
IMF : Uluslararası Para Fonu
OECD : İktisadi İşbirliği Ve Gelişme Teşkilatı
UNCTAD : Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı
IMF : Uluslar Arası Para Fonu
ÇUŞ : Çok Uluslu Şirketler
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
AR – GE : Araştırma – Geliştirme
DYS : Doğrudan Yabancı Sermaye
GSYİH : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla
BEE : Bölgesel Ekonomik Entegrasyon
NAFTA : Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması
AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu
EMA : Avrupa Para Birliği
ASEAN : Güneydoğu Asya Uluslar Birliği
BIS : Uluslararası Ödemeler Bankası
KOBİ : Küçük Orta Boy İşletme
ICA : Yatırım Ortamı Değerlendirmesi
ix
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 2.1. Şirketlerin Uluslararasılaşma Stratejileri (Mülkiyet Avantajı Veri İken). 19
Tablo 2.2. Türkiye’nin önde gelen yatırım yeri endekslerinin sıralamaları............... 26
Tablo 3.1. 2007 Global Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri .............................. 60
Tablo 3.2. Türkiye’de Uluslararası Doğrudan Yatırım Girişleri ve Uluslararası
Doğrudan Yatırımlardan Aldığı Pay .......................................................................... 62
Tablo 3.3. En Fazla UDY Stoku Olan İlk On Ülke ve Türkiye................................. 63
Tablo 3.4. En Fazla UDY Çeken 10 Ülke ve Türkiye 2003-2007 (milyar dolar)...... 64
Tablo 3.5. Sektörlere Göre UDY Girişleri – 2007 (Milyon Dolar) ........................... 65
Tablo 3.6. Türkiye de 2007 ve 2002-2007 Tarihleri İtibariyle En Fazla UDY
Yapan Ülkeler (Milyon Dolar)................................................................................... 66
Tablo 4.1. Banka Sayısındaki Gelişmeler .................................................................. 75
Tablo 4.2. Şube Sayısının Gelişimi ve Yüzde Dağılımı ............................................ 76
Tablo 4.3. Türkiye’deki Yabancı Bankalar................................................................ 82
Tablo 4.4. Türkiye’de Faaliyetleri Sona Eren Yabancı Sermayeli Bankalar............. 83
Tablo 4.5. Türkiye’de Banka, Şube ve Personel Sayısı Açısından Yabancı
Bankalar ..................................................................................................................... 84
Tablo 4.6. Türkiye’deki Yabancı Bankaların Sektördeki Payı .................................. 85
Tablo 4.7. Yabancı Payının Hisse Oranları Dikkate Alınarak Hesaplanması............ 86
Tablo 4.8. GOÜ’lere Yönelik Net Özel Sermaye Girişleri (Milyar Dolar) ............... 99
Tablo 4.9. Sektörlere Göre UDY Girişleri - 2007 (Milyon Dolar) .......................... 115
x
GRAFİKLER DİZİNİ
Grafik 2.1. İş gücü Arz ve Talebi............................................................................... 30
Grafik 2.2. Giriş ve Çıkış Oranları Yüzdelik değerler, 10’dan fazla çalışanı
bulunan Firmalar, 1990’lar ........................................................................................ 31
Grafik 2.3. Bir Yeni Girişimciler Grubundan Belirli bir yaşta halen devam eden
firmaların oranı, 1990’lar ........................................................................................... 32
Grafik 2.4. Ayakta Kalan Firmaların İstihdam Artışı ................................................ 32
Grafik 2.5. İş Gücü verimliliğinin yapısı ................................................................... 33
Grafik 2.6. Kayıt Dışı firmalar için Rekabet avantajı sağlayan etkenler ................... 36
Grafik 2.7. Dış Denetimden geçmiş mali tablolara sahip firmalar, Ülkelere göre..... 37
Grafik 2.8. Eğer işgücü kısıtlamaları olmasaydı düzenli tam-zamanlı işçilerin
sayısında olması tahmin edilen değişim, Türkiye ve karşılaştırma yapılan seçili
ülkeler (100= Değişiklik yok) .................................................................................... 38
Grafik 2.9. Yeterlilik seviyelerine göre 15 yaşındaki öğrencilerin dağılımı,
Türkiye, AB ve OECD............................................................................................... 39
Grafik 2.10. Formel Eğitim Sağlayan firmaların oranları, Türkiye ve karşılaştırma
yapılan seçili ülkeler .................................................................................................. 40
Grafik 2.11. Yeni bir ürün geliştiren Firmaların Yüzdesi, Uluslar arası
karşılaştırma ............................................................................................................... 42
Grafik 2.12. Yeni Teknoloji getirmek için finansman kaynakları, yüzdelik
değerler, Türkiye ........................................................................................................ 43
Grafik 2.13. Toplam firma sayısına karşılık ISO 9001belgeli firmaların sayısı ........ 44
Grafik 2.14. Kamu ve Özel Sektör Kredileri, 2005 ................................................... 46
Grafik 2.15. Kredi kullanan firmaların payı, ülkelere göre........................................ 46
Grafik 2.16. Kesinti yaşanan firmaların oranı ve sene başına elektrik kesintisi
sayısı........................................................................................................................... 49
Grafik 2.17. Bir elektrik jeneratörüne sahip firmalar, uluslar arası karşılaştırma...... 49
Grafik 3.1. Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (1970-2007)
(MİLYARDOLAR) ................................................................................................... 61
1
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
Günümüz ekonomisinde doğrudan yabancı yatırımlar, gerek yatırımı yapan
ülke, gerekse yatırım yapılan ülke açısından büyük önem arz eder hale gelmiştir.
Geçmişte, doğrudan yabancı sermaye sadece; tasarruf açığını kapatmak, üretimi
artırmak, işsizliğe çözüm getirmek, üretim maliyetlerini düşürmek, ucuz işgücü,
taşıma giderlerinden tasarruf sağlamak, vergi avantajlarından faydalanmak, ucuz
hammadde kullanmak ve döviz rezervlerini genişletmek gibi nedenlerle cazip
bulunurken, günümüzde yabancı sermaye yatırımlarından beklenen faydalar daha da
artmıştır. Yabancı sermayeyi çekmek isteyen ülkeler, genellikle yabancı sermaye
ödemeler dengesini sağlamak, ülke içinde sağlıklı bir rekabet ortamı oluşturmak,
ülkeye yeni teknolojiler kazandırmak, know-how getirmek, gelişmiş ve sermaye
ihraç eden ülkelerin politik ve ekonomik desteğini sağlamak, promosyon, dış
piyasalara giriş imkanlarını genişletmek ve insan kaynaklarını geliştirmek gibi
etkilerinden faydalanmak istemektedirler.
Tarihsel sürece bakıldığında, Türkiye de Doğrudan Yabancı Yatırımların esas
anlamda 1980’ lerden sonra başladığı görülmektedir. 24 Ocak 1980 kararlarından
sonra yatırımların önündeki engeller büyük ölçüde ortadan kalmış ve sonrasında
sermaye hareketliliği giderek yükselen bir artış göstermiştir. Gelişmenin hızlanması,
80’li yılların ikinci yarısına rastlamaktadır. Yatırımlar, 1987 yılında ilk kez bir yılda
200 milyon dolar rakamını aşarak bir aşama kaydetmiş, daha sonra 1988 ve 89
yıllarında her yıl ikiye katlanarak, 1990 yılı sonunda yılda 1 milyar dolar seviyesine
ulaşmıştır.
2000 li yıllara gelindiğinde krizin patlak verip bankacılık sektöründe çöküşün
açığa çıkmasıyla önceleri çoğunlukla finans dışındaki sektörler için önemli olan
yabancı sermaye olgusu, finans sektörü için de önem arz etmeye başlamıştır.
Demirbank'ın İngiliz sermayeli HSBC tarafından satın alınması bu yeni gündemin
habercisiydi. Ardından İtalyan UniCredito – Koçbank, BNP Paribas – TEB, Fortis –
Dışbank, UniCredito/Koç – YKB, Rabobank – Şekerbank arasındaki devirlerle ya da
2
devir söylentileriyle Türk bankacılığında yabancı sermaye konusu ekonomik
gündemin en üst sırasına yerleşmiştir.
Son yıllarda Dış yatırım yapan bankalar kendi iç pazarlarında karşı karşıya
kaldıkları rekabetçi baskı, pazar doygunluğu ve azalan getiriler karşısında yeni
pazarların arayışına girmişlerdir. Sözü edilen her ekonomik bloğun gelişmiş
ülkelerinin bankaları, başlangıçta stratejik pozisyon alma kaygısıyla, karşılıklı olarak
birbirlerinin iç pazarlarına girme çabasındalarken gelinen aşamada, içinde
bulundukları ekonomik bloğun görece geri bölgelerine doğru büyüme
eğilimindedirler. Avrupa Birliği söz konusu olduğunda bu bölge 'Avrupa ekonomik
alanıyla' tamamen bütünleşmiş olan ve Avrupa Birliği'ne yeni giren ya da girmeye
aday ülkelerdir. Yatırımcı bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük
firmalardır ve kendi ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere
yönelmektedirler. Bu bankalar özellikle güçlü sermaye yapılarına ve gelişmiş
yönetsel becerilere dayanan bir rekabetçi üstünlüğe sahiplerdir. Dolayısıyla dış
yatırımı mümkün kılabilecek avantajlara sahip olan söz konusu bankalar özellikle
pazar ve stratejik aktif arayışı içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih
etmekte ve kendi boylarındaki rakiplerinin davranışlarını çok yakından
izlemektedirler.
Çalışma; DYY nedenlerini, DYY etkileyen faktörleri, DYY açıklayan
teorileri ve DYY’ın Dünya da ve Türkiye de tarihsel gelişim sürecini inceleyerek,
DYY lar açısından Türkiye ve Diğer ülkeler arasında çeşitli karşılaştırmalar yaparak
DYY’ın Türk Bankacılık Sektörüne olan etkilerini dönemsel olarak analiz etmeye
çalışmaktadır.
Çalışmanın ikinci bölümünde Doğrudan Yabancı Yatırımlar incelenmekte
DYY tanımlarken OECD ve IMF in yaptığı çalışmalar sonucunda tüm ülkeler için
oluşturulan ortak tanıma yer verildikten sonra DYY ın Türkiye de kullanılan
tanımına yer verilmiştir. Aynı konu içinde yine bu literatürde kullanılan önemli
kavramlardan kısaca söz edilmiştir. hemen ardından esas konuyu anlamamızda bize
fazlasıyla yardımcı olacak nedenler ve etkileyen faktörler üzerinde durularak
teorilerle konu açıklanmaya çalışılmaktadır. Doğrudan Yabancı Yatırımların
nedenleri arasında en önemlileri olarak, Hammadde Kaynakları, Faaliyetlerin
3
Bütünleştirilmesi, Aktarılmayan Bilgiler, Ünvanın korunması, Ünvandan
yararlanmak, Sırların korunması, Ürünün yaşam dönemi hipotezi, İthalatçı ülkenin
koyduğu tarife ve kotalardan kaçınma, Yurt içi kısıtlamalardan kurtulma, Üretim
Esnekliği, Müşterileri İzleme gibi başlıklara kısaca yer verilmiştir. Doğrudan
Yabancı Yatırımları Etkileyen faktörler konusuna değinirken bu faktörler ekonomik,
politik ve yatırım ortamına ait faktörler olmak üzere 3 ana gruba ayrılarak
incelenmiştir. Yabancı Yatırımları açıklayan teoriler Heckscher-Ohlin Modeli Ve
Mundell’in Katkısı, Ürün devreleri teorisi ve oli paradigması olarak üç başlık altında
incelenmiştir. Son olarak Yabancı Yatırım endeksleri incelenerek Türkiye sıralaması
yapılmıştır.
Doğrudan Yabancı Yatırımların Tarihsel gelişiminin incelendiği üçüncü
bölümde ise DYY, Dünya ve Türkiye açısından iki ana başlık altında dönemsel
olarak değerlendirilmektedir. Bu bölümde Dünyada Yabancı Yatırımların geçmişten
günümüze durumuna kısaca değinilerek, Türkiye de Doğrudan Yabancı Yatırımların
tarihi 1980 öncesi ve 1980 sonrası olarak iki gruba ayrılarak incelenmiştir. Son
olarak 2000’li yıllar açısından DYY, “ DYY Akımlarının Günümüzdeki Durumu Ve
Geleceğe Yönelik Beklentiler” başlığı altında incelenmiştir. Bu bölümde Türkiye
DYY konusunda pek çok açıdan diğer ülkelerle karşılaştırılmış yıllar itibariyle
değerlendirmelerde yer almıştır.
Çalışmanın dördüncü bölümünde ise, bu bölüme kadar değinilen teorik
bilgiler ışığında, konunun çıkış noktasını oluşturan, Türk bankacılık sektöründe
doğrudan Yabancı Yatırımların yaşam alanı ve en önemlisi DYY’ın bankacılık
sektörü içindeki durumunu ve bu sektöre son yıllarda yaptığı etkileri Türkiye ve
diğer bazı ülkeler açısından değerlendirilmiştir. Konu 1980 sonrası dönem baz
alınarak incelenmiştir. Bölümün başında Türk Bankacılık Sektöründe 2001 sonrası
gözlenen yapısal gelişmelere değinilerek konunun özünü oluşturan Bankacılık
Sektöründe Doğrudan yabancı yatırımlar bölümüne geçilmiştir. Bu bölümde
Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı bankalar, bu bankaların Türkiye’ ye girme
sebepleri, Türkiye’ ye olan etkileri ve bütün bunları kapsayan Türkiye de yabancı
katılımın boyutlarının önemine değinilmiş, bu konuda yapılan çeşitli ampirik
çalışmalara yer verilmiştir.
4
Çalışma beşinci bölümdeki sonuç kısmı ile son bulmaktadır.
Çalışmada, adı geçen bölümlerle, DYY akımlarının belirleyicilerini,
bunların Türk bankacılık sektörüne olan etkilerini ve DYY’ın bu sektördeki
durumuna ilişkin genel dönemsel bilgilerin sunulması amaçlanmaktadır.
5
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE YABANCI YATIRIMLARI
AÇIKLAYAN TEORİLER
2.1. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIM TANIMI
Doğrudan Yabancı Sermaye, Bir şirketin üretimini ana merkezinin
bulunduğu ülke sınırları dışına yaymak üzere yabancı ülkelerde üretim tesisi kurması
veya mevcut tesisleri satın alması bir dolaysız yabancı sermaye Yatırımı’dır.
DYY tanımı farklı ülkelerde farklı olarak yapılmaktadır. Bu durum
İstatistiklerin tutulmasında zorluklara, tutarsızlıklara ve ülke karşılaştırmalarında
yanlışlıklara sebep olmaktadır. Bu sebepten dolayı DYY kavramının tüm ülkelerde
aynı olacak şekilde tanımlanması gerekliliği doğmuştur. Dünyada özellikle OECD ve
IMF’nin yaptığı çalışmalar sayesinde artık DYY için ortak bir tanıma varılmıştır. Bu
tanım ilk olarak 1993’te IMF tarafından yayınlanmıştır ve bu tarihten itibaren de bu
tanım kullanılmaktadır. Buna göre DYY, bir ekonomide yerleşik bir işletmenin
(birey girişimi, anonim veya adi kamu veya özel girişim) başka bir ülkede uzun
süreli bir ilişki kurmak amacıyla yaptığı yatırımdır.1 Uzun süreli ilişki, doğrudan
yabancı yatırımcı ile doğrudan yatırım işletmesi arasındaki uzun dönemli ilişkinin
varlığını ve işletmenin yönetiminde doğrudan yatırımcının yeterli derecede etkisini
ifade eder. İşletmenin yönetiminde yeterli derecede etkinin ölçütü ise %10 veya daha
fazla hissenin mülkiyeti veya buna eş değerde oy hakkının elde bulundurulmasıdır.
Doğrudan yatırım, iki taraf arasındaki ilk sermaye akımına ek olarak iki taraf ve
anonim veya adi yavru işletmeler arasındaki tüm ardıl sermaye transferlerini içerir.
Türkiye’de ise Doğrudan Yabancı Yatırım, yabancı yatırımcı tarafından yurt
dışından getirilen;
• Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasınca alım satımı yapılan konvertibl
para şeklinde nakit sermaye,
• Şirket menkul kıymetleri (devlet tahvilleri hariç),
1 OECD, OECD Benchmark Definition of Foreign Direct Investment, Third Edition, 1996, <http://www.oecd.org/dataoecd/10/16/2090148.pdf>, (10.06.2006) ve IMF, 1993.
6
• Makine ve Teçhizat,
• Sınai ve Fikri mülkiyet hakları,
• Yurt içinden sağlanan; yeniden yatırımda kullanılan kar, hasılat, para
alacağı veya mali değeri olan yatırımla ilgili diğer haklar,
• Doğal kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin haklar gibi iktisadi
kıymetler aracılığıyla;
a- Yeni şirket kurmayı veya şube açmayı,
b- Menkul kıymet borsaları dışında hisse edinimi veya menkul kıymet
borsalarından en az % 10 hisse oranı yada aynı oranda oy hakkı
sağlayan edinimler yoluyla mevcut bir şirkete ortak olmayı ifade
eder.
DYY’nin tanımının yanı sıra yine bu literatürde kullanılan önemli kavramlar
kısaca şu şekildedir:
Doğrudan Yatırımcı (Direct Investor): Bu terim yabancı doğrudan
yatırımcı veya yatırımcıların ikamet ettikleri ülke veya ülkelerin dışındaki bir ülkede
faaliyette olan doğrudan yatırım işletmesine sahip birey, anonim veya adi kamu veya
özel işletme, hükümet, bir grup ilişkili birey veya bir grup ilişkili anonim ve/veya adi
şirket anlamında kullanılır.2
Ev Sahibi Ülke (Host Country): Yabancı yatırımın geldiği veya yapıldığı
ülkedir.
Menşe Ülke (Home Country): Yabancı yatırımı yapan veya çıkışın olduğu
ülkedir.
Doğrudan Yatırım İşletmesi (Direct Investment Enterprise): Bu terim,
yabancı yatırımcının anonim şirketin %10 veya daha fazla hissesine veya oy hakkına
veya adi şirketin eşdeğer mülkiyetine sahip olduğunda bu işletmeler için kullanılır.
2 IMF ve OECD, Foreign Direct Investment Statistics: How Countries Measure FDI, 2001, Washington, DC, 2003, <http://www.imf.org/external/pubs/ft/fdis/2003/fdistat.pdf>, (10.06.2006), s. 152–3.
7
2.2. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN NEDENLERİ
Ticaret Teorisi, Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi’ne dayanır. On dokuzuncu
asrın ikinci yarılarında David Ricardo’nun geliştirdiği Karşılaştırmalı Üstünlük
Teorisine göre her ülke, göreceli olarak hangi malları daha ucuza üretiyorsa o
malların üretiminde uzmanlaşmalıdır.3 Buna göre bir ülke ucuza ürettiği malları
ihraç, pahalıya ürettiği malları ise ithal etmelidir. DYP’lerin nedenlerini açıklayan
hipotezlerin başlıcaları şunlardır:
2.2.1. Hammadde Kaynakları
Hammadde kaynakları (availability of raw materials) yeryüzüne dengeli
biçimde dağılmış değildir. Ham maddelerin işletilmesine yönelik yatırımlar,
madenlerde olduğu gibi bu kaynakların bulunduğu yerlere kurulur. Geleneksel dış
yatırımların edenleri bununla ilgilidir. Geçen asırda ve bu asrın başlarında ana ülke
sanayilerinin ihtiyacı olan ham maddelerin sağlanması için Batılı şirketlerin
yatırımları bu kaynakların bulunduğu az gelişmiş ülkelere yapılmıştır. Ancak yine de
şu sorun ortada duruyor. Ham madde kaynakları neden yerel firmalar tarafından
değil de yabancı şirketler tarafından işletilmiştir? Bunun cevabı yabancı firmaların
sahip oldukları büyük sermaye, ileri teknoloji ve yöneticilik bilgisi gibi özelliklerle
ilgilidir.4
2.2.2. Faaliyetlerin Bütünleştirilmesi
Faaliyetlerin bütünleştirilmesi (integrating operations) ilk aşamadan nihai
ürün aşamasına kadar tüm faaliyetleri veya aynı aşamadaki üretim faaliyetlerini tek
bir yönetim altında toplamanın yararlı olduğu durumlarda üretimde bütünleşmeye
gidilir. Bu gibi durumlarda Kindleberger’in işaret ettiği üzere, girdi sağlamanın
güvenceye alınması veya belirli aşamaları farklı ülkelerde gerçekleştirmenin maliyet
avantajı yaratması gibi nedenlerden dolayı üretim farklı ülkelere yaygınlaştırılır.5
3 David RICARDO, The Principles of Political Economy and Taxation, Prometheus Books, 1996, p. 48. 4 Halil SEYİDOĞLU, Uluslararası Finans, Güzem Yayınları, İstanbul, 2001, s. 45. 5 KINDLEBERGER C.P., American Business Abroad, Yale University Pres, 1969 p. 68.
8
2.2.3. Aktarılamayan Bilgiler
Aktarılamayan bilgiler (non tarnsferable knowledge); firmalar üretimle ilgili
sahip oldukları teknik bilgileri daima, patent veya lisans anlaşmaları biçiminde
diğerlerine satabilirler. Fakat firmanın geliştirdiği bir üretim süreci veya ürün
patentini kendi elinde bulundurmasını gerektiren bazı durumlar olabilir. Öyle bilgiler
vardır ki bunlar uzun yılların deneyiminin bir sonucu olup satılması uygun değildir.
2.2.4. Unvanın Korunması
Bazı firmalar, iş hayatında çok olumlu bir isim yapmış olabilirler. Hatta
ünleri ülke sınırlarının dışına taşar. Lisans anlaşması yapıp ürünün imal hakkını
yabancı üreticilere verdiklerinde, aynı kalitenin tutturulabileceğinden emin
olmayabilirler. Dolayısıyla ürün kalitesine ve ünlerine zarar gelmemesi için malları
yurt dışında da kendileri üretmeyi tercih edebilirler (protecting reputations). Örneğin
bazı lokantalar zincirinde (Mc Donald’s, Whimpy’s, vs.) bu düşüncelerin özellikle
etkili olduğu söylenebilir.
2.2.5. Unvandan Yararlanmak
Burada amaç, yukarıdaki durumda olduğu gibi, ünvanı korumak değil,
bundan yarar sağlamaktır (exploiting reputations). Örneğin Bankacılık sektöründe
isim yapmış olmak çok önemlidir. Bir bankanın Uluslararası üne sahip olması,
tasarruf sahiplerinde güven doğurarak mevduatı artırıcı etki yapar. Nitekim büyük
bankaların hızla Uluslararası nitelik kazanma sürecine girmelerinde bu faktörün
önemli bir rolü olmuştur.
2.2.6. Sırların Korunması
Üretime ilişkin bilgilerde gizliliğin (protecting secrecy) önemli olduğu
durumlarda dolaysız dış yatırım lisansa tercih edilir. Çünkü lisans sahibi, bu
bilgilerin dışarıya sızmasında patent sahibi kadar özen göstermeyebilir.
9
2.2.7. Ürünün Yaşam Dönemi Hipotezi
Firmaların iç ekonomideki gelişmenin sınırına ulaşmalarıyla, bu piyasada
daha fazla kar olanakları kalmaz. Kar artışının sürdürülebilmesi için, daha az girilmiş
bulunan ve belki de rekabetin daha sınırlı olduğu yabancı piyasalarda üretim
yapılması gerekebilir (product life-cycle hypothesis). Demek oluyor ki Raymond
Vernon tarafından ortaya atılan bu görüşe dış yatırım yurt içine uzun süredir
yerleşmiş olmanın ve iyi iş yapmanın bir neticesidir.6 Bu görüşe göre Amerikan
firmalarının dış piyasalarda egemen olmaları da ürün devrelerinin ileri aşamalarında
bulunmalarıyla ilgilidir.
2.2.8. İthalatçı Ülkenin Koyduğu Tarife ve Kotalardan Kaçınma
İhracatçı firma dış alıcı ülkenin uygulamaya koyduğu tarife ve kotalar
karşısında, o piyasayı kaybetme tehlikesi ile karışlaşır. Bu durumda, tarife ve
kotaların etkisinden kurtulup o piyasayı elde tutmanın en etkili yolu, söz konusu
piyasada üretime başlamaktır. Amerikan yatırımlarının 1960’lı yıllarda Batı
Avrupa’ya akışı bu nedenle ilgilidir. Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulup, dışta
kalan ülkelere (ABD dahil) ortak gümrük tarifesi uygulanmaya başlanınca, Amerikan
şirketlerinin bölgeye ihracatı bundan çok olumsuz biçimde etkilenmişti. Bunun
üzerine söz konusu şirketler yatırımlarını kitleler halinde Topluluk ülkelerine
yapmaya başladılar.
2.2.9. Yurt İçi Kısıtlamalardan Kurtulma
Bankaların ve bazı imalat sanayi alt sektörlerinin Uluslararası alana
yayılmalarında önemli bir etkendir. ABD’de ve diğer sanayileşmiş ülkelerde
bankacılık yasalarının getirmiş olduğu düzenlemeler, bunlardan kurtulmak için
bankaları yurt dışında şubeler açmaya yöneltmiştir. Bunun gibi, ülkedeki çevre
koruma standartların getirdiği kısıtlamalardan kurtulmak (avoiding regulations)
isteyen imalat sanayi firmaları, üretim için düşük çevre standartlı ülkeleri
seçmişlerdir. Bunlar arasında çevreyi kirletici ve kamu sağlığına zararlı endüstriler
6 VERNON R., “International Investment and International Trade in Product Life Cycle” Quarterly Journal of Economics, May 1966, ss. 190-207.
10
özellikle belirtilebilir. Türkiye’de Çitesan’a bağlı çimento fabrikalarının Fransız
firmalarınca satın alınması buna bir örnektir.
2.2.10. Üretim Esnekliği
Satın alma gücü paritesi teorisinde hatırlanacağı gibi, ülkeler arasındaki
enflasyon oranları ile bu ülkelerin döviz kurlarındaki göreceli değişmeler arasında,
uzun vadede doğru yönlü bir ilişki olmalıdır. Bunu sağlayan arbitraj mekanizmasıdır.
Ama bazen satın alma gücünden sapmalar olabilmektedir. Bu gibi durumlarda parası
reel değer kaybına uğramış ülkelerde üretimde bulunmak maliyetleri düşürücü bir
etkendir. O bakımdan reel değer kaybının doğurduğu fırsatlardan yararlanmak için
üretim yeri değiştirilebilir (product flexibility). Ancak bu nedene dayalı dış yatırımlar
bazı koşullar gerektirir. Örneğin yabancı paradaki reel değer kayıpları uzun süreli
olmalı, teknoloji ülkeler arasında kolayca aktarılabilecek nitelik taşımalı, hükümetler
ve işçi sendikaları bu yer değiştirmeyi güçleştirici bir davranış içinde olmamalıdırlar.
Bilgisayar parçaları, TV cihazları, elektrikli araçlar vb. bu tür mallara örnek
gösterilebilir.
2.2.11. Müşterileri İzleme
Bazı endüstrilerdeki firmaların, müşterilerini izlemeleri (symbiotic
relationships) gerekli olabilir. Müşterileri yurt dışına yatırım yapınca onlarda o
yörelerde şube veya ofis açarlar. Bankalar, danışmanlık ve menkul kıymet aracı
şirketleri bir ölçüde bu niteliktedir.
2.2.12. Yatırımları Uluslararası Çeşitlendirme
Dış yatırımlar, hissedarlar açısından dolaylı olarak portfolyo çeşitlenmesi
sağlar. Üretimin tek bir piyasa ile sınırlı bulunması durumunda, nakit akımları
göreceli bir istikrarsızlık gösterir. Firma ürün çeşitlendirmesi (diversify
internationally) ile bunu bir ölçüde dengelemeye çalışabilir. Fakat, aynı ülkedeki tüm
ürünlerin satış koşullarının benzer yönde etkilenmesi normaldir. Yani çeşitlendirme
ile sistematik risk giderilemez. Oysa firma, üretimini Uluslararası düzeyde
çeşitlendirerek bu riski bir ölçüde azaltabilir. Çünkü tüm ülke ekonomileri aynı
yönde dalgalanmazlar.
11
2.2.13. Ucuz Yabancı Faktör Kullanımı
Emek ve doğal kaynak maliyetleri ülkeler arasında büyük değişmeler
gösteriyor. Dolayısıyla emek ve doğal kaynak yoğun malların bu faktörlerin bol ve
ucuz olduğu yerlerde kurulması, üretim maliyetlerini düşürücü etki yapar. Çoğu
amerikan Şirketlerinin Meksika, Malezya, Kore, Hindistan, Hong kong ve Taiwan
gibi yörelere yaptıkları yatırımlarda bu faktörün etkisi vardır. Japon firmaları da
giderek Meksika ve diğer ucuz emek ülkelerine doğru yönelmektedir.
2.2.14. Yabancı Teknoloji Kullanılması
Çok uluslu şirketler yurt dışında üretim tesisleri kurarak veya mevcut
tesisleri satın alarak yabancı ülke teknolojisini öğrenir, daha sonra da bu bilgileri
üretim süreçlerinin geliştirilmesinde kullanabilirler (use of foreign technolojy). Bu
etken özellikle ABD’ye yatırım yapan Avrupa veya Japon çok uluslu şirketleri için
söz konusu olmaktadır.
2.2.15. Monopol Avantajından Yararlanma
Sınai örgütlenme teorisine göre rakiplerinin sahip olmadıkları üretim bilgi
ve becerilerini elinde bulunduran firmalar dış piyasalara açılma bakımından avantajlı
durumdadır. Bu görüşe göre tüm bilgi, kaynak ve mallar tam olarak hareketli olsalar
ve bunlara istendiği an sahip olunabilseydi, hiçbir piyasada monopolcü yapılara
rastlanmazdı. Ancak gerçek piyasalarda bu koşullar sağlanamamaktadır. Bazı
ayrıcalıkları nedeniyle bir piyasadaki belirli firmalar diğerlerine göre üstünlük elde
ederler. Örneğin teknolojiyi ele alırsak bir teknolojiye yalnız kendisi sahip olan firma
iç ve dış piyasalarda bu avantajını kullanabilmektedir. Teknoloji yeni bir mal, üretim
süreci, pazarlama veya finansman yöntemi ile ilgili olabilir. Dolayısıyla bu alanlarda
rakiplerine göre üstünlüğe sahip olan bir firma bu avantajını kullanarak Uluslararası
piyasalara daha kolayca açılabilmektedir.7
7 SEYİDOĞLU, 2001, s. 398-401.
12
2.3. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARI ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
DYY’ın bir ülkeye gelmesini belirleyen faktörler her dönem aynı
olmamıştır. Bu faktörlerin dönemler itibariyle değişime uğradığı; DYY çekmek için
farklı dönemlerde farklı özelliklere sahip olmak gerektiği görülmüştür. UNCTAD
1998 yılı Dünya Yatırım Raporu’nda, DYS yatırımlarını etkileyen faktörlere ilişkin
bir analiz yapmıştır. Söz konusu belirleyicileri, üç ana başlıkta toplamıştır: Bunlar;
ekonomik faktörler, yatırım ortamına ait faktörler ve politik faktörlerdir. DYY ın
gideceği yeri belirleyen en önemli faktörler hiç şüphesiz ekonomik olanlardır. Buna
gore piyasaların büyüklüğü, zengin doğal kaynaklar, düşük maliyetli esnek işgücü
gibi faktörler yatırımları gideceği ülkenin belirlenmesinde etkilidir.
2.3.1. Ekonomik Faktörler
DYY genellikle büyük ölçekli çok uluslu işletmeler aracılığıyla
gerçekleşmektedir. Bu tür işletmeler yatırım için gittikleri ülkelerde öncelikli olarak,
o ülkelerin ekonomik ve siyasi istikrara sahip olup olmadıklarına bakarlar. Bu
konuda yapılmış çalışmalarda bir ülkedeki ekonomik ve siyasi istikrar ile DYY
arasında doğrusal bir ilişkinin olduğu ortaya konmuştur. 8 Bu anlamda Ekonomik ve
siyasi istikrarsızlığın varlığı o ülkede yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcıların
karalarında olumsuz etki yaratmaktadır. Ekonomik faktörler daha önce belirttiğimiz
gibi piyasaların büyüklüğü, yurt içi hasıla büyümesi, düşük maliyetli esnek iş gücü,
vergileme politikaları olarak kendi içinde gruplandırılmaktadır.
2.3.1.1. Piyasaların Büyüklüğü
Pazarın büyüklüğü DYY’ın yerseçimi belirleyicilerinden birisidir.
Chakrabarti (2003) göre; pazarın büyüklüğü talep artışı sağladığı için yabancı
sermayenin yerseçiminde etkili olmaktadır. Yabancı yatırımlar büyük pazarlara
çekilirler ve yatırım yaptıkları ülkelerdeki satışlardan karlar elde ederler.9
8 SINGH, H ve KWANG, W (1995): “Some New Evidence on Determinants of Foreign Direct İnvestment in Developing Countries”, World Bank Policy Research Working Paper, No:1531. 9 BAGCHİ-SEN, S., WHEELER, J.O. (1989). A spatial and temporal model of foreign direct investment in the United States, Economic Geography, XX, 113-129.
13
2.3.1.2. Yurtiçi Hasıla Büyümesi
Diğer önemli belirleyiciler yerel pazar ölçütleridir. Bunlar, yurtiçi hasıla,
kişi başına düşen yurt içi hasıla, yurt içi hasılanın yıllık değişimi. Yurtiçi hasıla yerel
pazarın büyüklüğünü, kişi başına düşen yurt içi hasıla yerel pazarın gücünü, yurt içi
hasılanın yıllık değişimi ise yerel pazarın büyümesini temsil etmektedir. Bu
çalışmada yurtiçi hasılanın yıllık değişimi seçilen dönem için belirlenmiştir. Yabancı
yatırımcıların yurt içi hasılanın yıllık değişiminin yüksek olduğu yani ekonominin
dinamik bakış noktaları olan alanlara eğilimli olacakları beklenmektedir. Bu
değişkenin de etkisinin pozitif olacağı düşünülmektedir.
2.3.1.3. Düşük Maliyetli Esnek İş Gücü
Ucuz işgücü yabancı yatırımlar için etkili bir faktördür. Aynı zamanda bu
faktör DYY ı etkiyen faktörler arasında en tartışmalı olanıdır. Örneğin; Örneğin,
Goldsbrough (1979), Saunders (1982), Flamm (1984), Scneider and Frey (1985),
Culem (1988), Shamsuddin (1994) ve Pistoeri (2000) daha yüksek ücretlerin DYS
yatırımlarını caydırdığını gözlemlemelerine karşın, Ücretlerin yabancı yatırımları
cezbetmede etkili olamayacağını savunan görüşler de bulunmaktadır. 10
2.3.1.4. Vergileme Politikaları
Düşük vergileme, yabancı yatırımcılarla ikili vergi anlaşmaları gibi
uygulamalar da yabancı yatırımlar üzerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu anlamda
artık günümüzde, DYY çekmek isteyen ülkeler arasında düşük vergileme rekabetinin
yaşandığı da bir gerçektir.11
2.3.2. Yatırım Ortamına Ait Faktörler
Bir ülkeye doğrudan yabancı yatırımların gelmesinde etkili olan bir diğer
önemli faktör ise, yatırım bekleyen ülkenin yabancı yatırımcılara sağlamış olduğu
kolaylıklar ve yapılan hukuki ve teknik düzenlemelerdir. DYY bekleyen ülke
10 CHAKRABARTİ, AVİK (2001). “The Determinants of Foreign Direct Investment: Sensitivity Analyses of Cross-Country Regressions”, Kyklos, Vol. 54, pp.89-114. 11 SABIR, Hasan (2002): “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarını Gelişmekte Olan Ülkelere Yönlendirici Politikalar”, HDT Dergisi, Ekim 2002, s.3
14
hükümetleri yatırım indirimi, gümrük vergilerinden muafiyet, ucuz kredi gibi teşvik
tedbirleri ile yabancı sermayeyi yatırım yapmaya özendirebilir. GOÜ’in bir çoğunda
bu tür teşviklerin DYY’ın önemli bir belirleyicisi olduğu kabul edilmektedir.12
Ancak yabancıları kendi ülkesinde yatırıma çekmek isteyen hemen her ülkenin bu tür
teşvikleri düzenlemesi, bunların etkinliğini azaltmaktadır. Son dönemlerde özellikle
DYY’ı gerçekleştiren çok uluslu şirketler bu gibi teşvik tedbirlerinden ziyade, siyasi
ve ekonomik istikrara, söz konusu ülkenin dünya ticaret sistemine ve bu sistem
bünyesinde oluşturulan anlaşmalara ne ölçüde katıldığına daha çok önem
vermektedirler.13 Örneğin, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI), yatırım
akımlarının sürekliliğini sağlamak ve garantiye almak amacıyla yapılmıştır. Tüm bu
düzenlemeler doğrudan yabancı sermaye yatırımı akımlarının önünü açmak ve
sağlam bir çerçeveye oturtmak amacıyla yapılmaktadır.
2.3.3. Politik Faktörler
DYY yapacak ülkenin tek amacı kar elde etmektir ve karın devamlılığını
sağlayacak olan şey ise yatırım yapacağı ülkenin Ekonomik, politik ve sosyal
istikrarıdır. Bir ulusal ekonomide yürütülen idari prosedürler ve işlemler de doğrudan
yabancı yatırımlarının çekilmesinde oldukça önemlidir. Çünkü idari prosedür ve
işlemlerin fazla vakit alması, bürokratik işlemlerin çokluğu ve karmaşıklığı yabancı
yatırımlar için önemli bir giriş engeli oluşturabilir. Buna karşılık etkin ve hızlı
işleyen bir idari süreç birçok ülkeye yabancı sermaye yatırımı çekmekte avantaj
sağlamaktadır.
2.4. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARI AÇIKLAYAN
TEORİLER
2.4.1. Heckscher-Ohlin Modeli ve Mundell’in Katkısı
Heckscher-Ohlin Modeli ülkelerin üretim faktörleri bakımından
birbirlerinden farklı olduğu varsayımından hareketle, ülkelerin sahip oldukları üretim
faktörleri ile mal ticaretleri arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Bu model, DYY’ye 12 GÜNGÖR, Bayram (2002): “Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Yabancı Direkt Sermaye Politikaları”, İktisat İşletme ve Finans, Kasım. 13 KIELY, R (1998): “Transnational Companies, Global Capital and the Third World”, Globalization and The Third World, Ed. Ray Kiely and Phil Marfleet, London: Routledge.
15
yer vermemekle beraber Uluslararası mal ticaretini konu etmesi ve DYY’yi de
kapsayan Uluslararası faktör hareketlerini ele alan teoriler için çıkış noktası olması
açısından önemlidir. İsveçli iki iktisatçı olan Eli Heckscher’in 1919 ve Bertil
Ohlin’in 1933 yılında yazdığı makalelerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda
oluşturulan Heckscher-Ohlin Modeli iktisat yazınında Faktör Donatımı Teorisi
olarak da bilinmektedir. Bu modelde üretim faktörleri ülke içinde tam hareketli
ancak ülkeler arasında tam hareketsizdir. İki ülke, iki faktör ve iki mal varsayımına
göre oluşturulan teoriye göre her ülke sahip olduğu faktör donatımının özelliğine
göre üretim yapacak ve bu malın üretiminde uzmanlaşacaktır. Diğer bir deyişle emek
bakımından zengin olan ülke düşük ücret seviyesinin avantajını kullanmak için emek
yoğun olan malı, sermaye bakımından zengin olan ülke ise düşük faiz seviyesinden
yararlanarak karşılaştırmalı üstünlük elde edebilmek için sermaye yoğun olan malı
üretecek ve diğer ülkeye ihraç edecektir.14
Heckscher-Ohlin Modeli’ne katkı yapan Mundell’e (1957) göre, eğer bu
ülkeler, emeğin ülkeler arasında hareketliliği kısıtlanmaya devam ederken
Uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaları azaltırlarsa, sermaye daha
yüksek getiri oranlarından yararlanabilmek için sermaye bakımından zengin olan
ülkeden, sermayenin kıt olduğu ülkeye doğru hareket edecektir. Aynı şekilde emeğin
hareketliliği üzerindeki kısıtlamalar azaltıldığında da ters yönlü bir faktör akımı
olacaktır. Bu süreç devam ettiğinde serbestleşen Uluslararası faktör akımları her iki
ülkenin de aynı faktör donatımına sahip olması sonucunu doğuracaktır. Bu durum
ise, ise Uluslararası faktör fiyatlarının eşitliği anlamına gelecek ve dolayısıyla ülkeler
birbirlerine göre daha önce sahip oldukları karşılaştırmalı üstünlükleri
kaybedeceklerdir. Sonuç olarak üretim faktörlerinin Uluslararası hareketliliğinin
serbestleştirilmesi Uluslararası ticaretin yerini almış, diğer bir deyişle ikame etmiş
olacaktır.15
Faktör Donatımı Teorisi Uluslararası mal hareketlerini açıklayabilmek
açısından yararlıdır. Örneğin; gelişmiş ülkelerin sermaye yoğun malları ihraç ederek,
emek yoğun malları ithal etmeleri şeklindeki davranışları bu teorinin yardımıyla
14 SEYİDOĞLU H., Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, Geliştirilmiş 11. baskı, İstanbul, 1996, s. 57-62 15 World Trade Organızatıon (WTO), “The Relationship Between Trade and Foreign Direct Investment”, Note by the Secretariat, WT/WGTI/W/7, 1997a, s. 14.
16
açıklanabilir. Ancak teori, benzer faktör donatımına sahip ülkeler arasındaki mal
hareketlerini açıklama konusunda yetersiz kalmakta ve DYY’nin yapılma sebepleri
ve Uluslararası ticarete etkileri hakkında herhangi bir açıklama getirmemektedir.
Mundell ise, Uluslararası faktör hareketlerinin önündeki kısıtlamaların
kaldırılmasıyla Uluslararası ticaretin bundan olumsuz etkileneceğine vurgu yapmış
ve bir Uluslararası sermaye hareketi türü olan DYY’nin ticareti ikame edeceğini ima
etmiştir.
2.4.2. Ürün Devreleri Teorisi
Vernon, 1966 yılında yayımladığı makalesiyle üretim sürecinin çok
uluslulaşmasını Ürün Devreleri Teorisiyle açıklamaya çalışmıştır. Bu teoriye göre
bazı ülkeler var olan ürünlerin üretiminde, bazıları ise yeni ürünlerin üretiminde
uzmanlaşmaktadır. Yeni ürünler zaman içinde yeni olma özelliğini yitirdikçe
üretildikleri ülkeler de değişmektedir. Böylece ürünlerin olgunlaşma süreci içinde
şirketler çok uluslulaşmaya ve Uluslararası ara malı ve nihai ürün ticaretine
yönelmektedirler.
Vernon’a göre ürün devreleri üç aşamada incelenmelidir;
1- Yeni ürünün piyasaya sürülmesi,
2- Ürünün olgunlaşması,
3- Ürünün standartlaşması
Ürün devreleri teorisinin aşamalarını oluşturmaktadır. İlk aşamada
teknolojik yenilik içeren bir ürün gelişmiş bir ülkede üretilmeye başlanır. Üretim
küçük miktarda yapılmaktadır ve ürün sadece iç piyasaya sunulmaktadır. Ürünün iç
piyasada yeterince olgunlaştığına karar verildiğinde üretim miktarı artırılır ve
ihracata başlanır. Yenilikçi firma, üretim teknolojisini bu aşamada da kendi elinde
tutmayı tercih etmektedir. Yeni ürün standartlaşmaya başladığında, yeni teknoloji
içeren ürünün sahibi olan firma bir taraftan yurt içinde ve yurt dışında lisans vermeye
başlar, bir taraftan da üretim miktarının artması ve araştırma geliştirme faaliyetlerine
ve yüksek maliyetli işgücüne artık ihtiyacı kalmaması nedeniyle, üretiminin büyük
bir bölümünü ücret seviyesinin düşük olduğu az gelişmiş ülkelere kaydırır. Yenilikçi
firmanın merkezinin bulunduğu ülke, artık hem yurt dışında lisans verdiği firmaların
17
hem de yeni teknoloji içeren ürünün sahibi olan firmanın başka bir ülkede aynı ürünü
daha düşük fiyata mal etmesi nedeniyle yeni ürün için net ithalatçı konumuna
gelmiştir. Sürecin sonunda yeni ürün, yenilikçi firmanın ülkesinde üretilmemekte,
ülke bu ürüne duyduğu ihtiyacı tamamen ithalatla karşılamaktadır. İlk aşamada
teknolojik yenilik içeren ürün ise artık her yerde serbestçe üretilebilen bir mal haline
gelmiştir. Bu aşamadan sonra yeni teknolojilerin ve ürünlerin bulunması
gerekmektedir.16
Özetlemek gerekirse, piyasaya sürülen yeni bir ürün önce dış ticarete sonra
da DYY’ye neden olmaktadır. Bu sebeple, Vernon’un teorisi hem Uluslararası mal
ticaretini hem de DYY’yi kapsaması açısından önemlidir.
2.4.3. OLI Paradigması
Ekonomik faaliyetlerini birden fazla ülkede sürdüren firmaların, tek ülkede
üretim yapan firmalara göre bazı ek maliyetlere katlanmak zorunda kaldığını ve bu
maliyetler karşısında üretimlerini sürdürebilmek için rakipleri karşısında ileri
teknoloji, ölçek ekonomileri gibi firmaya özgü bazı avantajlara sahip olmaları
gerektiğini öne süren Hymer (1976) ÇUŞ teorisinin kurucusu olarak
nitelendirilebilir. Ancak, 1977 yılında yaptığı çalışmayla Hymer’ın tezini geliştiren
Dunning, bir ÇUŞ’un DYY yapması için gerekli koşulları kapsamlı bir şekilde
açıklamaya çalışan ilk araştırmacı olarak ÇUŞ teorisinin gerçek kurucusu olarak
kabul edilmektedir.17 Literatürde “OLI Paradigması” (OLI Paradigm) veya “Eklektik
Paradigma” (Eclectic Paradigma) olarak bilinen teoriye göre bir ÇUŞ’un DYY
yapması için üç temel avantajın bir araya gelmesi gereklidir: Bunlar Mülkiyet
Avantajı, Konumsal Avantaj, İçselleştirme Avantajı’dır.
2.4.3.1. Mülkiyet Avantajı
ÇUŞ’ların sahip olduğu firmaya özgü fikri sınai mülkiyet hakları, teknolojik
üstünlükler, organizasyon ve yönetim modelleri, ticari markalar, dağıtım kanalları,
16 VERNON, R., “International Investment and International Trade in the Product Cycle”, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 80, No. 2 (May, 1966), s.190 – 207 17 SEGRE, G., “European Economic and Monetary Union and Foreign Direct Investment: A Survey of the Theoretical and Empirical Literature”, CES DPS 00.09, CES Working Papers, 2000, URL: <www.econ.kuleuven.ac.be/ew/academic/intecon/home/Publications/default.htm >
18
bilgi ve finans kaynaklarına erişimdeki üstünlükler, firmanın ölçek büyüklüğünden
dolayı elde ettiği ucuz girdi temin edebilme ve ölçek ekonomilerinden
yararlanabilme imkanı ÇUŞ’lara ev sahibi ülke firmaları karşısında avantaj
sağlamaktadır. ÇUŞ’ların bu tür mülkiyet avantajlarını (Ownership Advantages – O)
elde etmesinde yatırımcı ülkenin ekonomik koşulları ve hükümet politikaları etkili
olmaktadır. Örneğin, ÇUŞ’un ölçek ekonomilerinden yararlanmasında yatırımcı
ülkede şirket birleşmelerinin ve endüstriyel yoğunlaşmanın serbest olması, ÇUŞ’un
teknolojik üstünlük elde etmesinde hükümetlerin Ar–Ge çalışmalarına destek
vermesi ve bu çalışmalar için gerekli insan kaynağının yatırımcı ülkede mevcut
olması önemli bir etkiye sahiptir.
2.4.3.2. Konumsal Avantaj
Konumsal Avantaj (Location Advantages – L) DYY’nin hangi ülkede
yapılacağını belirleyen avantajlardır. ÇUŞ’lar yatırım projesinin hangi ülkede veya
bölgede hayata geçirileceğine, yatırımın özelliklerini ve yatırım yapılacak yerin
sağladığı avantajları göz önünde bulundurarak karar verirler. Faktör maliyetleri ve
verimliliği, yatırımcı ülke ile ev sahibi ülke arasındaki uzaklık, pazar büyüklüğü,
tabii kaynakların bolluğu, gümrük tarifeleri, ev sahibi ülkenin bir Bölgesel Ekonomik
Entegrasyona (BEE) üye olması, altyapının yeterliliği, yatırım teşvikleri, sosyal yapı
ve kültür benzerlikleri gibi unsurlar yatırım yerinin sağlayacağı avantajlar arasında
sayılabilir. Ulaşılmak istenen pazarda yukarıda belirtilen unsurların varlığı ÇUŞ’u
pazara ihracat yapmak yerine yatırım yapmaya yönlendirmektedir.
2.4.3.3. İçselleştirme Avantajı
ÇUŞ’un mülkiyet avantajı nedeniyle elinde bulundurduğu varlıklarını lisans
verme, franchise anlaşması yapma gibi yöntemlerle ev sahibi ülke firmalarına
kullandırmak yerine kendi kuracağı yavru şirket ile yerel piyasada faaliyet
göstermeyi tercih etmesidir (Internalisation Advantages – I). Ev sahibi ülke firmaları
ile lisans anlaşması yapmanın farklı bir hukuki ve idari yapıya daha kolay uyum
sağlama, piyasaya giriş maliyetlerini düşük tutma gibi avantajları olmasına rağmen;
ÇUŞ’lar tarafından lisans yoluyla kullandırılan teknolojinin, taraflar arasında bir
uyuşmazlık ortaya çıktığında lisans alan firma tarafından taklit edilebilme riski,
19
lisans anlaşmasına konu olan teknolojinin veya know-how’un nitelikli işgücü
tarafından kullanılması gerekliliği gibi faktörler nedeniyle DYY, lisanslamaya tercih
edilebilmektedir.18
Yukarıda sayılan ve ÇUŞ tarafından bir bütün olarak değerlendirilen
avantajlar ÇUŞ’un bir ülkede yatırım yapmasında etkili olmaktadır. Mülkiyet
avantajı (O) veri olarak kabul edildiğinde, konumsal avantaj (L) ve içselleştirme
avantajının (I) bulunup bulunmamasına göre ÇUŞ’un Uluslararasılaşma stratejisi
farklılık göstermektedir. ÇUŞ’lar sahip oldukları avantajlara göre ihracat yapmayı,
ev sahibi ülkeden bir firma ile lisans anlaşması yapmayı, ev sahibi ülkede bir dağıtım
şirketi kurmayı veya DYY yapmayı tercih etmektedirler. Tablo – 2.3.’de özetlendiği
gibi sadece mülkiyet avantajı söz konusuysa (1. durum) ÇUŞ ihracat yapmayı tercih
etmektedir. Eğer, ÇUŞ’un içselleştirme avantajı da varsa (2. durum) şirket doğrudan
yatırım olarak değerlendirilmeyen – ev sahibi ülkede herhangi bir üretim tesisi
kurmadan, yatırımcı ülkede üretilen ürünlerin ev sahibi ülkede satışını gerçekleştiren
- pazarlama, satış, dağıtım amaçlı bir şirket kurmaktadır. Mülkiyet avantajı ile
birlikte konumsal avantajın bulunduğu 3. durumda ise ÇUŞ ev sahibi ülkedeki
firmayla lisans anlaşması yapma yoluna gitmektedir. Bu şekilde ÇUŞ, bir yandan
yeni yatırım yapmanın maliyetinden kaçınırken diğer yandan konumsal avantajdan
yararlanmak istemektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere, üç avantajı da elde eden
ÇUŞ 4. durumda DYY yapmayı diğer Uluslararasılaşma stratejilerine tercih
etmektedir.19
Tablo 2.1. Şirketlerin Uluslararasılaşma Stratejileri (Mülkiyet Avantajı
Veri İken)
L – konumsal avantaj (-)
L – konumsal avantaj (+)
I – İçselleştirme avantajı (-) (1) İhracat (3) Lisans anlaşması
I – İçselleştirme avantajı (+) (2) Dağıtım şirketi (4) Doğrudan Yabancı Yatırım
18 DUNNING, J.H., “Explaining Changing Patterns of International Production: In Defence of the Eclectic Theory”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Nov. 79, Vol: 41, Issue 4, 1979, s.269 –292. 19 PEDERSEN, K., “The Eclectic Paradigm: 25 Years Anniversary”, First International Business and Economy Conference, San Francisco, 6–9 Jan. 2002, < www.news.asb.dk/ibec/The_Eclectic_Paradigm.pdf >
20
OLI paradigması, ÇUŞ’ların DYY yaparken dikkate aldıkları faktörleri,
ÇUŞ’ların firmaya özgü avantajlarını vurgulayarak açıklamaktadır. Bu teori
ÇUŞ’ların neden DYY yapmayı ticarete tercih ettiklerini anlayabilmek açısından
yararlıdır.
2.4.4. Yeni DYY teorisi
Yeni DYY teorisi, yatırımları yatırım kararında belirleyici olan etkenlere
göre iki ana gruba ayırarak bu yatırımların yatırımcı ülke ve ev sahibi ülkenin dış
ticaretine etkilerini araştırmaktadır. Bu teoriye göre DYY, dış ticaret için Heckscher-
Ohlin-Mundell yaklaşımının aksine yalnızca ikame edici değil aynı zamanda
tamamlayıcı özelliğe de sahiptir. DYY ve ticaret arasındaki ilişkinin tamamlayıcı
olması DYY’nin yapılmasından sonra yatırımcı ve ev sahibi ülkeler arasında
yapılmakta olan ticaretin miktar ve/veya değer olarak artması olarak tanımlanabilir.
İki ülke arasındaki ticaret DYY sonucunda artmakta ancak, ithalat ve ihracat
arasındaki denge ve dış ticaretin kompozisyonu DYY’nin türüne göre değişmektedir.
2.4.4.1. Yatay Entegrasyon Yatırımları (YEY)
YEY’ler, genel olarak bir ÇUŞ’un aynı ürünü birkaç ülkede üretmek için
yaptığı yatırımları ifade etmektedir. ÇUŞ’lar DYY ile ticaret yapmak arasında tercih
yaparken tek bir fabrikada üretim yaparak ölçek ekonomilerinden faydalanmanın
getireceği üretim maliyeti avantajı ile pazara yakın olmanın ve ticaret nedeniyle
karşılaşılan taşıma, gümrük tarifesi gibi maliyetleri azaltmanın avantajı arasında bir
karşılaştırma yapmaktadır. Eğer bu karşılaştırma sonucunda ÇUŞ yatırım yapmaya
karar verirse yapılan yatırım YEY olarak adlandırılır. Yatırımcı ülke ve ev sahibi
ülke arasında ticaret engelleri ve taşıma maliyetleri ne kadar yüksek ve yatırım
önündeki engeller ne kadar azsa, DYY ticarete o kadar çok tercih edilecek ve YEY
yapılacaktır.20 YEY yapıldıktan sonra ortaya çıkacak gümrük tarifesi artışları da
yavru şirketin satışlarının ÇUŞ’un toplam satışlarına oranını artıracaktır. Bu konuda
yapılmış bir ampirik çalışmaya göre, ev sahibi ülkeye yatırımcı ülkeden ithal edilen
20 BRAINARD, S.L., “A Simple Theory of Multinational Corporations and Trade with a Trade-off Between Proximity and Concentration”, NBER Working Paper No. 4269, February, 1993a
21
mallara uygulanan gümrük tarifesinin %1 oranında artırılması yavru şirketin
satışlarını %0,38 ile %0,45 arasında değişen oranda artırmaktadır.21
ÇUŞ, YEY yapma kararı ile hem ticaret maliyetlerinden kurtulmakta, hem
de yerel pazarda daha aktif olarak faaliyet gösterebilmekte ve değişen pazar koşulları
ve tüketici tercihlerine daha kolay ve hızlı uyum sağlayabilmektedir. Bunun yanında
YEY, ÇUŞ’un ev sahibi ülkede üretmediği diğer ürünlerinin bu ülkede daha çok
talep edilmesine yol açtığı bunun da ÇUŞ’un toplam satışlarına olumlu etki yaptığı
da bilinmektedir.22
Genel olarak pazara yakınlık avantajı sağlaması YEY yapmanın en önemli
nedeni olarak gösterilmektedir. Bu özelliğinden dolayı YEY’ler ihracatı ikame edici
yatırımlar olarak değerlendirilmektedir. Ev sahibi ülkenin pazarının büyüklüğü
YEY’in ihracatı ikame edici özelliğini iki nedenden dolayı artırmaktadır. Birinci
neden, birim çıktı başına sabit maliyetlerin toplam üretim hacminin artması
nedeniyle düşecek olmasıdır. İkinci neden ise, büyük miktarda üretim yapabilmek
için çok sayıda yerel tedarikçiye ihtiyaç duyulması ve bu tedarikçilerin aralarında
rekabet etmeleri sonucunda ara malı fiyatlarında görülecek düşüştür. Böylece yavru
şirket, üretim maliyetlerinin düşmesiyle piyasada fiyat avantajı elde edecektir.23
YEY’lerin ev sahibi ülkenin dış ticaretine net etkisinin belirlenmesi oldukça
güçtür. İlk olarak, YEY’in yatırımcı ülkeden yapılan nihai mal ihracatını ikame
edeceği ve ev sahibi ülkenin nihai mal ithalatının azalacağı öngörülür. Ancak
yatırımın ilk yıllarında yavru şirket nihai mal üretimi için gerekli sermaye malı,
hammadde ve ara malı ihtiyacını – kalite standartları ve iç piyasadaki tedarikçilerin
yeterince tanınmaması nedeniyle – yatırımcı ülkeden ithal eder. Bu nedenle, ev
sahibi ülkenin yatırımcı ülkeden ithalatının tamamının YEY ile ikame edilmemesi
beklenir. Yatırım yapan ÇUŞ zaman geçtikçe iç piyasadaki hammadde ve ara malı
tedarikçileriyle ticari ilişki kurmaya başlar ve aşamalı olarak ihtiyacını yurt içinden
karşılamaya yönelir. Dolayısıyla, YEY ile hammadde ve ara malı ithalatı arasındaki
21 BRAINARD, S.L., “An Empirical Assessment of the Proximity–Concentration Trade-off Between Multinational Sales and Trade”, NBER Working Paper No. 4580, December, 1993b, s. 39-40 22 OECD, “The Benefits and Costs of Foreign Direct Investment for Development: A Survey”, Note by the secretariat, DAFFE/IME (2001)21/REV1, Nov. 2001, s. 75 23 SHATZ, H.J. ve VENABLES A.J., “The Geography of International Investment”, The Oxford Handbook of Economic Geography, Oxford University Press, 2000, s. 7.
22
ilişkinin yıllar geçtikçe zayıflaması ve ev sahibi ülkenin YEY’den önce yaptığı nihai
mal ithalatının tamamen yerli üretimle ikame edilmesi beklenebilir. Sonuç olarak,
başlangıçta tamamlayıcı olan YEY ve ticaret ilişkisinin ilerleyen yıllarda ikame
ediciye dönüşmesi öngörülebilir.24
2.4.4.2. Dikey Entegrasyon Yatırımları (DEY)
DEY’ler, ÇUŞ tarafından üretilen nihai malın üretim sürecinin birkaç
aşamaya bölünmesi sonucunda bir malın üretilmesi için birkaç ülkede yapılan
yatırımlardır. ÇUŞ’un DEY şeklinde yatırım yapmasında doğal kaynakların
zenginliği, hammadde bolluğu, ucuz işgücü gibi faktör fiyatlarının farklı olmasından
kaynaklanan avantajlar önemli rol oynamaktadır.25 Bu faktörlerin yanında, ev sahibi
ülke ve yatırımcı ülke arasında taşıma maliyetlerinin düşük olması ve dış ticaretin
serbestçe yapılabilmesi de DEY için belirleyicidir. ABD pazarına sunulan bir
elektronik eşyanın bileşenlerinin ABD’de üretilmesi ancak ürünün montajının
maliyet avantajları nedeniyle bir Güneydoğu Asya ülkesinde yapılması DEY’e örnek
olarak verilebilir. DEY’i, dolayısıyla ara malı ticaretini etkileyen faktörleri araştıran
bir çalışmaya göre, ev sahibi ülkenin ithalata uyguladığı gümrük tarifesi oranları ile
ara malı ithalatı arasında negatif yönlü ve güçlü bir ilişki vardır. Buna göre, gümrük
tarifelerinde yapılacak %1’lik indirim, ara malı ithalatında % 3–5 aralığında artışa
yol açmaktadır. Aynı çalışmada DEY teorisi ile uyumlu olarak, niteliksiz işgücü
ücretlerinin göreli olarak daha düşük olduğu ev sahibi ülkelerin daha çok ara malı
ithal ettiklerinin gözlendiği belirtilmektedir.26
DEY’lerde gözlenen genel eğilim, üretim sürecinin emek yoğun olan
kısmının (montaj) ucuz ve niteliksiz işgücünün bulunduğu ülkelerde; idari birimler,
araştırma geliştirme gibi diğer kısımlarını ise nitelikli işgücünün yeterli derecede
bulunduğu ülkede yapmaktır. 1996 yılı verilerine göre Meksika’da faaliyet gösteren
ABD merkezli ÇUŞ’lar üretimlerinin %40’ını ABD’ye satmaktadırlar. Bu oran -
Kanada hariç- diğer ülkelerdeki ABD merkezli ÇUŞ’ların ABD’ye satışlarına göre
24 WTO, 1997a, s.16-17. 25 BRACONIER, H., NORBACK, P.J. ve URBAN, D., “Vertical FDI Revisited”, IUI Working Paper Series No. 579,The Research Institute of Industrial Economics, 2002, s. 8, < www.iui.se/wp/wp579/iuiwp579.pdf > 26 HANSON, G.H., MATALONI R.J. ve SLAUGHTER M.J. (2003), “Vertical Specialization in Multinational Firms”, NBER Working Paper No. 9723, May, 2003,
23
oldukça yüksek bir orandır ve ABD merkezli ÇUŞ’ların Meksika’daki yatırımlarının
büyük bir kısmının DEY olduğunu düşündürmektedir. Kanada’daki yavru
şirketlerden ABD’ye geri satışın oranı ise %28’dir. ABD ÇUŞ’larının Meksika ve
Kanada’da diğer ülkelere göre daha fazla DEY yapması ise coğrafi yakınlık ve bu üç
ülke arasında yapılmış olan NAFTA anlaşmasının getirdiği ekonomik entegrasyon
gibi etkenlere bağlanmaktadır. Bu faktörlerin yanında Meksika’nın, ABD merkezli
ÇUŞ’ların ucuz işgücünden yararlandırılması yoluyla daha çok DYY çekmesi
amacıyla yapılmış “maquiladora” programı da, yatırım yaparken DEY’in tercih
edilmesinde etkili olmuştur.27
ABD ve İsveç merkezli ÇUŞ’ların yavru şirketlerinin 1986 – 90 – 94 – 98
yıllarına ait ihracat verilerini kapsayan bir çalışmaya göre, ABD merkezli ÇUŞ’ların
yavru şirketleri, İsveç merkezli yavru şirketlere göre yatırımcı ülkeye üretimlerinin
daha büyük bir kısmını ihraç etmektedirler. ABD merkezli ÇUŞ’ların Meksika ve
Kanada’da yaptığı yatırımlar söz konusu bulgunun elde edilmesinde etkili olmuştur.
İsveç merkezli ÇUŞ’lar ise yatırım yeri olarak daha çok AB ve ABD’yi tercih
etmişler ve pazara yönelik yatırımlara ağırlık vermişlerdir. 1986 – 1998 dönemi
içerisinde yavru şirketlerden yatırımcı ülkelere yapılan ihracatın, bu şirketlerin
toplam ihracatına oranı ABD merkezli ÇUŞ’lar için %13 seviyesinden % 16’ya
yükselirken, İsveç merkezli ÇUŞ’lar için bu oran %5’den %7’ye çıkmıştır.28
DEY, doğası gereği ticaret yaratıcı etkisi olan türde DYY’dir. Yatırımcı
ülke pazarı için üretilen bir ürünün, DEY yapılması sonucunda farklı bir ülkede
montajının yapılarak yatırımcı ülkeye ihraç edilmesi hem yatırımcı ülke hem de ev
sahibi ülkenin dış ticaret hacmini artırmaktadır. DEY sadece yatırımcı ülke pazarına
yönelik olarak değil, bir BEE pazarına yönelik olarak da yapılabilir. Bu durumda
DEY’in yapıldığı ülke, BEE’ye ticaret engelleri ile karşılaşmadan rekabetçi bir
fiyatla satış yapılabilen bir ihracat üssü haline gelmektedir. BEE’yi hedefleyen DEY
sonucunda da yatırımcı ülkenin, ev sahibi ülkenin ve BEE’nin dış ticaret hacmi
artmaktadır. Dolayısıyla, DEY’ler ülkeler arasındaki ticareti ikame etmemekte,
aksine Uluslararası ticaret için tamamlayıcı rol oynamaktadırlar.
27 SHATZ, ve VENABLES, 2000, s. 5-13. 28 BRACONIER, NORBACK ve URBAN, 2002, s. 11.
24
2.4.4.3. Bilgi Sermayesi Modeli (BSM)
DYY’yi açıklamaya çalışan son teori yukarıda açıklanan YEY ve DEY’in
birlikte değerlendirilmesi ile oluşturulan BSM’dir. BSM teorisi de YEY ve DEY’de
olduğu gibi iki ülke, iki mal ve iki faktör (nitelikli ve niteliksiz işgücü) varsayımına
dayanır. Ancak, bu teorinin ayırt edici özelliği ikisi yerli, ikisi YEY yapmış ÇUŞ,
ikisi DEY yapmış ÇUŞ olmak üzere altı farklı firma türünü modele dahil etmiş
olmasıdır.29
Teoriye göre ticaret maliyetlerinin marjinal üretim maliyetinin %20’sini
oluşturduğu varsayımı altında, yavru şirketlerin üretimi yatırımcı ve ev sahibi
ülkelerin ekonomik, demografik büyüklükler ve faktör donatımı açısından
benzeşmeleri halinde en yüksek düzeyde gerçekleşmektedir. Benzer ülkeler söz
konusu olduğunda ÇUŞ’lar YEY’i tercih etmektedir. Yukarıda belirtilen marjinal
maliyet varsayımı korunarak, YEY yapan ÇUŞ’larla DEY yapan ÇUŞ’ların toplam
sabit maliyetlerinin birbirine eşit olması varsayımı modele eklendiğinde ekonomik
büyüklükler ve faktör donatımı açısından birbirine benzer ülkeler arasında ÇUŞ’ların
YEY yapmaya yöneldiği gözlenmiştir. Ticaret maliyetlerinin düşük olduğu ve YEY
yapan ÇUŞ’ların yerli firmalara göre iki kat toplam sabit maliyete katlandığı
varsayıldığında, farklı faktör donatımına, dolayısıyla farklı faktör fiyatlarına, sahip
ülkeler arasında ÇUŞ’ların DEY yaptığı sonucuna ulaşılmıştır.30
Bu sonuçlardan yola çıkarak, faktör donatımları ve ekonomik büyüklükler
yönünden benzer ülkeler söz konusu olduğunda DYY ve ticaretin birbirini ikame
ettiği, farklı faktör donatımına sahip ülkeler arasında da bu ilişkinin tamamlayıcı
olduğu söylenebilir.
2.5. YABANCI YATIRIM ENDEKSLERİ
Yabancı Yatırımları etkileyen faktörler ve Yabancı Yatırım Teorilerinin
sonunda en az bunlar kadar önemli ekonomik büyüklük ve rekabet gücünü dikkate
alarak ülkelerin Doğrudan Yabancı Yatırım çekme becerilerini değerlendirmemizi 29 MARKUSEN, J.R., VENABLES, A.J., KONAN, D.E. ve ZHANG, K.H., “A Unified Treatment of Horizontal Direct Investment, Vertical Direct Investment, and the Pattern of Trade in Goods and Services”, NBER Working Paper No. 5696, August, 1996 30 MARKUSEN, J.R., ve MASKUS, K.E., “General Equilibrium Approaches to the Multinational Firm: A Review of Theory and Evidence”, NBER Working Paper No. 8334, June, 2001
25
sağlayacak Yabancı Yatırım endekslerine deyinip Türkiye’ nin bu endekslere göre
kaçıncı sıralarda yer aldığını açıklamamız ve diğer ülkelerle karşılaştırmamız
Yabancı Yatırım çekmek için hangi faktörlerin daha önemli olduğunun anlaşılmasına
büyük yarar sağlayacaktır. Endeks ülkelerin çokuluslu firmalara ne kadar cazip
geldiği açısından büyük farklılıklar gösterir. Beş ülke “dengeli” olup (yani endeksleri
‘bir’dir) bu ülkelerin doğrudan Yabancı Yatırım girişlerdeki payı dünya GSMH’
sindeki ortalama paylarına, istihdam ve ihracatlara eşdeğerdir: Costa Rica, El
Salvador, Macaristan, Malezya ve Slovakya. Genel olarak güçlü ve açık ekonomiye
sahip ülkeler endeks sıralamasının üst kademelerinde yer almaktadır; ancak,
ekonomileri zayıf ama doğal kaynaklar gücü olan bazı ülkeler de Angola ve
Mozambik gibi üst sıralarda yer almaktadır. Bazı durumlar, ekonomik faktörler ve
politikalar bir ülkenin sıralamasını Endeksteki ekonomik gücün öğelerini temel
alarak beklenen orandan daha aşağıya çekebilir. Sıralamanın altlarında yer alan diğer
ülkeler (örneğin Japonya ve Kore Cumhuriyeti) genel anlamda güçlü ekonomik
konumlara sahip olmalarına rağmen geçmişte Doğrudan Yabancı Yatırım girişini
sınırlamıştır.
Yabancı Yatırım Endeksleri konusunda verilen bu kısa bilgiden sonra
Endeksler açısından Türkiye değerlendirmesi yapıp Türkiye’nin Yatırım Yeri
Endekslerindeki sıralamalarına göz atalım.31
2.5.1. Türkiye’nin Yatırım Yeri Endekslerindeki Sıralamaları
2007 yılı boyunca Türkiye’deki yatırım ortamının iyileştirilmesini
hedefleyen ve büyük ölçüde YOİKK bünyesinde gerçekleştirilen çalışmalar,
ülkelerin yatırım ortamlarına ilişkin karşılaştırmalı değerlendirmeler yapan
uluslararası yatırım endekslerindeki Türkiye’nin konumunu olumlu yönde
etkilemiştir. Ülkeler arasında yatırım ortamının niteliğini kıyaslamak üzere uluslar
arası kuruluşlar, danışmanlık şirketleri ve üniversiteler tarafından oluşturulan çeşitli
yatırım ortamı göstergeleri yatırımcıların yer seçimi kararlarında önemli ölçüde etkili
olmaktadır. Aşağıda Tepav ve Dünya Bankası’nın ortak hazırladığı 2007 Yatırım
ortamını cazip hale getiren bazı faktörler açısından karşılaştırılması neticesinde
31 Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı ( UNCTAD), Dünya Yatırım Raporu 2001
26
Türkiye’nin Yatırım Ortamı olma konusunda cazip ve cazip olmayan yönleri ele
alınacaktır.
Tablo 2.2. Türkiye’nin önde gelen yatırım yeri endekslerinin sıralamaları
Kurum/ Kuruluş Endeks Türkiye’nin Sıralaması/Toplam Ülke sayısı
2005 2006 2007
Dünya Akonomik Forumu (küresel rekabet gücü raporu)
Küresel Rekabet Gücü Endeksi
71/117 59/125 53/131
Dünya Akonomik Forumu (küresel rekabet gücü raporu)
İş Ortamı Rekabet Gücü Endeksi
49/113 46/121 46/127
Forbes Sermayeye Dost Ülke Endeksi
- 61/135 48/144
Dünya Bankası
İş Yapma Kolaylığı Endeksi
93/155 91/175 57/175
Uluslarası Yönetim Gelişimi Enstitüsü
Dünya Rekabet Yıllığı
39/55 43/55 48/55
Heritage Vakfı
Ekonomik Bağımsızlık Endeksi
112/161 85/157 83/157
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Doğrudan Uluslar arası Yatırımlar 2006 yılı raporu
2.5.1.1. Ekonomik Bağımsızlık Endeksi
Heritage Vakfı ile The Wall Street Journal tarafından yıllık olarak
yayımlanan, “Ekonomik Bağımsızlık Endeksi”, ticaret yapma, iş yapma, yatırım ve
mülkiyet hakları gibi 10 kategori ve 50 değişken çerçevesinde ekonomik
bağımsızlığı ölçmeyi amaçlamaktadır. Endeks sıralamasına göre Türkiye, 2007
yılında 157 ülke arasında 83. olurken, 2008 yılında 162 ülke arasında 74. sıraya
yükselmiştir.
27
2.5.1.2. Küresel Rekabet Gücü Endeksi
2.5.1.3. İş Ortamı Rekabet Gücü Endeksi
Uluslararası rekabet gücü kıyaslamalarında yakından takip edilen “Dünya
Ekonomik Forumu Küresel Rekabet Raporu”37, iki endeks kapsamında ülkelerin
rekabet gücüne ilişkin değerlendirmeler sunmaktadır. Bu endekslerden ilkini teşkil
eden “Küresel Rekabet Gücü Endeksi”ne göre Türkiye, bir önceki yıl 122 ülke
arasında 58. sırada yer alırken, 2007-2008 dönemi itibariyle 131 ülke arasında 53.
sıraya yükselmiştir. Benzer şekilde, Rapor kapsamındaki bir diğer endeks olan “İş
Ortamı Rekabet Gücü Endeksi” çerçevesinde de Türkiye, bir önceki yıla göre
performansında bir iyileşme sağlamış ve 127 ülke arasında 46. sırada yer almıştır.
2.5.1.4. İş Yapma Kolaylığı Endeksi
Dünya Bankası tarafından 2004 yılından beri düzenli olarak yayımlanmakta
olan İş Ortamı Raporu, ülkelerin iş ortamlarını inceleyerek, yatırımların, üretkenliğin
ve büyümenin artırılmasına olumlu veya olumsuz etkide bulunan düzenlemeleri ve
kısıtlamaları tespit ederek; bunların maliyetlerine ve sürelerine ilişkin analizler
yapmakta ve ülkeler arasında karşılaştırma yapılmasına imkan tanıyan “İş Yapma
Kolaylığı Endeksi”ni yayımlamaktadır. Bahsi geçen Endeks kapsamında Türkiye,
2007 yılı Raporunda 175 ülke arasında 91. sırada yer alırken, 2008 yılı Raporunda 34
basamak iyileşme göstererek 57. sıraya yükselmiştir.32
2.5.1.5. Sermayeye Dost Ülke Endeksi
İş dünyasının prestijli süreli yayınları arasında yer alan Forbes dergisi
tarafından yayımlanan “Sermayeye Dost Ülke Endeksi”, Ülkelerin Yabancı
Yatırımcılar açısından cazibesini ölçmeyi amaçlayan bir çalışmadır. Endekste
Türkiye 2006 yılında 135 ülke arasında 61. sırada yer alırken, 2007 yılında 144 ülke
arasında 48. sıraya yükselmiştir. Türkiye’nin yabancı yatırımcının korunması,
rekabet, teknoloji, çalışan özgürlüğü gibi konularda kaydettiği ilerlemeler, söz
konusu sıralamada sağlanan yükselmede önemli birer etken olmuştur. Yapılan
değerlendirmelerde de modern endüstri ve tarım sektörü, Türkiye ekonomisinde 2 32 http://www.hazine.gov.tr/ Uluslar arası Doğrudan Yatırımlar 2007 yılı raporu
28
önemli alan olarak sayılmış ve Türkiye’nin güçlü ve büyüyen bir özel sektör yapısına
sahip olduğu belirtilmiştir.
2.5.1.6. Dünya Rekabet Gücü Yıllığı
İsviçre Uluslararası Yönetim Gelişimi Enstitüsü (Institute for Management
Development- IMD) tarafından 1989 yılından itibaren her yıl yayımlanan Dünya
Rekabet Gücü Yıllığı, Ekonomik Performans, devlet kurumlarının etkinliği, iş
aleminin etkinliği, altyapı başlıkları altında toplanan 323 farklı gösterge üzerinden
yapılan değerlendirmeler sonucunda hazırlanmaktadır. Endeksin oluşturulmasında
Ülkelerin çeşitli konulardaki göstergeleri ile birlikte yatırımcılar tarafından
cevaplanan anketler kullanılmakta olup, göstergelerin ülke sıralamasına olan
etkisinin ağırlığı 2/3 tür. Söz konusu sıralamada Türkiye, 2007 yılında bir önceki yıla
göre 55 ülke arasında 5 sıra gerileyerek 48. sırada yer almıştır. Türkiye ekonomik
performans alanında en başarılı ülkelerden olmasına rağmen, alt yapı ve kurumların
etkinliği alanında elde ettiği skorlar diğer ülkelerin gerisinde kalmıştır.
Ülkeler arasında yatırım ortamının niteliğini kıyaslamak üzere uluslar arası
kuruluşlar, danışmanlık şirketleri ve üniversiteler tarafından oluşturulan çeşitli
yatırım ortamı göstergeleri yatırımcıların yer seçimi kararlarında önemli ölçüde etkili
olmaktadır. Aşağıda Tepav ve Dünya Bankası’nın ortak hazırladığı 2007 Yatırım
Ortamı değerlendirmesi incelenecek; Türkiye’nin diğer bazı ülkeler ile yatırım
ortamını cazip hale getiren bazı faktörler açısından karşılaştırılması neticesinde
Türkiye’nin Yatırım Ortamı olma konusunda cazip ve cazip olmayan yönleri ele
alınacak ve bu değerlendirme çalışmamız açısından, son dönem Türkiye yatırım
ortamı değerlendirmesi konusunda örnek teşkil edecektir.
2.6. TÜRKİYE'NİN TEMEL EKONOMİK SORUNLARI
Türkiye ekonomisi, 2001 mali krizinin ardından özel sektörün öncülük ettiği
ve istikrarlı bir makro ekonomik politika çerçevesi tarafından desteklenen sağlıklı bir
büyüme göstermiştir. GSYH, 2002-2006 boyunca neredeyse tamamen özel sektörün
başı çekmesiyle yıllık ortalama yüzde 7 büyümüştür. Başlangıçta büyüme kısmen bir
tekrar sıçramanın sonucu olmuş fakat GSYH 2003'te kriz öncesi seviyeyi geçmiş ve
hızla artmaya devam etmiştir. İş çevrelerindeki iyimserlik öz sermayelerin
29
büyümesine yol açmış ve özel sabit yatırımlar 2002-2006 arasında yıllık ortalama
yüzde 24 artmıştır. Bu yatırımlar firmaların kapasitelerini ve işgücü verimliliğini
arttırmalarına yardımcı olmuştur. Makroekonomik risklerin devam etmesine rağmen,
Hükümetin sağlam mali ve parasal politikalara dayalı kararlı bir çerçeve yürütmesi
son dönemdeki büyümeyi desteklemiştir.
Türkiye'nin yakın gelecek için temel hedeflerinin başında AB ülkeleri ve
diğer büyüyen pazarlarla arasındaki kişi başına gelir farkını azaltmak gelmektedir.
Türkiye'nin kişi başına GSYH'si son yıllarda hızla artmıştır. Ne var ki, uzun vadede
Türkiye'nin kişi başına GSYH'si Avrupa ülkelerinin ve diğer büyümekte olan
pazarlarınkine çok yavaş yaklaşmaktadır. Birkaç ülke-Şili, Malezya ve Kore dâhil -
1980lerde Türkiye'ninkiyle yaklaşık olarak aynı (ya da daha düşük) kişi başına gelire
sahipken o zamandan beri Türkiye'den çok daha hızlı büyümüşlerdir.
Türkiye'nin kişi başına gelirinin AB ülkelerininkine yaklaşması - öncelikle
ve en önemlisi- işgücü verimliliğinin arttırılmasını gerektirmektedir. İşgücü
verimliliği Türkiye ve AB-15 arasındaki kişi başına gelir farkının yüzde 80'inden
sorumludur. Bunun arttırılması işçi başına sermayenin (makine, altyapı ve binalar
gibi fiziksel varlıklara yatırımlar) ve toplam faktör verimliliğinin (teknoloji alım ve
gelişmiş işgücü yetenekleri gibi faktörlerden gelen katkılar) arttırılmasını gerektirir.
İşgücü katılımının ve istihdamın arttırılması da uyumlaşma ve gelecekteki
reformlara politik desteğin sağlanması için gereklidir, istihdam kişi başına gelire
işgücü verimliliğinden daha az katkıda bulunsa da, sadece ekonomik büyüme için
değil, aynı zamanda sosyal beklentilerin karşılanması ve reformlara kamuoyu
desteğinin devam ettirilmesi için de gereklidir. 2005 yılında yüzde 46 düzeyinde olan
Türkiye'deki istihdam oran,, yüzde 64 düzeyindeki AB ortalamasının ve yüzde 70
düzeyindeki Lizbon hedefinin çok gerisindedir ve son dört senedeki ekonomik
büyümeye rağmen artmamıştır. (Grafik 2.1) Hızla artan işgücü, özellikle kadınlar
arasında düşük işgücü katılımı ve tarım sektöründen göç yüksek işsizliğe katkıda
bulunmaktadır.
30
Grafik 2.1. İş gücü Arz ve Talebi
Hükümet son zamanlarda verimliliği ve istihdamı arttırmak için önemli
önlemler uygulamış ve bu hedefleri stratejisinin merkezine koymuştur. Son yıllarda,
Hükümet verimliliği ve istihdamı arttırmak için bir dizi faaliyet gerçekleştirmiştir.
Bunlar arasında; 2005 ve 2006'da daha önce görülmemiş bir hızda gerçekleştirilen ve
17 milyar ABD $'nın üzerinde gelir getiren özelleştirme çabaları, istikrarın ve
firmaların kredilere erişiminin arttırılması için bankacılık sektöründe reform
yapılması ve firmaların giriş ve çalışmasını kolaylaştırmak için idari engellerin
azaltılması bulunmaktadır. Hükümetin stratejisi rekabet gücüne ve istihdama öncelik
tanıyan, 2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda
özetlenmiştir. Rekabet gücünün arttırılmasına yönelik faaliyetler, kalıcı
makroekonomik istikrara ulaşılmasını, ticaret ortamının geliştirilmesini, kayıt dışı-
lığın azaltılmasını ve AR-GE ve yenilikçiliğin desteklenmesini gerektirmektedir,
istihdam ekseni, işgücü piyasasının performansının arttırılmasına, iş güvenliği ve
esnekliğinin dengelenmesine ve eğitim sistemiyle pazarın ihtiyaç duyduğu yetenekler
arasındaki uyumun arttırılmasına yönelik faaliyetleri kapsamaktadır.
Türkiye Yatırım Ortamı Değerlendirmesi (ICA), işgücü verimliliğini ve
istihdamı kısıtlayan darboğazlarla ilgili firma düzeyindeki verilerin analizinin yanı
sıra bunları azaltmaya yönelik önerileri de sunarak Hükümetin reform programına
katkıda bulunmaktadır. Türkiye Yatırım Ortamı Çalışmasının (ICA) temel hedefleri
şunlardır: Türkiye istatistik Kurumu'ndan ve yapılan özel ve kapsamlı bir anketle
Türkiye imalat sanayindeki firmalardan toplanan verileri kullanarak verimlilik ve
istihdam üzerindeki kısıtlamaları analiz etmek; bu kısıtlamaları azaltılma yollarıyla
ilgili olarak Hükümetin büyüme reformu gündemine katkıda bulunabilecek öneriler
31
sunmak ve temel reform alanları konusunda kamu sektörü ve özel sektör arasında
diyalog oluşturmak.
2.7. VERİMLİLİK VE İSTİHDAMIN BELİRLEYİCİ FAKTÖRLERİ:
FİRMA DÜZEYİNDEKİ ANALİZ SONUÇLARI
Türkiye'de firmaların giriş ve çıkışı ile piyasa seleksiyonu oldukça aktiftir.
Diğer ülkelere göre* Türkiye çok yüksek firma giriş ve çıkış oranlarına sahiptir
(Grafik 2.2). Piyasa seleksiyonu da serttir, örneğin Türkiye'de pazara giriş yapan
firmaların yaklaşık yüzde 40'ı ilk iki yılda başarısız olmakta ve dört yılın sonunda
sadece yarısı, ayakta kalabilmekte iken, bu oran Şili ve Macaristan'da yüzde 60 ve
yüzde 70'tir. Bu durum Türkiye'de giriş ve çıkışın önündeki engellerin üstesinden
gelinemez olmadığını ve firmaların girişi genellikle başarısız olan bir araştırma
süreci tarafından yönlendiriliyor gibi görünse de girişimciliğin başarılı olduğunu
göstermektedir.
Grafik 2.2. Giriş ve Çıkış Oranları Yüzdelik değerler, 10’dan fazla çalışanı
bulunan Firmalar, 1990’lar
Yüksek iş hacmi oranlarına rağmen Türk firmalar, karşılaştırma yapılan
ülkelerdeki firmalar kadar çok büyümemektedir. Başarılı yeni girişimciler pazara
giren ve ayakta kalan Türk firmalar, karşılaştırma yapılan ülkelerdeki firmalar kadar
çok büyümemektedir (Grafik 2.4). Meksika'da ayakta kalan firmalar 2. ve 4. işletme
32
yılları arasında istihdamı ortalama yüzde 30 arttırırken Türk firmaları istihdamı
yüzde 10'dan az arttırmaktadır. Bu durum Türk firmalarının büyümede kısıtlamalarla
karşılaştığını göstermektedir.
Grafik 2.3. Bir Yeni Girişimciler Grubundan Belirli bir yaşta halen devam eden
firmaların oranı, 1990’lar
Grafik 2.4. Ayakta Kalan Firmaların İstihdam Artışı
33
Türkiye'deki mevcut girişimciler geleneksel olarak verimliliklerini yatırım
yapmak ve stratejik olarak büyümek yerine küçülerek ve kaynaklarını mevcut
şirketlere yeniden dağıtarak arttırmışlardır. Grafik 2.5 firmaların giriş, büyüme ve
çıkış biçimlerini işgücü verimliliği üzerine etkilerini göstermektedir. Türkiye'deki
işgücü verimliliği, karşılaştırma yapılan Avrupalı olmayan ülkelere (Arjantin, Şili ve
Kolombiya3) göre daha az da olsa, çoğunlukla mevcut firmaların büyümesi
tarafından yönlendirilmiştir ("iç etki"). Kaynakların sektörler arasında yeniden
dağıtımının işgücü verimliliğine yaptığı katkı ("ara etki") Türkiye'de karşılaştırma
yapılan bütün diğer ülkelerden daha yüksektir. Son olarak, hem düşük verimliliğe
sahip firmaların çıkışı ("çıkış etkisi") hem de yeni girişimcilerin küçülmesi ("çapraz
etki") Türkiye'de verimlilik üzerinde önemli etkide bulunmuştur. Özet olarak,
Avrupalı olmayan ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye'deki mevcut firmalar ve-
rimliliği stratejik olarak büyümek yerine boyutlarını küçülterek ve kaynaklarını
mevcut şirketlere yeniden dağıtarak arttırmaktadır.
Grafik 2.5. İş Gücü verimliliğinin yapısı
Mevcut girişimcilerin büyümesine yönelik stratejiler Türkiye'nin ekonomi
politikaları gündeminin önceliği olmalıdır. Kuruluş engellerinin azaltılmasına ve iflas
prosedürlerinin iyileştirilmesine yönelik reformlar, piyasa seleksiyonunun daha fazla
desteklenmesine ve ömrünü tamamlamış firmaların yeni yatırımlara kaynak
34
bırakmak için çıkış yapmalarına önemli etkilerde bulunurken, firma dinamiklerinin
analizi firmaların büyümesinin önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik
girişimlerin Türkiye'de çok daha önemli olduğunu göstermektedir.
Yatırım ortamlarındaki gelişmeler firmaların verimlilik ve istihdam
artışlarına katkı da bulunmaktadır imalat sanayinde faaliyet gösteren yaklaşık 1300
firmaya uygulanan Türkiye Yatırım Ortamı Anketi (ICS) aracılığıyla toplanan firma
verilerinin ekonometrik analizi, Türk firmalarının verimlilik ve istihdamlarının
yatırım ortamının birkaç boyutuyla güçlü bir ilişkiye sahip olduğunu göstermektedir.
Özellikle, verimlilik kayıt dışılıkta azalma ve mali şeffaflıkta artış ile güçlü şekilde
ilişkilidir. Verimlilik ayrıca suç ve zayıf altyapıyla, özellikle elektrik kesintileriyle ve
uzun gümrükte bekleme süreleriyle, olumsuz bir ilişkiye sahiptir. Firma personeli
arasında daha yüksek eğitim ve firma tarafından verilen çalışan eğitimi, hem
verimlilik hem de istihdamla yeni teknolojilerin alım ve internet kullanım, kadar
olumlu ilişkiye sahiptir. Diğer taraftan, bürokratik konulara harcanan idari süreler
hem verimlilik hem de istihdamla olumsuz ilişkiye sahipken, istihdam da finansmana
daha yüksek erişim ve firmaların kalite standartlarını kullanımıyla olumlu ilişkiye
sahiptir.
Verimlilik ve istihdam ayrıca ihracat ve doğrudan yabancı yatırımlarla
olumlu bir ilişkiye sahiptir; bunlar da özellikle işgücü becerilerinin kalitesi ve
şirketlerin teknolojilerini geliştirebilme kapasiteleri gibi bazı yatırım ortamı
faktörlerinden etkilenmektedir. Daha verimli firmalar daha iyi ihracat performans,
sergilemekte ve daha yüksek yabancı sermaye oranına sahip görünmektedir. istihdam
da ihracatla pozitif ilişkiye sahiptir. Firmaların ihracat yapma eğilimleri, daha kısa
ithalat gümrük gecikmeleri, dış denetimden geçmiş mali raporlara sahip olma, kalite
sertifikalarının kullanımı, internet erişimi, nitelikli işgücüne ve firma için eğitimlere
erişimle ilişkilidir. Bir firmanın yabancı sermayeye sahip olmasıyla pozitif ve güçlü
ilişkiye sahip faktörler arasında; daha iyi eğitimli yöneticiler, personelin iç eğitimi,
yeni ürünlerin tanıtımı yoluyla yenilikçilik ve teknoloji lisansları yer almaktadır.
35
2.8. FİRMALARIN VERİMLİLİKLERİNİN VE İSTİHDAMLARININ
ARTTIRILMASI: TEMEL KONULAR VE ÖNERİLER
Türk firmalarının verimlilik ve istihdamlarını arttırmaya yönelik ilk dört
öneri şunlardır: kayıt dışılığın azaltılması, işgücü piyasasının esnekliğinin
arttırılması, işgücü becerilerinin arttırılması ve firmaların teknolojik gelişiminin
kolaylaştırılması. Ayrıca, aşırı bürokrasinin azaltılması kısa vadede izlenebilecek
düşük maliyetli bir tamamlayıcı önlemken, finansmana erişimin arttırılması ve
altyapı kalitesinin arttırılması da gereklidir. Çalışmanın bulguları ışığında, firmaların
büyümesini arttırmak için en önemli önlemler şunlardır: (1) vergi oranlarını
düşürerek, vergi yaptırımlarını güçlendirerek ve firmaların mali şeffaflığını artırarak
kayıt dışılığın azaltılması (2) işler yerine işçileri koruyarak işgücü piyasasının esnek-
liğinin arttırılması, (3) bütün seviyelerde eğitimi iyileştirerek işgücü becerilerinin
özel sektör ihtiyaçları ile uyumlaştırılması ve (4) ileri teknolojilerinin ve kalite
standartlarının benimsenmesini sağlayarak Türk firmalarının teknolojik ilerlemesinin
desteklenmesi. Diğer önemli önlemler; firmaların finansmana erişiminin arttırılması
ve özellikle enerji güvenilirliği ve gümrük etkinliği olmak üzere altyapı kalitesinin
arttırılmasıdır. Düşük maliyetle izlenebilecek ve kısa vadede uygulanabilecek
tamamlayıcı reformlar; kayıt masraflarının azaltılması, kayıt yaptırmak ve çalışmak
için gerekli ruhsatların sayısının azaltılması ve iflas prosedürlerinin süresinin
azaltılarak toparlanma oranlarının arttırılmasıdır/ Aşağıdaki bölümler, her bir hususla
ilgili tanıya yönelik önerilerin ve politika önerilerinin sonuçlarını özetlemektedir.
2.8.1. Kayıt Dışılığın Azaltılması ve Firmaların Mali Şeffaflığının
Arttırılması
Büyük ölçüde vergilendirme rejiminin bir sonucu olan kayıt dışılığın
azaltılmasının, verimlilik ve istihdamda önemli kazanımlar sağlaması muhtemeldir.
Bütün boyutlarda ve sektörlerde araştırılan firmaların üçte birinden fazlası, kayıt dışı
firmalarla rekabet ettiklerini belirtmektedir. Aynı şekilde, bütün ölçeklerdeki ve
sektörlerdeki firmalar 2001'den beri kayıt dışılığın arttığını algılamaktadırlar. Yatırım
Ortamı Değerlendirme Anketi verimlilik ve istihdamın daha az kayıt dışılık ve daha
yüksek mali şeffaflıkla güçlü şekilde ilişkili olduğunu göstermektedir- vergi amaçları
için daha çok gelir ve işgücü maliyeti beyan eden "daha az kayıt dışı" firmalar ve
36
denetimden geçmiş mali tablolar kullanan firmalar daha verimlidir ve daha fazla
personel istihdam etmektedir. Türk firmaları kayıt dışılığın temel nedenini vergiden
ve mevzuattan kaçınmak olarak belirtmektedir (Grafik 2.6).
Grafik 2.6. Kayıt Dışı firmalar için Rekabet avantajı sağlayan etkenler
Kurumlar vergisi rejimindeki son reformlar daha güçlü yürütme ve vergi
ödeme maliyetlerinde ve işgücü vergisi oranlarında azaltmayla tamamlanmalıdır.
Türkiye yakın zamanda kurumlar vergisini yüzde 30'dan 20'ye indirmiştir ve vergi
toplama etkinliğini arttırmak ve firmaların vergi ödeme maliyetlerini azaltmak için
vergi idaresi reformlar, uygulamaktadır. Bu önlemlerin kayıt dişiliği azaltması
beklenmektedir. Vergi yükünün bütün firmalara dağıtılması, ödeme maliyetlerinin
azaltılması ve (OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok yüksek olan/ işgücü vergisi
oranlarının en aza indirilmesi hem kayıt dişiliğin azaltılmasına hem de kayıtlı
firmaların rekabetçilerinin arttırılmasına katkı sağlayacaktır.
Daha iyi muhasebe ve denetimle mali açıklığın arttırılması da firmaların
kayıt içine girmelerine yardım edecektir. Denetimden geçmiş mali tablolar Türk
firmaları arasında yaygın değildir (Grafik 2.7). Dünyada da genellikle olduğu gibi
bunlar özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmelerde yetersizdir. Mali tabloların
kalitesi de yetersizdir. Türkiye son yıllarda kayıtlı şirketlerin uluslararası standartları
kabul etmesinin zorunlu kılınması ve Muhasebe ve Denetim Reformuna ilişkin
37
Ulusal Yönlendirme Komitesi kurulmasını kapsayan bazı ilerlemeler kaydetmiştir.
Mali şeffaflığın arttırılmasına yönelik diğer adımlar şunları kapsamaktadır:
(a) muhasebe ve denetimin güçlendirilmesi için bir strateji ve eylem planı
geliştirilmesi;
(b) firmaların denetçi kullanımlarını arttırmak için teşvik sağlanması;
(c) firmalara - özellikle KOBİ'lere sağlam ve güvenilir mali tablolar
hazırlama kapasitesine ulaşmalarını sağlamak için doğrudan teknik destek
sağlanması.
Grafik 2.7. Dış Denetimden geçmiş mali tablolara sahip firmalar, Ülkelere göre
2.8.2. İşgücü Piyasasının Esnekliğinin Arttırılması ve İşgücü Becerilerinin
Özel Sektör İhtiyaçlarıyla Uyumlaştırılması
İyi çalışan işgücü piyasaları ve gelişmiş becerilere sahip işgücü, firmaların
verimlilik ve istihdamını arttırır. İşgücü piyasalarındaki ve eğitimdeki çoğu reformun
faydalarının görülmesi zaman alır fakat bunlara hemen başlanması gereklidir, iyi
çalışan işgücü piyasalar ve gelişmiş beceriler, işgücüne katılım ve işgücü kalitesinin
yanı sıra firmaların verimliliğini de arttırır. Bunlar ayrıca ekonominin ileri teknoloji
sektörlerine doğru çeşitlenmesini kolaylaştırır ve bütün sektörlerde firmaların rekabet
güçlerini arttırır.
38
İşgücü piyasasındaki katılıkların azaltılmasıyla beraber Türk firmaları
istihdamı arttırabilirler. ICS anketi aracılığıyla görüşülen işverenler istihdam
üzerindeki yasal kısıtlamaları büyümenin önündeki engeller olarak algılamaktadır.
ICS anketi katılımcılarının yüzde 60'dan fazlası, eğer yönetmelikler ve sigorta
primleri ve diğer ek yükler daha az kısıtlayıcı olsaydı, düzenli tam-zamanlı
çalışanların sayısını mevcut üretim seviyelerinde dahi oldukça artırabileceklerini
belirtmişlerdir (Grafik 2.8). Türkiye'de işgücü piyasası düzenlemeleri diğer ülkelerle
karşılaştırıldığında daha az esnektir. Türkiye'nin istihdam, koruma mevzuatı
neredeyse bütün Avrupa ülkelerininkinden daha kısıtlayıcıdır ve istihdam vergileri,
vergi yükleri ve zorunlu ücret dışı yardımlar yüksektir.
Grafik 2.8. Eğer işgücü kısıtlamaları olmasaydı düzenli tam-zamanlı işçilerin
sayısında olması tahmin edilen değişim, Türkiye ve karşılaştırma yapılan seçili
ülkeler (100= Değişiklik yok)
Türkiye bazı işgücü piyasası reformlarını uygulamıştır fakat "işlerin
korunmasından işçilerin korunmasına geçiş" yaklaşımının benimsenmesi için daha
fazla değişiklik gerekmektedir. Şu ana kadar yapılan reformlar bir işsizlik sigortası
sistemini ve yeni bir "Çalışma Kanunu"nu kapsamaktadır. Önerilen reformlar işgücü
piyasası düzenlemelerinin esnekliğinin arttırılmasını, işsizlik sigortası kapsamının
genişletilmesini, aktif işgücü piyasası programlar, sağlama kapasitesinin
arttırılmasını ve kısıtlayıcı istihdam koruma kurallarının esnetilmesinin yanı sıra
yüksek istihdam vergilerinin, sosyal güvenlik katkı paylarının, zorunlu yardımların
ve kıdem tazminatlarının azaltılmasını kapsamaktadır.
39
İşgücü piyasası düzenlemelerinin etkinlik ve verimliliğinin arttırılması
ayrıca kurumsal değişiklikler de gerektirmektedir. ICS anketi verileri işgücü ve
sosyal güvenlik denetimlerinin işverenler için külfetli olmadığını göstermektedir.
Aslında, daha çok kaynak eksikliği nedeniyle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
ve SSK müfettişleri firmaların sadece çok küçük bir kısmını kapsayacak şekilde
yalnızca şikâyetlere cevap verebilmektedir. Risk-esaslı işgücü ve sosyal güvenlik
denetimleri personel ve bordro bildirimlerini arttıracaktır; fakat yürütme organlarının
bu fonksiyonları yerine getirmek için kaynaklarının yeterli düzeye çıkarılmasına
ihtiyaç olacaktır.
Son reformlara rağmen Türk eğitim sistemi hala karşılaştırma yapılan
ülkelerin gerisindedir. Son 10 yıl içinde, Türkiye eğitimin pek çok alanında önemli
reformlar yapmıştır. Bu reformlar arasında temel eğitimde neredeyse tam
okullaşmaya ulaşılması, eşitliğin arttırılması, finansmanın arttırılması, başarılı
öğrencilerin dünya çapında düzeylere getirilmesi ve müfredatların güncelleştirilmesi
sayılabilir. Ancak öte yandan, eğitimin kalitesi ve Türk öğrencilerin edindiği
beceriler karşılaştırma yapılan ülkelerdekinden daha aşağıda kalmaktadır (Grafik
2.9).
Grafik 2.9. Yeterlilik seviyelerine göre 15 yaşındaki öğrencilerin dağılımı,
Türkiye, AB ve OECD
Beceri eksikliklerine rağmen Türkiye'deki çok az sayıda firma işçilerine
firma içi eğitim sağlamaktadır. Türk firmaları karşılaştırma yapılan ülkelerdeki
40
firmalardan daha az eğitim sağlamaktadır (Grafik 2.10). Firmaların yüzde 54’lük bir
kısmı bütçelerinin yüzde birinden azını ve yüzde 80'i yüzde beşinden azını eğitime
ayırmaktadır.
Grafik 2.10. Formel Eğitim Sağlayan firmaların oranları, Türkiye ve
karşılaştırma yapılan seçili ülkeler
İşgücü becerilerinin arttırılması için önerilen reformlar eğitim düzeyinin
arttırılmasını, eğitimin işgücü piyasasının ihtiyaçlarıyla uyumlaştırılmasını ve
firmalar tarafından sağlanan işçi eğitiminin arttırılmasını kapsamaktadır. Bu alanda
önerilen reform öncelikleri şunları kapsamaktadır:
(a) orta ve yüksek öğrenimde özellikle kızlar arasında okullaşma oranının
yükseltilmeye devam edilmesi;
(b) orta öğrenimin kalitesinin arttırılması;
(c) yüksek öğrenimin yaygınlaştırılması, çeşitlendirilmesi ve kalitesinin
arttırılması;
(d) yüksek öğrenimin, özel sektörün mesleki eğitime katkı potansiyelinin
araştırılması da dâhil olmak üzere, özel sektör ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirilmesi;
(e) firmalara - özellikle KOBİ'lere - teknik destek ve hibe programlar,
aracılığıyla teşvikler sağlayarak firmalar tarafından çalışanlara sağlanan eğitimlerin
arttırılması.
41
2.8.3. Firmaların Teknolojik İlerlemesinin Desteklenmesi
Firma içinde yapılan yenilikler, teknoloji alımı, kalite standartları ve Bilgi
İletişim Teknolojileri (BİT) kullanımı yoluyla gerçekleşen teknolojik ilerleme
mevcut girişimcilerin büyümesine ve yeni firmaların oluşturulmasına katkıda
bulunur. Türkiye'deki teknolojik ilerlemeyi kolaylaştıracak reformlar işgücü
becerilerini geliştirecek reformlarla eşgüdüm halinde yürütüldüğü sürece daha büyük
etki yaratacaktır. Uluslararası deneyimler teknoloji alımı, yenilik, standartlar ve
BİT’nin verimlilik ve büyümeyle ilişkili olduğunu göstermektedir. ICS analizi bu
sonuçları desteklemekte ve teknoloji alımı, kalite standartları ve BİT kullanımının,
kendileri de verimlilik ve istihdam için faydalı olan ihracat ve YDY için önemli
olduğunu göstermektedir. Bir önceki bölümde tartışıldığı gibi, karmaşık beceriler
teknolojik ilerlemeye yardımcı olur. Bu nedenle, bütün bu alanlarda reformların
devam ettirilmesi teknolojik ilerlemenin faydalarını en üst düzeye çıkaracaktır.
Mevcut yenilik programlarının değerlendirilmesini, yenilik için mali
teşviklerin gözden geçirilmesini ve Fikri Mülkiyet Hakları ile ilgili mevzuatın AB
standartları ile uyumlu hale getirilmesini kapsayan bazı önlemler, Hükümetin
çabalarının Türkiye'deki verimli yenilikleri ve teknoloji alımını arttırmasına yardımcı
olacaktır. Özel firmalar tarafından finanse edilen AR-GE halen kısıtlıdır. Patent,
endüstriyel tasarım ve bilimsel yayınlar açısından Türkiye'nin sıralamaları
karşılaştırma yapılan ülkelerinkinden daha aşağıdadır. Son iki yıl içinde karşılaştırma
yapılan çoğu ülkedekinden daha az firma yeni bir ürün geliştirmiştir (Grafik 11) ve
Türkiye'nin toplam teknoloji alımı düzeyi orta düzeydedir. Aynı zamanda, yenilikler
daha çok firmalar tarafından finanse edilmektedir; kamu destekleri ve girişim
sermayesi gibi finansal araçların katkısı çok azdır (Grafik 12). Birkaç önlem
Türkiye'de yeniliklerin arttırılmasına yardımcı olacaktır. İlk olarak, Hükümetin
yenilikçilik stratejisinin ve mevcut yenilikçilik düzenleme programlarının
kapsamlı bir değerlendirmesinin yapılmasında fayda bulunmaktadır. ikincisi,
firmaların yenilik yapma kapasiteleri üzerine etkileri kısıtlı gibi görünen mali
teşvikler gözden geçirilmelidir. Üçüncüsü, Fikri Mülkiyet Hakları ile ilgili
mevzuatının AB ile uyumlu hale getirilmesi, Fikri Mülkiyet Hakları ile ilgili
uygulamalarının geliştirilmesi ve Türk Patent Enstitüsü'ne (TPE) daha fazla
42
bağımsızlık tanınması öncelikli alanlar arasında ele alınmalıdır. Dördüncüsü,
yenilikçiliğe yönelik genel politika çerçevesinin değiştirilmesinde fayda
bulunmaktadır. Yeniliklerin önündeki en önemli caydırıcı etmenlerin başında, aka-
demisyenlerin firma kurmalarını engelleyen yasa gelmektedir. Bu yasanın
değiştirilmesi gündeme gelebilir. Örneğin, akademisyenler için özel danışmanlık
hizmetlerinden üniversitelere gelir aktarmalar, zorunluluğunun yerine teknolojinin
ticarileştirilmesini teşvik eden ABD Bayh-Dole Yasasına benzer bir teşvik programı
getirilebilir. Son olarak, yenilik için finansmana sürdürülebilir erişim de önemlidir,
iki faydalı önlem; sermaye piyasasının likiditesini arttıracak reformların yapılması ve
ABD SBIC ya da İsrail’deki girişim sermayesinin gelişimini tetikleyen Yozma
Programına benzer programların desteklenmesidir.
Grafik 2.11. Yeni bir ürün geliştiren Firmaların Yüzdesi, Uluslar arası
karşılaştırma
43
Grafik 2.12. Yeni Teknoloji getirmek için finansman kaynakları, yüzdelik
değerler, Türkiye
Kalite standartları alanında, firmalara ve laboratuarlara destek sağlanması,
akreditasyon ve metroloji servislerinin geliştirilmesi ve standardizasyonda daha fazla
ilerleme kaydedilmesinden oluşan bir reform serisi önerilmektedir, ilk olarak,
Türkiye'nin uluslararası standartlara göre düşük olan (Grafik 13) sertifikalandırılmış
firma-özellikle KOBİ'lerin ve hizmet sektöründe çalışan firmaların - sayısını
arttırmaya çalışması önerilmektedir. Kalite sertifikasyonunun daha çok
benimsenmesini sağlamak için bazı öneriler şunlardır:
(a) eğitim için sürekli destek ve firmalara hibe programlarının sağlanması,
(b) bildirim yapılan organlara teknik yardım desteği ve
(c) rekabetçi olmayan uygulamalar kullanan sertifikasyon kuruluşlardan
alınan sertifikaların tanınmasını yasaklayan ihale kuralları.
İkincisi, sertifikasyon sisteminin iyi çalışmasını sağlamaya yardım eden
akreditasyon hizmetlerinin geliştirilmesi için destek sağlanması da önerilmektedir.
Bu, akreditasyon hizmetlerinin ve akredite edilen organizasyonların sayısının
arttırılmasının yanı sıra Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) Yasasının daha az
kısıtlayıcı olacak şekilde düzeltilmesini de gerektirmektedir. Üçüncüsü, kanunu
değiştirerek ve yönetimine, işleyişine, personel alımına ve ücretlerine daha fazla
esneklik getirmek için Ulusal Metroloji Enstitüsü (UME) çalışmalarını düzenleyerek
44
metrolojinin geliştirilmesinde fayda bulunmaktadır. Son olarak, Türk Standartları
Enstitüsü'nün (TSE) standardizasyon ve ticari faaliyetlerini net olarak ayırarak
standardizasyonun geliştirilmesi, böylelikle uluslararası standartları benimsemeye
devam etmesinin ve Avrupa standart kuruluşlarında tam üyelik elde etme
çalışmalarını yoğunlaştırmasının sağlanması ve Türkiye'nin ticaretin önünde teknik
bariyerler oluşturabilecek özel durumlarla ilgili standart stokunun azaltılması
gerekmektedir.
Grafik 2.13. Toplam firma sayısına karşılık ISO 9001belgeli firmaların sayısı
Türkiye'de verimlilik artışlarında önemli katkısı olan internete erişim ve
kullanım artmıştır. Fakat Türkiye'deki farklı bölgeler arasındaki erişim ve hizmet
kalitesi farklarının yanı sıra diğer ülkelerle arasındaki farkın azaltılması için bir dizi
tedbir önerilmektedir. Türkiye'deki sabit, mobil telefon ve internet kullanım
yüzdeleri ve geniş bant kullanım, OECD ve AB ülkelerinin gerisinde kalmaktadır.
Türkiye'deki BİT harcamalarının toplam payı AB (yüzde 8 ila 10) seviyelerinin
oldukça altında, mütevazı bir seviyededir (GSYH'nin yüzde 2,5'i). Türkiye,
telekomünikasyon sektörünün serbestleştirilmesi yönünde, özellikle 2005 yılındaki
Türk Telekom özelleştirmesi ile önemli adımlar atmıştır. Buna rağmen, Türk
Telekom'un pazarda önemli bir güce sahip olması rekabetin sınırlanması riskini
doğurmaktadır. 2006'da "Bilgi Toplumu Stratejisi 2006-2010" kabul edilmiştir. Bu
strateji hem BİT kapsamının genişletilmesine hem de özel sektör tarafından verimli
olarak kullanımının arttırılmasına güçlü bir vurgu yapmaktadır. Telekomünikasyon
Kurumu ve Rekabet Kurumu'nun kurumsal kapasitesinin arttırılmasının yanı sıra
telekomünikasyon sektörünün serbestleştirilmesine devam edilmesi önerilmektedir.
45
Bölgeler arasında eşit erişimin teşvik edilmesi düşük hizmet alan alanlarda ve nüfus
gruplarında hizmetlerin iyileştirilmesi için evrensel fonlar gibi programların
uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Son olarak, Hükümet kamudaki BİT kullanımı
ve işgücünün BİT becerilerini arttırarak ve yerel olarak anlamlı çevrimiçi içerik ve
verimli uygulamalar geliştirerek, firmalar ve özellikle KOBİ'ler arasında verimli BİT
kullanımının artmasına yardımcı olmalıdır.
2.8.4. Firmaların Finansmana Erişimlerinin Arttırılması ve Kurumsal
Yönetişimin İyileştirilmesi
Finansmana erişim ve iyi kurumsal yönetişim firmaların büyümesine ve
istihdamın artmasına yardımcı olmaktadır. Finans mana erişimin iyileştirilmesi kısa
vadeli faydalar sağlarken kurumsal yönetişim reformlarının faydalarının görülmesi
daha uzun zaman alır. Hem ampirik literatür hem de Türkiye ICS anketi, mali
sektörlerin gelişimi, verimlilik, büyüme ve istihdam arasında önemli ilişkiler
göstermektedir, iyi kurumsal yönetişim finansmana erişimi artırarak ve sermaye
piyasasının gelişimini kolaylaştırarak firmaların performansını arttırır. Türkiye son
yıllarda mali gelişim ve istikrarın sağlanmasına yönelik önemli bir ilerleme
kaydetmiştir. Aynı şekilde, kısa vadede nispeten düşük maliyetli tedbirler yoluyla da
finansmana erişimin iyileştirilmesi için gereken en acil önlemleri de alabilir. Diğer
taraftan, kısmen Türkiye'nin daha az ilerleme kaydetmiş olduğu kurumsal
yönetişimin geliştirilmesi alanında, eşit bir rekabet ortamı yaratmak, konsantrasyonu
azaltmak ve etkili rekabeti arttırmak için bir dizi politikanın uygulanması
gerekmektedir. Bu önemli politikaların sonuç vermesi ise daha uzun zaman alacaktır.
Türk firmalarının finansmana erişimlerini arttırmak için mesafe kaydetmesi
gerekmektedir. Türkiye'deki firmalar için finansmana erişim hem kredi hacmi hem
de kredi vadesi açısından halen zayıftır. GSYH'nin yüzde 25'i ile özel sektöre verilen
banka kredileri karşılaştırabilir pazarlar içinde en düşüğüdür (Grafik 2.14).
Araştırılan Türk firmalarının karşılaştırma yapılan ülkelerin oldukça altında bir
seviyede, sadece yarısı kredi kullanmıştır (Grafik 2.15) ve krediler kısa vadelidir.
46
Grafik 2.14. Kamu ve Özel Sektör Kredileri, 2005
Grafik 2.15. Kredi kullanan firmaların payı, ülkelere göre
Finansmana erişimin arttırılması için önerilen önlemler arasında mali
sektördeki risklerin yönetilmesi çabalarının yanı sıra firmalarla ilgili mali açıklığın
ve kredi bilgilerinin arttırılması ve teminat rejiminin güçlendirilmesi yoluyla kredi
piyasasının geliştirilmesi için özel önlemler yer almaktadır. Önerilen reformlar
şunları kapsamaktadır:
47
İhtiyatlı denetleme ve düzenlemeler sağlanmasına yönelik kapsamlı
reformlara devam ederek mali sektördeki risklerin yönetilmesi.
Kredi bilgilerinin geliştirilmesi, Kredi Kayıt Bürosu (KKB) firmalarla ilgili
kredi bilgiler, için etkili bir sistem için teknik altyapı hazırlamıştır. KKB sisteminin
kurulması ve işlerlik kazanması öncelikler arasında yer almalıdır.
Teminat rejiminin iyileştirilmesi, Yakın zamanda kabul edilen uzun vadeli
konut kredisi (mortgage) yasasının arsalar ve binalar için teminat rejimini
güçlendirmesi beklenmektedir. Taşınabilir varlıklar firmaların toplam varlıklarının
çoğunluğunu oluşturduğundan, taşınabilir varlıklar rejiminin iyileştirilmesi için
alınacak önlemlerin etkisi önemlidir. Belirli öneriler şunları kapsamaktadır: Yasal
reform (mevcut yasalarda minimal değişiklikler getiren, ideal olarak da yeni ve
kapsamlı bir yasa), yeni bir tescil dairesinin geliştirilmesi (tercihen ulusal bir internet
dosyalama arşivi) ve daha hızlı bir teminat yeniden alım ve satışını sağlayacak
mevzuat ve yargı reformu.
Kurumsal yönetişimi güçlendirecek bir dizi reform önerilmektedir.
Türkiye'deki iş dünyası büyük, aile mülkiyetli, yaygın çapraz mülkiyete ve grup içi
işlemlere sahip, çok sayıda sektörde faaliyet gösteren şirketler gruplarını
içermektedir. 13 holding şirketi ve bunların bağlı bankaları İstanbul Menkul
Kıymetler borsasında toplam piyasa sermayesinin yüzde 40'ını oluşturmaktadır.
Şeffaflık ve küçük hisse senedi sahiplerinin haklarının korunmasındaki eksiklikleri
genel olarak yetersiz bağımsızlık ve yönetici sorumlulukları ve zamanında ve etkili
çözümler sağlamayan düzenlemeler, hep beraber suistimal için potansiyel
oluşturmaktadır. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) gözden geçirme ve uygulamayla
geliştirilebilecek bir gönüllü kurumsal yönetişim kanunu geliştirmiştir. Birkaç ilave
önlem beklemededir. Bunlardan bir tanesi, ticaret düzenleyen yasal çerçeveyi AB
direktifleriyle ve Kurumsal Yönetişim Eylem Planıyla uyumlu hale getiren
yenilenmiş bir ticaret kanununun onaylanmasıdır. Bir diğeri AB gereksinimlerine
daha yakın bir Sermaye Piyasası yasasının onaylanmasıdır. Bir üçüncüsü, şirket
grupları ve şirketlerin büyük hissedarlarının açıklanması ve şirket çalışanları
tarafından hisse satışlarının halka açıklanmasının güçlendirilmesi ile ilgili AB
direktiflerinin uygulanmasıdır.
48
2.8.5. Firmaların Altyapıya Erişiminin Arttırılması
Altyapıya erişim firmaların performansların ve rekabet güçlerini önemli
ölçüde etkilemektedir. Güvenilir altyapı hizmetlerinin eksikliği pazara erişimi
kısıtlayarak, işlem ve işletme maliyetlerini arttırarak ve eski firmalara yatırım ve yeni
girişimlerin oluşturulmasın, caydırarak özel sektörün rekabet gücünü azaltmaktadır.
ICS anketinin analizi Türk firmalarını en çok etkileyen altyapı unsurlarının güvenilir
olmayan elektrik arzı ve hem ithalat hem de ihracatta gümrükleme işlemlerindeki
gecikmeleri olduğuna işaret etmektedir.
Hükümetin enerji sektörü için yeniden yapılandırma planlarını devam
ettirmesi ve kamu fonları gerektiren sistem unsurları için yeterli ve tutarlı finansman
bulunmasını sağlaması önerilmektedir. ICS anketine katılan firmalar, elektrik
arzındaki yetersizliklerle doğrudan bağlantılı olarak satışların ortalama %3,6'sına
varan kayıplar bildirmişlerdir. Araştırmaya katılan firmaların yüzde 80 kadar büyük
bir kısmı yılda en az bir defa hizmet kesintisi yaşamışlardır - bu oran karşılaştırma
yapılan bütün ülkelerden daha yüksek bir yüzdedir (Grafik 2.16). Bu
yetersizliklerden dolayı pek çok Türk firması işletme maliyetlerini arttıran kendi özel
jeneratörlerine sahiptir (Grafik 2.17). Elektrik üretim kapasitesi talebi geçmektedir
fakat tüketimdeki artış sınırları hızla zorlamaktadır. Hâlihazırda planlanmış olandan
daha yüksek üretim kapasitesi olmadan Türkiye 2009 yılında elektrik kesintileriyle
karşılaşabilir. OECD ülkelerindeki ortalamanın çok üstünde olmasına rağmen yeterli
net gelir sağlamamaktadır. Bunun nedenleri arasında verimsizlik ve finansal
sorunları olan bir dağıtım sistemi, kamu sektörü kullanıcılarından olan gecikmeli
alacaklar ve düşük tahsilat oranları bulunmaktadır.
49
Grafik 2.16. Kesinti yaşanan firmaların oranı ve sene başına elektrik kesintisi
sayısı
Grafik 2.17. Bir elektrik jeneratörüne sahip firmalar, uluslar arası
karşılaştırma
Hükümet elektrik sektörünü yeniden yapılandırmaktadır fakat daha fazla
reform yapılması gerekmektedir. Enerji ile ilgili kurumların gündeminde rekabetçi
bir elektrik pazarı oluşturmak için pilot çalışmalar yapılması, yeniden yapılandırma
sürecini hızlandırmak için yöntemler değerlendirmesi ve yatırımcıların hizmet
sağlamada bölgesel uyumsuzlukları göz önünde bulundurmalarını lözendirebilecek
teşvikler bulunmaktadır. Öte yandan, henüz çözüme kavuşturulmamış bazı
50
sorunlar mevcuttur. Bir incis i hâlihazırdaki enerji altyapısının işletme ve
bakımının yeniden yapılandırma sırasında devam ettirilebilmesini sağlayacak yeterli
finansmanın sağlanmasıdır, ikincisi, 2009'dan sonra yeterli elektrik arzını
sağlayacak uzun vadeli bir plan olmamasıdır. Son olarak, özellikle belediyelerden
gecikmeli faturaların tahsilatı yoluyla, ödeme disiplini önemli ölçüde arttırılabilir.
Türkiye gümrük idaresini büyük ölçüde iyileştirmiş olmasına rağmen,
toplam kazanımları kısıtlayan tamamlayıcı kurumlar henüz iyileştirilmemiştir. ICS
anketine katılan firmalar ihracat için 6 gün ve ithalat için 9 günlük bekleme süreleri
yaşadıklarını belirtmektedir. Bu süreler, Brezilya ve Şili'deki firmalardan daha kısa
fakat diğer ülkelerdekinden daha uzundur (örneğin, beklemenin ihracat için 1,7 ve
ithalat için 3 gün olduğu Polonya gibi). Ayrıca bölgesel farklılıklar da büyüktür: Ege
bölgesindeki firmalar ihracatta diğer bölgelerdekilerden neredeyse iki kat daha uzun
bekleme süresi bildirmektedir. Türkiye Gümrük idaresi 1990'da hem ithalat hem de
ihracat için gümrük işlemleri sürelerini azaltarak prosedürleri iyileştirmiştir fakat
diğer kurumlardaki (Türk Standartlar, Enstitüsü, Tarım Bakanlığı ve Sağlık
Bakanlığı dâhil) işletme ile ilgili iyileştirmeler gümrük işlemlerini daha fazla
hızlandırabilir.
Taşıma ile ilgili öneriler yol kalitesinin arttırılması ve taşıma yollarındaki
çeşitliliğin arttırılmasıdır. Türkiye'deki temel taşıma şekli olan karayollarının
bakımları yetersizdir. Araştırmaya katılan şirketlerin üçte birinden fazlası Türkiye'de
taşıma sırasında Avrupa'daki karşılaştırma yapılan ülkelerin neredeyse üç katından
daha fazla bir oranda mal kaybettiklerini belirtmişlerdir. Taşıma sırasında kaybedilen
malların değeri de toplam sevkiyat değerinin yüzde 1,9'u ile yüksek bir seviyededir.
Karayolu taşımacılığına olan talebin hızla artmasına rağmen taşımaya harcanan kamu
harcamaları diğer orta gelirli ülkelerdeki yüzde 5-7 düzeyine karşılık, GSYH'nin
sadece yüzde 1,7'si kadardır. Türkiye'de demiryolu kullanımı düşüktür Avrupa'daki
yüzde 11 'e ve A.B.D.'deki yüzde 40'a karşılık Türkiye'de bütün taşıma ihtiyacının
sadece yüzde 5'ini karşılamaktadır. Hükümet taşıma ücretlerini ilgili AB ilkeleriyle
uyumlaştırmıştır. Devlet Planlama Teşkilatının Dokuzuncu Ulusal Kalkınma Planı
çok yollu taşımacılığı geliştirmeyi amaçlamaktadır fakat karayolu ağlarının bakımı
ve genişletilmesi önemli miktarda kaynak tüketmeye devam etmektedir. Özel sektör
51
katılımı, karayollarının finansmanını kolaylaştırabilir fakat net bir uzun vadeli
politika ve düzenleyici çerçeveye ihtiyaç bulunmaktadır.
2.8.6. Firmaların Kuruluş ve Operasyonlarının Önündeki İdari Engellerin
Azaltılması
Türkiye'de firmaların giriş ve çıkışlar, önünde büyük engeller
bulunmamasına rağmen firmaların giriş, çıkış ve operasyonlarının önündeki idari
engellerin daha fazla azaltılması uygun olacaktır ve bu kısa vadede düşük maliyetle
uygulanabilecektir.
Kuruluş ücretlerinin azaltılması ve iflas prosedürlerinin gözden geçirilmesi
firmaların giriş ve çıkışlarını daha da kolaylaştırabilir. İstanbul’da bir firma açmak,
dünyadaki en iyi uygulamalara yakın şekilde sadece 9 gün almaktadır. Ne var ki,
tescil ücretleri OECD ülkelerindeki yüzde 6.8'e karşılık kişi başına gelirin yüzde
27,7'si ile yüksek bir düzeydedir. Daha makul bir toplam ücret ayarlanarak, tescil
ücretlerinin hesaplanma ilkeleri açıklanarak ve tescil için çifte ücretlendirme
yasaklanarak kuruluş maliyetleri azaltılabilir. Ortalama bir işyeri iflası OECD
ülkelerindeki ortalama 1,5 yıla karşılık Türkiye'de 5,9 yıl almaktadır ve iflas eden
şirketlerden alacakların tahsil oranı GSYH'nin yüzde 7'si ile dünyada en düşükler
arasındadır. Uzun prosedürlerin ve düşük alacak tahsil oranlarının ayrıntılı bir
analizi, piyasadan çıkışların iyileştirilmesine yönelik ilk adım olabilir. Bu analizin
ardından, maksimum etkinin sağlanması için icra ve iflas kanununda ve
prosedürlerinde reform gelmelidir.
Ruhsatlandırma ve denetleme rejimlerinin yanı sıra arsa edinme sürecinin de
değiştirilmesi firmaların işletmesini kolaylaştırabilir.
Ruhsatlandırma. ICS anketine katılan firmalar, Türkiye'de bir ruhsat
almanın, karşılaştırma yapılan ülkelerden çok daha uzun şekilde, ortalama 66 gün
aldığını göstermektedir (2005 ICS verileri). 2006 yılında yürütülen görüşmeler
ücretlerin de yüksek olduğunu göstermiştir - örneğin Çek Cumhuriyetindeki 36 ABD
$'a karşılık Türkiye'de bir genel iş yeri açma ve çalışma ruhsatı edinmek 319 ABD
$'dır. Ruhsat şartlarını azaltmak için yürütülen reformlar 2005 işyeri Açma ve
Çalışma Ruhsatları Yönetmeliği ve bölgesel destek birimleri kurulmasını içer-
mektedir. Önerilen reformlar ruhsatların sayısının daha da azaltılmasını, ücretlerin
52
azaltılmasını, bir işyeri açmadan önceki giriş denetimlerini ve fiziksel denetimleri
kuruluş sonrası denetimlerle değiştirmeyi, şehir planlaması, sağlık, güvenlik ya da
çevre koruma için gerekli olmayan doküman zorunluluklarının kaldırılmasını,
sağlıkla ilgili işletme denetimlerinin kaldırılmasını ve belirli sektörler için
ruhsatlandırma rejiminin gözden geçirilmesini kapsamaktadır. Hükümet son
zamanlarda ruhsat sayısının ve maliyetinin azaltılması için bir dizi önlem almıştır.
Bu reformların sonuçları ICS anketine ve bu çalışmaya alınmamıştır. Bunların
değerlendirmesi için ayrıca geçici bir analizin yapılması gereklidir.
Denetleme. Türkiye'deki denetleme programları müfettiş varlığına ve riskle
bağlantısı olmayan başka kriterlere bağlıdır. Bunlar, fazla külfetli olmamakla beraber
verimsiz ve "fazla genel" bir yaklaşım olarak nitelenebilir. Denetleme
hizmetlerini geliştirmenin en iyi yolu tahmini risk ve ihlal olasılığına dayalı bir
yaklaşım uygulanması ve bilgi alışverişi ile şeffaflık ve izlenebilirliğin sağlanması
olacaktır.
Arsa. Ortalama olarak bir Türk firmasının bir çalışma alanı oluşturması
AB'nin karşılaştırma yapılan ülkeleri içinde en iyi uygulamaya sahip
Finlandiya'dakinden dört kat daha uzun bir zamanla 15,4 ay almaktadır. Ücretler Çek
Cumhuriyeti'ndekinden 20 kat daha yüksektir. Hükümet yatırımcılar için arsa
varlığını arttırmak için hâlihazırda hazırlanmakta olan kadastro reform programı ve
gelişmekte olan yerlerde sanayi bölgelerini ücretsiz olarak işyeri geliştirmeye tahsis
eden yeni bir mevzuatı içeren önlemler almıştır. Sanayi arsalarının geliştirilmesinde
özel sektör katılımının daha fazla teşvik edilmesi, arsa imarı için stratejik
planlamanın güçlendirilmesi gibi ilave önlemler önerilmektedir.
Sonuç olarak; Türkiye ekonomisinin son yıllardaki performansı gelecek için
iyi bir temel oluşturmakla beraber rehavete yol açmamalıdır. Türkiye son yıllarda
makroekonomik istikrarın sağlanması, bir dizi yapısal reformun hayata geçirilmesi
ve AB müzakerelerine başlamasını içeren önemli bir gelişme kaydetmiştir.
Rekabetçiliğin ve istihdamın arttırılmasına odaklanan Dokuzuncu Kalkınma Planı
gelecekteki gelişmeler için stratejik çerçeve sunmaktadır. AB gelir seviyelerine
yaklaşmak ve sosyal beklentileri karşılamak için reformlara devam edilmesi ve
hızlandırılması gereklidir.
53
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN TARİHSEL GELİŞİMİ
3.1. DÜNYA’DA DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN KISA
TARİHİ
1945 öncesi dönemle karşılaştırıldığında 1945 sonrası dönem önemli siyasal
ve ekonomik değişimlerin olduğu bir dönem olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan önceki
yıllarda yabancı sermaye yatırımları daha çok portföy yatırımları gibi dolaylı
yatırımlardı. Savaştan sonra DYY’ler daha çok önem kazanmaya başlamıştır. Bu
gelişmede en büyük etken, 1950’li yıllardan sonra dünya ekonomisinde giderek çok
etkin bir yapıya gelen ve önemli bir ekonomik güç ifade eden Çok Uluslu Şirketlerin
(ÇUŞ) ortaya çıkması olmuştur. ABD savaştan tek galip olarak çıkmış ve kendisinin
destek olduğu Avrupa Ekonomik Topluluğunun kurulması ile de Avrupa içindeki
yatırımlarına büyük ağırlık vermiştir. Bu dönemde ABD menşeli DYY’lerin toplam
dünya yatırımları içindeki payı yüzde 60’lara ulaşmıştır.
ABD’nin kurduğu bu yapı ile birlikte genişleyen dünya ekonomisi 1970’lere
kadar özellikle de Batı’ya önemli bir refah getirmiş ve bu dönem “Altın Çağ” olarak
adlandırılmıştır. Ancak 1970’lerin başlarında dünya ekonomisi genişlemesinin tepe
noktasına varılmıştır. Bu tarihten itibaren artık dünya ekonomisi bir ekonomik
durgunluk safhasına girmiştir.33 Bunun anlamı ise; dünya genelinde herkes için
mutlak refahın daha çok insan için azalacağıydı. Özellikle Altın Çağ döneminden
büyük pay alamamış olan gelişmekte olan ülkeler için ekonomik sıkıntıların ve
istikrarsızlıkların olacağı bir döneme girilmiştir. Kalkınma teorilerinin öngörüleri
gerçekleşmemiş ve çoğunluk için daha zor günlerin başlayacağı küreselleşme dönemi
etkisini göstermeye başlamıştır. Bu etkinin de başlangıcı olan 1973 yılında ortaya
çıkan Petrol krizi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı bir artış gösteren DYY’lerin
yavaşlamasına neden olmuştur. Bunun ilk nedeni petrol alanındaki yabancı
şirketlerin ulusallaştırılması, ikinci nedeni gelişmekte olan ülkelerde yabancı
sermayeye karşı izlenilen olumsuz tutum ve üçüncü olarak gelişmekte olan ülkelerin
33 I. WALLERSTEIN, Liberalizmden sonra, (Çeviren: Erol Öz), Metis Yayınları, İstanbul, 1998, s.95.
54
bankalardan temin ettikleri önemli hacimdeki krediler karşısında bu tür yatırımların
gölgede kalmasıdır. Petrol krizi, fiyatların yüksek olması nedeniyle petrol üreten
ülkelerin kısa dönemde önemli miktarda gelir elde etmelerine neden olarak, aslında
petrol tüketen ülkeler açısından bir kriz olmuştur. Ancak petrol üreten ülkeler, kendi
ülkelerinde etkin bir finans ve bankacılık sistemine sahip olmamaları nedeniyle, elde
edilen bu fazla paralar Batılı ülkelerin bankalarına yatırılmıştır. İşte üçüncü nedenin
kaynağı olan batılı finans çevrelerinden petrol üreten ülkeler de dahil gelişmekte olan
ülkelere verilen büyük hacimli krediler aslında yüksek petrol fiyatları nedeniyle elde
edilen paralardır.
1980 sonrasında petrol fiyatlarının düşmesi kredi döngüsünün azalması
kullanılan kredilerin etkin ve verimli yatırımlarda kullanılamaması gibi etmenlerle
gelişmekte olan ülkelerde dış borçlarını geri ödeme sorunları baş göstermiştir. Bu
duruma paralel olarak borçlu gelişmekte olan ülkelerin liberal ve özendirici
politikalar ile yabancı sermayeyi gerek DYY gerekse portföy yatırımları olarak
çekme çalışmaları ortaya çıkmıştır.
1980’ler klasik liberal politikaların baskın oluşu ve ulaşım ve iletişimdeki
önemli gelişmelerin yol açtığı dinamikler ile birlikte DYY akımında önemli artışların
yaşandığı bir dönem olmuştur.
3.2. TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN
TARİHİ
Türkiye’de yabancı sermaye hareketlerinin geçmişini üç evreye ayırmak
mümkündür. Bu evrelerden birincisi 1980 öncesi, ikincisi 1980-90 arası ve üçüncüsü
1990 sonrasıdır. 1980 öncesinde, Türkiye’ye önemli boyutta yabancı yatırım
gelmediğini söyleyebiliriz. 1954’den 1980’e kadar geçen 25 yılda, otomotiv, ilaç,
gıda ve petrol sektörlerine yapılan az sayıda yatırımın toplam değeri, 228 milyon
dolar olmuştur. Bu miktarın tamamına yakın bir bölümü, üç adet petrol, iki adet
otomobil, beş adet otobüs-kamyon, sekiz adet ilaç, üç adet araba lastiği firması, üç
kamu ortaklığı ve sayıları on beşi geçmeyen gıda, kimya, elektrikli alet ve makina
firması tarafından yapılmıştır. Çalışmada bu evreler 1980 öncesi, 1980 sonrası
dönem ve 2000 li yıllar olarak 3 ana grupta incelenecektir.
55
3.2.1. 1980 Öncesi Dönem
Doğrudan yabancı yatırımların tarihini cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren
incelemeye başlarsak, Cumhuriyetin kurulduğu dönemde yabancı sermayenin
denetiminde 7 demiryolu ortaklığı, 6 maden çıkarma yetkisi, 23 banka, 12 sanayi
girişimi, 35 ticaretle uğraşan ortaklık ve 11 belediyelere hizmet veren ortaklık olduğu
görülür. Bu dönemde İzmir İktisat Kongresi’nin liberal anlayışı çerçevesinde ülkeye
belli ölçülerde yabancı yatırım girdiği gözlenmiştir. Ancak Osmanlı döneminden
farklı olarak yabancı yatırım girişleri bağımsız değil, Türk vatandaşları ile ortaklık
kurularak gerçekleştirilmiştir. Yabancı yatırımların, 1920-1930 yılları arasında
kurulan 201 Türk Anonim şirketinden 66’sında yer aldığı saptanmıştır. Yabancı
sermayeli ortaklıkların toplam sermaye içindeki payı ise yüzde 43 (31,5 milyonTL)
dolayında olmuştur. Yabancı sermayeli ortaklıklar, Sektörel olarak sanayi, dokuma,
gıda, çimento, elektrik ve havagazı alanlarında yoğunlaşmıştır.
Ancak 1929 ekonomik bunalımı ile liberal iktisat politikalarının terk
edilmeye başlandığı dünyada, sermaye fazlası olan ülkelerin yatırımlarını büyük
ölçüde tasfiye etmeye veya kısmen kendi ülkelerine kaydırmaya neden olan bir
ekonomik yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunalımın başlıca özellikleri fiyat
düşüşleri, üretimin kapasitesinin çok altında yapılması ve işsizlikti. Üretimin ve
fiyatların birlikte düşüşü, talep yetersizliği sorununu gündeme getirmişti. Bu
gereklilik, ekonominin bütünü için etkin toplam talebin sağlanması biçiminde
algılanmış, böyle olunca da, bunalıma çözüm olarak, hükümetlerin ekonomiye,
özellikle kamu harcamalarını artırarak ya da para politikasıyla doğrudan karışması
kuramsal düzeyde öngörülmüş ve uygulama da bu yönde gelişmiştir. Bu şartlar
altında Türkiye’ de kamu harcamaları ile kamu gelirlerini dengelemek ve dış alıma
sınırlar getirilerek dış ticaretin fazla vermesi amaçlanmıştır. Devletçilik uygulamasını
da başlatarak kendi içinde ekonominin genişletilmesine çalışılmıştır. Bu bunalım
döneminde yabancı sermaye girişi yok denecek kadar az olmuştur.
Bu dönemde, Türkiye’nin ihracatında önemli yeri olan ülkelerin içinde
bulundukları ekonomik bunalım ihracatı güçleştirmiş ve tarıma dayalı olan
geleneksel ihraç mallarının satışı azalmıştır. İhracattaki bu tıkanma, döviz kıtlığına
ve buradan üretim için gerekli hammadde ve araç gereç ithalatında zorluklara yol
56
açmış bunların sonucunda da ülke içinde fiyat ve üretim düşüşlerine, işsizliğe ve
genel olarak ekonomik durgunluğa neden olmuştur. Ekonomiye canlılık
kazandırmak, özel sermaye aracılığı ile sağlanamadığı için yabancı yatırımlara karşı
olunmadığı vurgulanmış olsa da, ağır bunalım koşullarında girişi sınırlı kalmıştır.
Bu koşullarda, ekonomiye canlılık kazandırmak için devletin sanayi
kuruluşları oluşturması gündeme gelmiştir. Ancak özel girişimcilik yoluyla
sanayileşme olanağı çok sınırlı olmuş ve bu nedenle de hükümet sanayileşme
doğrultusunda önlemler almak durumunda kalmıştır.
Savaş sonrası döneme bakıldığında Türkiye ABD ile yakınlaşmış ve ABD,
1947 ve sonrasında, “Truman Doktrini”nin uygulanması ve “Marshall Planı”
çerçevesinde Türkiye’ye birçok uzman göndermiştir. Uzman raporları, Türk
ekonomisini sağlıklı bulmakla beraber, izlenmekte olan ekonomi politikasını şiddetle
eleştirmiş ve bunların yerine farklı ekonomi politikaları önermişlerdir. Eleştiriler,
özellikle, özel girişime yeterli serbestinin verilmediği, iç ve dış ticarette serbest
piyasa koşullarının yeterince uygulanmadığı ve Türkiye de kamu kesimin ekonomiye
egemen olduğu, onu denetimi altında tuttuğu yönündedir. Bu rapora göre
Türkiye’nin ABD yardımlarından yararlanması ve özellikle Marshall Planı
kapsamına alınması için, ekonomi politikasında köklü değişikler yapması
gerekmektedir.
Bu dönemde Yabancı yatırım girişi, incelenen dönemin belirleyici
özelliklerinden biridir. Yabancı yatırımların girişini kolaylaştıran ilk önlem kambiyo
ilişkilerini düzenleyen 25 Şubat 1930 tarihli ve 1567 sayılı “Türk Parasının
Kıymetini Koruma Hakkında Kanun”a dayanılarak çıkarılan, 22 Nisan 1947 tarihli
ve “13 sayılı Kararla” alınmıştır. Kararda, yabancı sermayenin döviz olarak
getirilmesi ve tarım, sanayi, ulaştırma, turizm gibi alanlara yatırılması
öngörülmektedir. Hükümet, yabancı yatırımı ülkenin kalkınmasına yararlı görür ve
ihracatı artırıcı nitelikte bulursa karının uygun bulacağı bir bölümünün yurtdışına
aktarılmasına izin verebilecektir. Yabancı yatırımcılar bu kararı belirsiz ve
hükümetin takdirine dayalı bulmalarının yanında yeterince özendirici
bulmamışlardır.
57
Yabancı yatırım çekebilmek için yapılan bu döneme ait en önemli
düzenlemeler, 1950 Mart’ında başlayarak çıkarılan yasalarla sağlanmıştır. Bunların
içinde 1980’lere kadar yürürlükte olan 18/1/1954 tarih ve 6224 sayılı “Yabancı
Sermayeyi Teşvik Yasası” ayrı bir yer tutmaktadır. Dönemin Amerikan Dış
Ekonomik Politika Komisyonu Başkanı Randall yönetiminde hazırlanan bu yasaya
göre, yabancı sermaye, yerli sermayeye açık tüm sektörlere girebilecektir. Ek olarak
yabancı yatırımların, yalnız para olarak değil, makine ve parçaları, lisans, patent ve
marka hakkı gibi nesnel olmayan haklar biçiminde de gelebileceği kuralı
benimsenmiştir. Bu dönemde gelen yabancı yatırım üzerine yapılan bir araştırmada
yabancı yatırımların dörtte üçü gibi bir bölümünün makina ve parçalardan oluştuğu,
yalnız yüzde 17 dolayında bir bölümünün parasal yatırım olduğu saptanmıştır. 34
Bunlardan ayrı Yabancı yatırım girişinin bir diğer yolu ise ülkede petrol bulunması
ve çıkarılmasında yabancı yatırım ve teknolojiden yararlanılmasını hedefleyen 18
Mart 1954 ve 6326 sayılı “Petrol Yasası” olmuştur. Eldeki verilere göre, Petrol
Yasası’na dayalı olarak, 1954-1965 döneminde ülkeye 1.850 milyon TL tutarında
yabancı yatırım girmiştir. Bu miktar Yabancı Sermaye Yasası ile, aynı dönemde
gelen miktardan fazla olmasına rağmen ülkenin yerli petrol üretimini önemli ölçüde
artırdığı söylenemez.
Dönem süresince gelen yabancı yatırımların yüzde 95 gibi bir bölümü
sanayi kesimine gitmiştir. Bu miktarın, 1951-1965 döneminde yüzde 26’sı plastik
kauçuk, yüzde 25’i kimya, yüzde 13’ü elektrikli ev araçları ve yüzde 11’i de gıda
içki alt sektörlerine gitmiştir.35 İç pazarın genişlemesi sebebiyle bu alanlarda yatırım
karlı görülmüştür.
Bu dönemde sanayiye yapılan doğrudan yabancı yatırımların dikkat çeken 3
özelliği bulunmaktaydı. Birinci özellik, yabancı yatırım özel sektör yatırımlarına yön
verici, onu belli alt sektörlere sürükleyici bir işlev görmekteydi; ikinci özellik,
kurulan üretim ölçeği çağdaş teknolojik verilere göre etkin sayılan düzeyin çok
altındaydı; üçüncü özellik ise üretim ithal girdi kullanılmasıydı. Teknolojik
etkinlikten uzak üretim yüksek maliyet anlamına gelmesine rağmen bu Türkiye de
dışa kapalı bir üretim yapılması sebebiyle yüksek kara sebep olmuştur. Ancak
34 KEPENEK, s. 310-322. 35 USAID, Ekonomik and social İndicators : turkey, Ankara 1995, p. 188
58
yüksek gümrük duvarları ile korunan ortamda yüksek maliyete karşın yüksek kar
marjı sağlayan yatırımlar verimsiz olmuştur. İthal girdi kullanılması ise dış ticaret
açığına sebep olmuştur.
Dış ticaret açığı ve dış kaynak gereksinimi planlı dönemde de devam
etmiştir. Ekonominin dış kaynak gereksinmesi artarken, sermayenin dış
kaynaklarının bir başka öğesi olan DYY’ler beklenen düzeyde gerçekleşmemiştir. Bu
dönemde ekonominin dış kaynaklara bağımlılığın azaltılması mantığıyla ithal
ikameci politika izlenmiş ancak bu zamana kadar uygulanan 3 plan sonunda
ekonominin dış kaynak gereksinmelerinin daha ileri boyutlara ulaştığı görülmüştür.
DYY girişi bu ilk üç plan döneminde, sırasıyla 115, 183 ve 362 milyon dolar olarak
görülmektedir. Ancak buna karşılık Yabancı yatırım tutarına yakın miktarda dışarıya
kar transferi (I. KP döneminde 64, II. KP döneminde 168 milyon dolar kar transferi
yapılmasına karşılık, III. KP döneminde bu miktar 346 milyon dolara çıkmıştır.)
yapılması göz önüne alındığında, yabancı sermayenin ülkenin sermaye birikimine net
sayısal katkısının giderek azaldığı ya da ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Sonuç
olarak planlı dönemde de dış kaynak gereksinmeleri aşırı boyutlara ulaşmıştır.
3.2.2. 1980 Sonrası Dönem
1980 sonrası döneme bakıldığında planlı dönemde uygulanan ithal ikameci
dışa kapalı politikanın tam tersine ihracata dayalı dışa açık bir büyüme modeli
uygulamaya konulmuştur. 24 Ocak kararlarında, ekonomik büyüme, dış kaynak
sağlanmasının bir sonucu olarak ele alınmış, bu dönemde yabancı yatırımları daha
çok özendirmek amacı ile idari ve yasal düzenlemelere gidilmiştir. Bu idari ve yasal
düzenlemeler sonucu yatırımların önündeki engeller büyük ölçüde ortadan kalmış ve
1980 sonrasında sermaye hareketliliği giderek yükselen bir artış göstermiştir.
Özellikle 1989 yılı sonrası daha fazla hissedilen sermaye hareketleri Türk
ekonomisinin yaralarına kısmen merhem olmuş ancak kalıcı bir büyümeyi
sağlayamamıştır. Sonuçta kontrol edilemeyen bu sermaye hareketleri 1990’dan sonra
iki büyük krize neden olmuştur. 1991 yılında Körfez Savaşı nedeniyle, 1994 yılında
ise yaşanan ekonomik kriz nedeniyle eksi olan sermaye hareketleri bu iki yıl dışında
artı olmuş ve yüksek miktarlara ulaşmıştır.
59
Planlı dönem dediğimiz süreçlerde yapılan kalkınma planları Türkiye deki
gerçekleşmelerden çoğunlukla uzak olması sebebiyle başarılı olamamışlardır.
3.2.3. Dyy Akımlarının 2000 Yılı Sonrası Durumu ve Geleceğe Yönelik
Beklentiler
1990’ların ortalarından itibaren küreselleşme ve bölgeselleşme
dinamikleriyle birleşme çılgınlığı (merger mania) olarak adlandırılan şirket
birleşmeleri ortaya çıkmıştır. Bu durum 2000 yılına gelindiğinde artık azalmış
özellikle gelişmiş ülkelerde belli bir durgunluğa ulaşmıştır. Ölçek ekonomisinin
mantığı doğrultusunda küçük şirketler ya birleşerek büyümüş ya da büyükler
tarafından satın alınmıştır. Önümüzdeki dönemde olası bir dünya ekonomik
genişlemesi birleşerek büyüyen bu şirketlerin küresel düzeyde yatırım yapmaları ile
olacaktır. Küresel ve bölgesel düzeyde gümrük duvarlarının giderek azalması, AB
gibi gümrük birliği alanları, NAFTA ve ASEAN gibi serbest ticaret bölgelerinin
ortaya çıkması DYY’lerin yapısının en etkin üretim yeri ve buradan pazarlara en
etkin ulaşım çerçevesinde dönüşmesine neden olmuştur.
1990’lı yılların hızla yükselen bu yatırım trendinin ardından, 2001 yılından
itibaren Dünya genelinde DYY akımlarında 3 yıllık bir azalış dönemi
gerçekleşmiştir. Özellikle 2000 yılındaki 1.4 trilyon dolarlık zirve noktasından
itibaren 2001 yılında yaklaşık 600 milyar dolarlık bir düşüş yaşanmıştır. 2002 yılında
da yaklaşık 170 milyar dolarlık düşüşle 654 milyar dolara gerilemiştir. Küresel DYY
akımı 2003’de de yüzde 12 oranında azalarak 575 milyar dolar düzeyinde
gerçekleşmiştir. Bu rakam 2000 senesinde 1.4 trilyon dolarla zirve yapmış olan
DYY’lerden yüzde 60 daha düşük seviyede olmuştur. Bu durumun ilginç ve önemli
bir istatistiki değeri vardır. Son 30 yılda ilk defa 3 yıllık bir düşüş periyodu
yaşanmıştır. 11 Eylül saldırıları sonucunda Dünyanın içine girdiği riskli ortam bu
durumun en önemli nedeni olarak sayılmalıdır.
60
Tablo 3.1. 2007 Global Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bölge/Ülke 2006 2007 Değişim(%)
Dünya 1305,9 1537,9 17,8 Gelişmiş Ülkeler 857,5 1001,9 16,8 Avrupa 566,4 651 14,9 AB 531 610 14,9 AB15 492,1 572 16,2 Fransa 81,1 123,3 52,0 Almanya 42,9 44,8 4,4 İtalya 39,2 28,1 -28,3 Hollanda 4,4 104,2 2268,2 İngiltere 139,5 171,1 22,7 AB10 38,9 38 -2,3 Çek Cumhuriyeti 6 7,6 26,7 Macaristan 6,1 -0,3 - Polonya 13,9 18,1 30,2 ABD 175,4 192,9 10,0 Japonya -6,5 28,8 - Gelişmekte olan Ülkeler 379,1 438,4 15,6 Afrika 35,5 35,6 0,3 Mısır 10 10,2 2,0 Fas 2,9 5,2 79,3 Güney Afrika -0,3 5 - Sudan 3,5 2,2 -37,1 Tunus 3,3 1 -69,7 L. Amerika ve Karayipler 83,8 125,8 50,1 Arjantin 4,8 2,9 -39,6 Brezilya 18,8 37,4 98,9 Şili 8 15,3 91,3 Kolombiya 6,3 8,2 30,2 Meksika 19 36,7 93,2 Venezuela -0,5 0,4 180,0 Asya ve Okyanusya 259,8 277 6,6 Batı Asya 59,9 52,8 -11,9 Lübnan 2,8 2,1 -25,0 Türkiye 20,1 22 10,0 Güney, D. ve G. Doğu Asya 199,5 224 12,3 Çin 69,5 67,3 -3,2 Hong Kong (çin) 42,9 54,4 26,8 Hindistan 16,9 15,3 -9,5 Endonezya 5,6 5,9 5,4 Malezya 6,1 9,4 54,1 Filipinler 2,3 2,5 8,7 Singapur 24,2 36,9 52,5 Tayland 9,8 10 2,0 Geçiş Ekonomileri 69,3 97,6 40,8 Kazakistan 6,1 8,3 36,1 Romanya 11,4 9 -21,1 Rusya Federasyonu 28,7 48,9 70,4 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı 2007 yılı uluslar arası doğrudan yatırım raporu
61
3.2.3.1. 2007 Global Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri
Bölgesel olarak baktığımızda, AB ülkeleri, 610 milyar dolar ile, toplam
uluslararası UDY girişlerinin yüzde 40’ını çekerken, gelişmekte olan bölgeler
arasında önde gelen Güneydoğu Asya toplamda yüzde 15 pay ile yaklaşık 225 milyar
dolar doğrudan yatırım almıştır. Türkiye’nin de aralarında olduğu Batı Asya
ülkelerine giren UDY bir önceki yıla göre yüzde 10 civarında azalırken, Türkiye 22
milyar dolarlık giriş ile 2007 yılında 23. sırada yer almıştır. Afrika’ya UDY girişi
miktarı sabit kalırken (35 milyar dolar), 2007 yılında Latin Amerika’da UDY
girişlerinin yüzde 50 artışla 125 milyar dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Brezilya,
Meksika ve Sili’de UDY girişlerinin iki katına çıkması ve yeni (greenfield)
yatırımların bu artıştaki en önemli etken olması dikkat çekmektedir.
3.2.3.2. Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (1970-2007)
2000 yılında ulaşılan 1,4 trilyon dolarlık tarihi rekor seviyesinden sonra
2003 yılına kadar düşüş eğilimi gösteren dünya toplam doğrudan yatırım (UDY)
akımları 2004 yılından itibaren tekrar artış trendine girmiştir. Bir önceki yıla göre,
2004 yılında %27, 2005 yılında ise %29 oranında artış gösteren dünya toplam UDY
akımları, 2006 yılında da %34,3 oranında artarak 1,2 trilyon ABD Doları, 2007
yılında ise
Grafik 3.1. Dünyada Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (1970-2007)
(MİLYARDOLAR)
0200400600800
1000120014001600
1970'ler
1990'lar
2001 2003 2005 2007
Kaynak: World İnvestment Report 2008
62
1,538 trilyon ABD dolarını bularak rekor düzeye ulaşmıştır.36 Devam eden ekonomik
büyüme, artan şirket karları ve bunun sonucunda artan sınır ötesi birleşme ve satın
alma işlemleri UDY akımlarındaki artış trendinin devam edeceği öngörülmektedir.37
Sınır ötesi birleşme ve satın alma işlemleri 2006 yılında da gerçekleşen
yatırımlar arasında önemli bir yer tutmakla beraber, komple yeni yatırımlar
(greenfield investment) ve yeniden yatırım da kullanılan kazançlar da geçmiş
dönemlere kıyasla önemli miktarlarda artış göstermiştir. 2006 yılı içerisinde dünya
genelinde görülen yüksek karlılık oranları sonucunda şirketlerin artan hisse değerleri
gerçekleşen sınır ötesi birleşme ve satın alma işlemlerinin değerinin artmasına sebep
olmuş ve bunun sonucunda bu işlemlerin UDY içerindeki payı yüksek seyretmiştir.
Tablo 3.2. Türkiye’de Uluslararası Doğrudan Yatırım Girişleri ve Uluslararası
Doğrudan Yatırımlardan Aldığı Pay
Yıl Giriş (Milyon Dolar)
Dünya Toplamındaki
Pay(%)
Gelişmekte olan Ülkeler
Toplamındaki Pay(%)
Sıralama
2007 22 1,2 4,4 23 2006 20,1 1,5 5,3 16 2005 9,8 1,0 3,1 23 2004 2,9 0,4 1,0 38 2003 1,8 0,3 1,0 53 2002 1,1 0,2 0,7 53 2001 3,4 0,4 1,6 38 2000 1,0 0,1 0,4 53
1990’ ler 0,8 0,2 0,7 - 1980’ ler 0,2 0,2 0,8 - 1970’ ler 0,1 0,2 0,9 -
Kaynak: World İnvestment Report 2007. Not: (Yıllık Ortalama)
3.2.3.3. Türkiye’de Uluslararası Doğrudan Yatırım Girişleri ve
Uluslararası Doğrudan Yatırımlardan Aldığı Pay
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü’nün “2007 Dünya Yatırım
Raporu”na göre Türkiye, 2006’da en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken 16. ülke
oldu. Türkiye, 2005 yılında, çektiği 9,8 milyar dolar ile 23. sırada idi. 2006’da ise
36 UN, World Economic Situation and Prospects, 2007 37 HAZİNE, Uluslararası Doğrudan Yatırımlar 2006 yılı raporu
63
20,1 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım çekerek listede 7 basamak yükselme
kaydetti. Ülkemiz, 2006 yılında İspanya, Meksika, Brezilya ve Suudi Arabistan gibi
ülkelerden daha fazla doğrudan yabancı yatırım çekti.
Türkiye’nin dünya doğrudan yabancı yatırımlar pastasından aldığı pay, 2005
yılında %1 idi; 2006 yılında ise %1,5 olarak gerçekleşti. Ayrıca Türkiye, bulunduğu
Batı Asya kategorisinde 2006’da en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ülke oldu.
Rapora göre, bu performansın başlıca sebepleri, ülkemizde gerçekleşen sınır
ötesi birleşme ve satın almalar ile finansal hizmetlerin özelleştirilmesidir.
2006 yılında, gelişmiş ülkelere yapılan yatırımlar bir önceki yıla kıyasla %45
oranında artarak 857 milyar dolara ulaşmış; aynı dönemde gelişmekte olan ülkelere
yapılan yatırımlar da tarihi rekor seviyesi olan 379 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir.
Tablo 3.3. En Fazla UDY Stoku Olan İlk On Ülke ve Türkiye
Sıra Ülke Yatırım Stoğu (milyar dolar)
1 A.B.D. 1.789,1 2 İngiltere 1.135,3 3 Fransa 782,8 4 Hong Kong (Çin) 769,0 5 Belçika 603,4 6 Almanya 502,4 7 Hollanda 451,5 8 İspanya 443,3 9 Kanada 385,2 10 İtalya 294,8
27 TÜRKİYE 79,1 Kaynak: Hazine, UDY Raporu 2007
ABD 175,4 milyar dolarlık UDY girişi ile dünya ülkeleri arasında ilk sırada
yer alırken; İngiltere (139,5 milyar dolar) ve Fransa (81,1 milyar dolar) en fazla
doğrudan yatırım girişi sağlayan diğer ülkeler olmuştur. Gelişmekte olan ülkeler
arasında en fazla doğrudan yatırım girişi sağlayan Çin (69,5 milyar dolar), tüm
ülkeler arasında beşinci durumdadır. Türkiye 2006 yılında çektiği 20,1 milyar dolar
64
tutarındaki UDY ile dünya genelinde 16. sırada, gelişmekte olan ülkeler arasında ise
5. sırada yer almıştır.
3.2.3.4. En Fazla UDY Stoku Olan İlk On Ülke ve Türkiye
2006 yılı itibari ile dünya toplam UDY stoku 12 trilyon dolara ulaşmıştır.
A.B.D. (1.789,1 milyar dolar) ve İngiltere (1.135,3 milyar dolar) en fazla yatırım
stokuna sahip ülkeler arasında ilk 2 sırayı almaktadır. (Tablo 3.4.)
Gelişmekte olan ülkeler dünya toplam uluslararası yatırım stokunun
%26’sına sahiptir. Söz konusu ülkeler arasında Hong Kong (Çin), Çin ve Meksika ilk
sıralarda; 79,1 milyar dolarlık doğrudan yatırım stoku ile Türkiye dünya genelinde
27. sırada yer almaktadır.
Tablo 3.4. En Fazla UDY Çeken 10 Ülke ve Türkiye 2003-2007 (milyar dolar)
2003 2004 2005 2006 2007
Sıra Ülke UDY Ülke UDY Ülke UDY Ülke UDY Ülke UDY
1 Çin 53,5 ABD 135,8 İngiltere 193,7 ABD 175,4 ABD 232,8
2 ABD 53,1 Çin 60,6 ABD 101,0 İngiltere 139,5 İngiltere 224,0
3 Fransa 42,5 İngiltere 56,0 Fransa 81,1 Fransa 81,1 Fransa 158,0
4 Belçika 33,5 Belçika 43,6 Çin 72,4 Belçika 72,0 Kanada 108,7
5 Almanya 32,4 Avustralya 36,0 Hollanda 41,6 Çin 69,5 Hollanda 99,4
6 İspanya 25,8 Hong Kong 34,0 Almanya 35,9 Kanada 69,0 Çin 83,5
7 İrlanda 22,8 Fransa 32,6 Belçika 33,9 Hong Kong 42,9 Hong Kong,
Çin 59,9
8 Hollanda 21,0 Bermuda 25,5 Hong Kong 33,6 Almanya 42,9 İspanya 53,4
9 İngiltere 16,8 İspanya 24,8 Kanada 28,9 İtalya 39,2 Rusya fed. 52,5
10 İsviçre 16,5 Meksika 22,4 İspanya 25,0 Lüksemburg 29,3 Almanya 50,9
53. Türkiye 1,8 38. Türkiye 2,9 23. Türkiye 9,8 16. Türkiye 20,1 23. Türkiye 22,0
Dünya
Toplamı 564,1
Dünya
Toplamı 742,1
Dünya
Toplamı 945,8
Dünya
Toplamı 1305,6 Dünya Toplamı 1458,3
Kaynak: Hazine UDY Raporu 2007
65
3.2.3.5. En Fazla UDY Çeken 10 Ülke ve Türkiye 2003-2007
Türkiye 2007 yılındaki 22 milyar dolarlık giriş ile dünya genelinde en fazla
uluslar arası yatırım çeken 23. ülke oldu. Türkiye Gelişmekte olan Ülkeler arasında
ise 5. sıradan 9. sıraya geriledi.
3.2.3.6. Sektörlere Göre UDY Girişleri
2007 yılında UDY’nin %81,4’ü; Mali Aracı Kuruluşların Faaliyetleri
(%59,5) ile İmalat (%21,9) sektörlerinde gerçekleşmiştir (Tablo 3.5)
Tablo 3.5. Sektörlere Göre UDY Girişleri – 2007 (Milyon Dolar)
Sıra Sektör Sermaye Yüzde %
1 Mali Aracı Kuruluşların Faaliyetleri 11,409 59,5
2 İmalat 4,199 21,9
3 Ulaştırma, Depolama ve Haberleşme 1,119 5,8
4 Gayrimenkul, Kiralama ve İş faaliyetleri 905 4,7
5 Elektrik, Gaz, Buhar ve Sıcak Su Üretimi ve Dağıtımı 555 2,9
6 Madencilik ve Taşocakçılığı 341 1,8
7 İnşaat 260 1,4
8 Toptan ve Perakende Ticaret 181 0,9
9 Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler 178 0,9
10 Oteller ve Lokantalar 26 0,1
Diğer 17 0,1
TOPLAM 19.190 100,0
Kaynak: TCMB
Finans sektörü gerek Türkiye gerekse dünyada en çok UDY çeken sektör
olma özelliğini korumaktadır. Nitekim, UNCTAD tarafından açıklanan 2003-2005
dönemi sektörlere göre dünya toplam UDY girişleri içerisinde, 127,3 milyar dolarlık
yatırımla finans sektörü ve 124,9 milyar dolarlık yatırımla iş faaliyetleri5 sektörü ilk
66
iki sırada yer almaktadır. Madencilik ve taşocaklığı sektörü 88,6 milyar dolar
tutarındaki yatırımla ilk iki sektörü takip etmektedir.38
Tablo 3.6. Türkiye de 2007 ve 2002-2007 Tarihleri İtibariyle En Fazla UDY
Yapan Ülkeler (Milyon Dolar)
2007 2002-2007 Sıra Ülke Sermaye Yüzde% Ülke Sermaye Yüzde% 1 Hollanda 5.682 29,6 1 Hollanda 11.824 24,6 2 ABD 4.206 21,9 2 A.B.D. 5.232 10,9 3 Yunanistan 2.263 11,8 3 Yunanistan 5.127 10,7 4 Almanya 1.004 5,2 4 Belçika 4.924 10,3 5 Portekiz 701 3,7 5 B.A.E. 3.194 6,6 6 İngiltere 688 3,6 6 Fransa 3.039 6,3 7 Kazakistan 613 3,2 7 Almanya 2.053 4,3 8 İspanya 588 3,1 8 İngiltere 1.756 3,7 9 Lüksembur 586 3,1 9 Rusya 1.720 3,6 10 Brezilya 466 2,4 10 Avusturya 1.487 3,1 Diğer 2.393 12,5 Diğer 7.675 16,0 Toplam 19.190 100,0 Toplam 48.031 100,0 Kaynak: Hazine UDY Raporu 2007
3.2.3.7. Türkiye de 2007 ve 2002-2007 Tarihleri İtibariyle En Fazla
UDY Yapan Ülkeler
2002-2007 arasındaki 6 yıllık dönem göz önüne alındığında Hollanda,
A.B.D. ve Yunanistan Türkiye’de en çok doğrudan yatırım yapan ülkeler olarak ön
plana çıkmaktadır. 2006 ve 2007 yıllarında 5 milyar doların üzerinde Hollanda
kaynaklı yatırım gerçekleşmiştir. 2006 yılında İngiltere menşeli Vodafone şirketinin
Telsim hisselerini satın almak için ödediği 4,6 milyar dolarlık tutar Hollanda
üzerinden Türkiye’ye transfer edildiği için söz konusu yatırımın menşe ülkesi
Hollanda olarak gözükmektedir. 2007 yılında Hollanda menşeli yatırımcıların
Türkiye’deki yatırımları ağırlıklı olarak finans sektöründe yoğunlaşmıştır. ING
Bank’ın Oyakbank’ın tamamını 2,7 milyar dolar karşılığında, Eureko’nun Garanti
Sigorta’nn %80 ve Garanti Emeklilik’in %15 oranındaki hissesini toplam 623 milyon
dolar karşılığında ve TBIH’ın Ray Sigorta’nın %58,2 hissesini 85 milyon dolar
karşılığında satın alması 2007 yılındaki en önemli Hollanda kaynaklı sermaye 38 UNCTAD, World Investment Report 2007
67
girişleri olmuştur. İngiltere menşeli Cadbury Schweppes’in Intergum’ın tamamı için
ödediği 450 milyon dolarlık tutar da 2007 yılında Türkiye’ye Hollanda üzerinden
transfer edilmiş ve ödemeler dengesi istatistiklerine Hollanda kaynaklı bir sermaye
girişi olarak yansımıştır.
2006 yılında A.B.D. menşeli en önemli yatırım özel yatırım fonu Texas
Pacific Group tarafından Mey İçki’nin %90 oranındaki hissesinin satın alınması
olmuştur. Söz konusu işleme istinaden yaklaşık 350 milyon dolarlık bir tutar
ödemeler dengesi istatistiklerine UDY olarak yansımıştır. 2007 yılında ise A.B.D.
kaynaklı yatırımların çeşitli sektörlere yöneldikleri görülmektedir. Akbank’ın %20
hissesi için Citibank tarafından ödenen 3,1 milyar dolarlık tutar 2007’deki en önemli
ABD menşeli yatırım girişidir. Şeker Sigorta’nın %63,9 hissesinin Liberty Mutual
tarafından satın alınması finans sektöründeki bir başka önemli yatırım olmuştur.
A.B.D. menşeli özel yatırım fonu KKR tarafından UN Ro-Ro’nun %97,6 oranındaki
hissesinin yaklaşık 1,3 milyar dolar karşılığında satın alınması özel yatırım fonları
tarafından Türkiye’de gerçekleştirilen en büyük işlemlerden biri olmuştur. Söz
konusu işleme istinaden 527 milyon dolar tutarında bir UDY girişi gerçekleşmiştir.
Beymen’in %50 ve Boyner’in %30 hissesinin Citigroup ve İçtaş Enerji’nin %51
hissesinin AES tarafından satın alınması 2007 yılındaki diğer önemli sermaye
girişleri olmuştur.
Türkiye’deki Yunanistan menşeli yatırımlar 2006 ve 2007 yıllarında
bankacılık sektöründe gerçekleşen 2 adet büyük ölçekli satın alma işlemi sonucunda
önemli boyutlara ulaşmıştır. Finansbank’ın %46 oranındaki hissesinin National Bank
of Greece tarafından satın alınmasına istinaden 2006 yılında 2,8 milyar dolar
tutarında ve yine Finansbank’ın borsadan çağrı yoluyla toplanan hisseleri için 2007
yılında 2,3 milyar dolar tutarında Yunanistan kaynaklı sermaye girişi gerçekleşmiştir.
2007 yılında bankacılık sektöründeki bir başka Yunan menşeli sermaye girişi EFG
Eurobank’ın Tekfenbank’ın %70 oranındaki hissesi için ödediği 180 milyon dolarlık
tutardır. Belçika menşeli yatırımlar da Yunan menşeli yatırımlar gibi bankacılık
sektöründe yoğunlaşmaktadır. 2005 yılında Fortis’in Dışbank hisselerini (1,1 milyar
dolar) ve 2006 yılında Dexia Bank’ın Denizbank hisselerini (2,4 milyar dolar) satın
alması söz konusu yıllardaki en öenmli Belçika yatırımları olmuştur.
68
2005 ve 2006 yıllarında gözlenen B.A.E. kaynaklı yüksek yatırım
girişlerinde Türk Telekom özelleştirmesine istinaden ödenen taksit tutarları
belirleyici olmuştur.
Fransa kaynaklı yatırımlarda 2005 yılında görülen artış Garanti Bankası’nın
GE Consumer Finance tarafından alınan hisseleri için ödenen 1,8 milyar dolarlık
tutarın Türkiye’ye Fransa üzerinden transfer edilmesi sonucunda gerçekleşmiştir.
2006 yılında özelleştirilen Başak Sigorta&Emeklilik için Groupama tarafından
ödenen 268 milyon dolarlık tutar son dönemde gerçekleşen en önemli Fransa
kaynaklı yatırım olmuştur.
Alman yatırımcıların son dönemde imalat, finans ve enerji gibi çeşitli
sektörlere ilgi gösterdikleri gözlemlenmektedir. Demirdöküm’ün %72,6 oranındaki
hissesinin 324 milyon dolar karşılığında Vaillant tarafından satın alınması, Linde
Gas’ın 2006 yılında Karbogaz ve 2007 yılında Birleşik Oksijen Sanayii hisselerini
satın alması (toplam 177 milyon dolar) ve Garanti Bankası Takas ve Saklama
Birimi’nin Deutsche Bank tarafından satın alınması son yıllardaki önemli Alman
yatırımları olmuştur.
Son 2 yıllık dönemde Türkiye’de yatırımlarını arttıran bir başka ülke de
İngiltere olmuştur. 2006 yılında Vodafone şirketi tarafından Telsim için ödenen 4,6
milyar dolarlık tutar Türkiye’de gerçekleşen en büyük İngiltere kaynaklı yatırım
olmakla beraber söz konusu sermaye Türkiye’ye Hollanda üzerinden transfer edildiği
için ödemeler dengesi istatistiklerine Hollanda kaynaklı olarak yansımıştır. İngiltere
menşeli Cadbury Schweppes’in 2006 yılında Kent Gıda hisseleri için ödediği 95
milyon dolar ve 2007 yılı içerisinde Intergum için ödediği 450 milyon dolar gıda
sektöründeki önemli İngiliz yatırımları arasındadır. 2007 yılında Aviva ile Aksigorta
arasındaki birleşme işlemi sigortacılık sektöründe söz konusu yıldaki önemli
gelişmelerden biri olmuştur.
2005 yılı içerisinde Rus Alfa Group’un Turkcell hisseleri için ödediği 1,6
milyar dolar Rusya kaynaklı en büyük doğrudan yatırım girişini oluşturmaktadır.
Rusya'nın en büyük demir çelik üreticilerinden Rus MMK (Magnitogorsk Iron&Steel
Works)’nın Atakaş Metalurji ile gerçekleştirdiği ortaklık sonucunda transfer edilen
tutar demir-çelik sektöründeki önemli sermaye girişlerinden biri olmuştur.
69
Geçtiğimiz iki yılda Türkiye’de önemli miktarda doğrudan yatırım yapan
Avusturya kaynaklı yatırımcılar yatırımlarını toptan ve perakende ticaret ve enerji
sektörlerinde yoğunlaştırmıştır. Petrol Ofisi’nin %34 oranındaki hissesinin OMV
tarafından (1,1 milyar dolar) alınması 2006 yılında, Enerjisa’nın %50 oranındaki
hissesinin Verbund tarafından alınması (327 milyon dolar) 2007 yılında gerçekleşen
en büyük Avusturya kaynaklı yatırımlar olmuştur.
Diğer yandan, OECD’nin “Doğrudan Yabancı Yatırımda Trendler ve En
Son Gelişmeler: 2007” raporunda, son 10 yılda en fazla doğrudan yabancı yatırım
çeken 7 OECD ülkesinden birinin Türkiye olduğu belirtiliyor. Raporda, Türkiye’nin
hâlihazırda çektiği 20 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırımın, tarihindeki en
yüksek seviye olduğu vurgulanmış. Bu yükselişin çoğunun, finans ve
telekomünikasyon sektörlerindeki devralmalardan kaynaklandığı belirtilmiş. Rapora
göre, son 10 yılda en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken OECD ülkeleri Türkiye,
Meksika, Polonya, ABD, Çek Cumhuriyeti, Avustralya ve Kore’dir.
Türkiye’nin her yıl çekmesi gereken yabancı yatırım miktarı üzerinde ise,
bugün çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır. Elimizdeki verilere bakarak bu rakamın
asgari 25-30 milyar dolar seviyesinde olması gerektiğini söylemek mümkündür.
Özellikle, Amerikan hükümeti tarafından 1994 yılında 2000’li yıllar için geliştirilen
“Gelişmekte Olan 10 Büyük Pazar” stratejisinde, gelişmekte olan en önemli 10
ülkenin, 2000 yılında ABD’nin dış ekonomik ilişkileri içinde bir Avrupa, ya da
Japonya’nın düzeyine ulaşacağı, 2010 yılında ise, 10 ülkenin payının Avrupa ve
Japonya’nın toplam hacmini aşacağı öngörülmektedir. Bu ülkeler arasında,
Türkiye’ye önem bakımından Çin’den sonra ikinci sırada yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından
yayımlanan 2007 yılı küresel yatırım Rapora göre ise 2008 yılında küresel doğrudan
yatırımlarda "hızlı soğuma" görülecek. Ayrıca, ABD ekonomisinde mortgage
krizinden dolayı durgunluk yaşanacağı ve küresel ekonominin de bundan
etkileneceği tahmin ediliyor. Raporda, küresel ekonominin dengesiz gelişmesi,
tüketim malları fiyatlarının yükselmesinden kaynaklanan baskılar, kur dalgalanması
ve faizlerin artması gibi ekonomi politikalarının doğrudan yatırımlarda sınırlayıcı rol
oynayabileceğine de dikkat çekildi.
70
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ VE BANKACILIK SEKTÖRÜNDE
DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR
4.1. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ
4.1.1. 1980 Sonrası Türkiye’de Bankacılık Sektörü
1. DÖNEM YEREL BANKACILIK DENEMESİ
1908-1922 1923-1932 İLK DENEME SÜRECİ İKİNCİ DENEME SÜRECİ 2. DÖNEM 1933 – 1942 : DEVLETÇİLİK VE DEVLET BANKACILIĞI 3. DÖNEM 1942 – 1962 : ULUSAL VE ÖZEL BANKACILIK 4. DÖNEM 1963 – 2007 : PLANLI DÖNEMDE BANKACILIK
1961 – 1979 1980 -1990 1990-2000 2001 – 2007
İthal ikamesi Dışa açılma Artan sorunlar Kriz ve Holding bankacılığı Faiz ve kur serbest Yüksek faizler yeniden İhtisaslaşmış Yabancı bankalarla Banka sayısında yapılanma Kamu bankaları rekabet patlama
Türk bankacılık sektörü 1980’den itibaren hızlı bir gelişme göstererek
uluslararası banka ve finans sistemiyle bütünleşme sürecine girmiştir. Söz konusu
dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte dış dünya ile ekonomik ve mali
bütünleşmenin gerçekleştirilmesi gibi yapısal değişime yönelik politikalar hayata
geçirilmiştir. Yine aynı yıllarda, tüm dünyada finansal pazarın serbestleştirilmesi
eğiliminin ortaya çıkmasının bunda önemli bir rolü olduğu söylenebilir.
71
1980 sonrası ekonominin dışa açılması ve dünya finans sistemiyle
bütünleşme çabalarının bir sonucu olarak, bankacılık sektöründe de dışa açılma
yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır. Böylece ticaret bankası, yatırım bankası ve şube
düzeyinde bir çok yabancı banka faaliyete geçtiği ve Türk bankalarıyla ortaklık
kurduğu gibi, Türk bankaları da yurt ışında şube açma, banka kurma v.b. yollarla
örgütlenmişlerdir. Bu gelişmeler Türk bankacılık sektörünün ülkemizde şube açan
yabancı bankaların bir sonucudur. Ayrıca bu rekabet Türk bankacılık sektörünün
etkinliğini de artırmıştır. 1980’li yılların bir başka önemli gelişmesi ise, Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) bünyesinde “İnterbank” piyasasının
oluşturulmasıdır. Böylece bankaların kısa vadeli likidite ihtiyaçlarının
karşılanmasında ve likidite fazlasının değerlendirilmesinde çok büyük kolaylık
sağlanmıştır. İnterbank, bankalara kaynak kullanma esnekliği ve kaynakları daha
etkin kullanma imkanı verdiği gibi, ekonominin likidite dengesini kurmada da çok
yararlı olmuştur.
1994 bankacılık ve finans krizi, TCMB’ nin duruma zamanında ve gerekli
ölçüde müdahale edecek kadar rezervi olmaması nedeniyle yaygınlaşmış ve tüm
bankacılık sektörünü ve ekonomiyi tehdit eder hale gelmiştir. Bankacılık sektörünün
1994 krizinden ciddi boyutta etkilenmesinin temel nedeni, 1989-1993 döneminde
izlenen düşük döviz kuru ve yüksek faiz politikalarının sona ermesi ve kar
oranlarının düşmesidir. Türkiye 2000 yılına çok önemli ekonomik kararların alındığı
bir ortamda girmiştir.
Şubat 2001 yılında ise, mali piyasalardaki güvenin kırılgan yapısı bir kez
daha finansal krize yol açmış, bunun bir sonucu olarak 2000 Enflasyonu Düşürme
Programı’nda öngörülen para ve kur politikaları terk edilerek, 22 Şubat 2001 yılında
dalgalı kur sistemine geçilmiş, böylelikle enflasyonu düşürme programı da sona
ermiştir. Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarda yaşanan her iki finans krizi de başta
bankacılık sektörü olmak üzere bütün sektörleri ve ekonomik yaşamı olumsuz yönde
etkilemiştir. Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sonrasında, aşırı yükselen faiz
oranları, vade uyumsuzluğu olan bankaların fonlama zararlarını artırırken,
portföylerinde bulundurdukları menkul kıymetlerin de değer yitirmesine yol açmıştır.
Şubat 2001’ de dalgalı kura geçilmesiyle birlikte, TL’nin yabancı paralar karşısında
72
hızla değer kaybetmesine bağlı olarak yüksek açık pozisyonla çalışan bankalar,
önemli boyutta kambiyo zararı ile karşı karşıya kalmıştır.
4.1.2. 2001 Sonrası Türk Bankacılık Sektörü ve Yapısal Gelişmeler
Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren banka sayısı 2001 yılından
itibaren sergilediği belirgin azalış eğiliminin ardından son yıllarda önemli bir
değişim göstermemiş ve 2007 yılı sonu itibarıyla önceki yıldaki seviyesini koruyarak
50 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşılık şube ve personel sayılarında 2004 yılında
başlayan ve 2006 yılında güçlenen artış eğiliminin 2007 yılında da aynı hızla devam
ettiği görülmektedir. 2007 yılsonu itibarıyla banka şubesi sayısı 8.117 olurken
personel sayısı 167.760’a ulaşmıştır. Türkiye’deki banka sayısı AB üyesi ülkeler
genelindeki kredi kuruluşları sayısı karşısında nispeten düşük kalmaktadır. Banka
sayısındaki nispi azlığa rağmen Türkiye’deki bankaların yaygın bir şube ağıyla
çalıştığı görülmektedir. Ekonomik büyüme ve finansal istikrarın sürmesi halinde
şube ve personel sayısındaki artışın devam etmesi beklenmektedir.
Banka sayısı aynı kalmakla birlikte, orta ölçekli bankaların gösterdiği daha
hızlı büyüme sektördeki aktif yoğunlaşmasının 2007 yılında hafif bir düşüş
göstermesine yol açmıştır. Toplam aktif büyüklüğü açısından Türk bankacılık
sektörü 2006 yılsonu itibarıyla AB’nin 13 üyesinden büyük olmakla birlikte AB
geneli itibarıyla değerlendirildiğinde küçük kalmaktadır. Uzun süreli
makroekonomik ve siyasi istikrar, sermaye birikimi, uygun düzenleme ve denetim
çerçevesi, yüksek gelir düzeyi ve sağlanan entegrasyonun yarattığı sinerji AB’deki
bankacılık sektörlerinin başlıca üstünlükleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 2007
yılında ayrıca, toplam aktiflere paralel olarak menkul değerler portföyü, krediler,
mevduat ve öz kaynaklar gibi belli başlı bilanço kalemleri açısından da
yoğunlaşmanın bir miktar azaldığı gözlenmektedir. Sürdürülebilir bir finansal istikrar
için hayati bir öneme sahip bulunan kârlılık 2007 yılında da artmaya devam etmiş,
özkaynak getirisi %19,6’ya ve aktif getirisi %2,6’ya ulaşmıştır. Öz kaynak getirisi
açısından büyük ölçekli, aktif getirisi açısından ise küçük ölçekli bankaların sektör
ortalamasının üzerinde bir performans sergilediği görülmektedir.
Aracılık işlevi açısından Türk bankacılık sektörü 2007 yılında gelişimini
sürdürmüş ve kaynaklarının yaklaşık yarısını kredi olarak kullandırır hale gelmiştir.
73
2007 yıl sonu itibarıyla kredilerin üçte ikisi ticari ve kurumsal kredilerden, üçte biri
de bireysel kredilerden oluşmakta olup alt kredi segmentleri itibarıyla bakıldığında
yoğunlaşmanın genel olarak orta ve küçük ölçekli bankaların payında görülen artışa
bağlı olarak azaldığı görülmektedir. Son yıllarda gösterdiği artış ile 2007 yıl sonu
itibarıyla toplam krediler içerisindeki payı %11,4’e ulaşan konut kredileri açısından
Türkiye AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında hala önemli bir gelişme potansiyeli
taşımaktadır. Sektörün temel fon kaynağı durumundaki mevduat açısından da orta
ölçekli bankaların payında görülen artışa bağlı olarak yoğunlaşma azalmış,
mevduatın krediye dönüşüm oranı artışını sürdürerek 2007 yıl sonunda %77,5’e
ulaşmıştır. Aracılık faaliyetlerinin bölgesel konumlanması incelendiğinde, kıyı
bankacılığı ve yurtdışı şube faaliyetlerinin 2002-2005 döneminde krediler açısından
toplam içerisinde oransal olarak gerileme gösterdiği gözlenmektedir. Yurtiçi
faaliyetler lehine olan bu gelişmede, müşteri üzerindeki kredi maliyet oranı şeklinde
ölçülen aracılık maliyeti göstergesindeki gerileme büyük rol oynamıştır. 2006
sonrasında ise, aracılık maliyetlerinde 2007 yılında gerçekleşen düşüşe rağmen,
faaliyetlerin yurtdışına, özellikle de kıyı bankacılığı bölgelerine yönelmesi devam
etmektedir.
Bankacılığa ilişkin kapasite göstergelerine bakıldığında ise, 2007 yılında
banka başına şube yoğunlaşmasının azaldığı, banka başına ortalama şube sayısının
büyük ölçekli bankalarda 744, orta ölçeklilerde 264 ve küçük ölçeklilerde 23 şube
olduğu görülmektedir. Şubelerin İstanbul başta olmak üzere üç büyük ilin toplam
içerisindeki ağırlığı devam etmektedir. Banka başına çalışan ve banka başına ATM
ile şube başına aktif, kredi ve mevduat yoğunlaşmalarında da BDDK vi Bankacılıkta
Yapısal Gelişmeler / Aralık 2007 yılında bir miktar gerileme olmuştur. Bankacılık
sektöründe faiz marjlarındaki daralmanın da etkisiyle artan rekabet bankaların
sürdürülebilir büyüme için verimlilik olgusuna daha fazla önem vermelerine neden
olmaktadır. Bu bağlamda bankalar hem operasyonel maliyetlerini aşağıya çekme
hem de faiz dışı gelirlerini artırma yönünde politikalar izlemektedir. Sektör genelinde
işletme giderlerinin toplam gelirlere oranı dalgalı bir seyir izlemekte olup 2007 yılı
sonunda %51 olarak gerçekleşmiştir. Genel olarak büyük ölçekli bankalar için
işletme giderlerinin gelirler içindeki payının daha düşük olduğu, fonksiyon grupları
itibarıyla bakıldığında ise kalkınma ve yatırım bankalarının görece başarılı olduğu
74
görülmektedir. Personel giderlerinin toplam işletme giderlerine oranı bankacılık
sektöründeki organik büyümeye bağlı olarak personel sayısında görülen artışın
etkisiyle son iki yılda yükselmeye başlamış ve 2007 yılında %37,2 olarak
gerçekleşmiştir. Bankacılık sektörünün faiz dışı gelirlerini artırma yönünde izlediği
politikalar ve kredi portföyündeki genişlemeye paralel olarak komisyon gelirlerini
artırması sonucu komisyon gelirlerinin toplam işletme giderlerine oranı genel bir
artış eğilimi göstermekte olup sektör genelinde %48,2 olarak gerçekleşmiştir. Son
yıllarda bankacılık sektöründe nominal faiz oranlarındaki düşme ve artan rekabet
sonucu faiz marjlarında yaşanan daralma eğilimi bankaların faiz gelirlerinin toplam
gelirler içindeki payının azalmasına neden olmaktadır.
Diğer taraftan, banka dışı mali sektörde, finansal kiralama şirketlerinin
aktiflerinde, kredilerinde, öz kaynaklarında ve kârlılıklarındaki yoğunlaşma eğilimi
2007 yılında da devam etmiştir. Faktoring şirketlerinin yoğunlaşma göstergeleri bir
önceki yıla kıyasla aktiflerde ve alacaklarda azalma gösterirken, öz kaynaklar ile
kârlılıkta artış göstermiştir. Tüketici finansman şirketlerinin yoğunlaşma
göstergelerindeki azalma eğilimi ise 2007 yılında da devam etmiştir. Ayrıca, yeni
düzenlemelere uyum sağlayamayan banka dışı mali kuruluşların faaliyetleri sona
erdirilmiştir.
2007 yılında Kurumun mevcut stratejik amaç ve hedeflerine yönelik yapılan
düzenlemelerin büyük ölçüde beklenen etkiyi yarattığı, bu çerçevede finansal sektöre
yönelik güveni artırdığı, risklerin daha iyi yönetilmesini, daha iyi izlenmesini ve
kontrolünü sağladığı görülmektedir. Yıl içerisinde bankacılık sektörüne yönelik
stratejilere ve politikalara ilişkin yayımlanan temel dokümanlar kârlılık, verimlilik ve
rekabetin önündeki engellerin kaldırılması, reel sektörün finansman imkânlarının
artırılması, Basel II’ye geçiş, banka dışı finansal kuruluşlara yönelik denetimin
etkinliğinin artırılması, müşterilerin bilinçlendirilmesi ve sektördeki ilgili kuruluşlar
arasında işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi konularında yoğunlaşmıştır. Öte
yandan, uluslararası kuruluşlarca yayımlanan düzenleme, standart ve ilkelerin ise
muhasebe ve finansal raporlama, tüketicilerle olan anlaşmazlıkların çözümü, ödeme
ve denkleştirme sistemleri ve risk yönetimi konularına vurgu yaptığı görülmektedir.39
39 Bankacılık Düzenleme Ve Deneleme Kurumu, Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler, 2007
75
4.2. BANKACILIK SEKTÖRÜ PİYASA YAPISI
4.2.1. Banka Şube Yapısındaki Gelişmeler
4.2.1.1. Banka Sayısındaki Gelişmeler
Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren banka sayısı, 2000–2001
yıllarında yaşanan finansal krizlerle birlikte önemli ölçüde azalmıştır. Sektörde faal
olan banka sayısı 2002–2007 yılları arasında sektörde gerçekleşen konsolidasyonun
da etkisiyle Aralık 2007 itibarıyla 50’ye inmiştir.
Tablo 4.1. Banka Sayısındaki Gelişmeler
2002 2003 2004 2005 2006 2007
Mevduat bankaları 40 36 35 34 33 33
Kamu sermayeli mevduat bankaları 3 3 3 3 3 3
Özel sermayeli mevduat bankaları 20 18 18 17 14 12
TMSF 2 2 1 1 1 1
Yabancı sermayeli mevduat 15 13 13 13 15 17
Katılım bankaları 5 5 5 4 4 4
Kalkınma ve yatırım bankaları 14 14 13 13 13 13
TOPLAM BANKA SAYISI 59 55 53 51 50 50
Bankaların fonksiyonları itibarıyla dağılımına bakıldığında, sektörde en
fazla mevduat bankalarının faaliyet gösterdiği (%66), bu grubu kalkınma ve yatırım
bankalarının (%26) takip ettiği görülmektedir. Sektörde faaliyet gösteren 4 adet
katılım bankasının toplam banka sayısı içindeki payı %8’dir.
4.2.1.2. Şube Sayısındaki Gelişmeler
Ekonomik büyümeye paralel olarak gelişen sektörde, hizmet sunum birimi
olan şube sayısı 2004 yılından itibaren artış eğilimi göstermektedir. Nitekim Aralık
2004’te 6.474 olan şube sayısı Aralık 2007’de 8.117’ye ulaşmıştır. Söz konusu
artışta, sektöre birleşme/satın alma yoluyla giren stratejik yatırımların organik
büyümesiyle şube sayılarını artırma çabaları ve mevcut bankaların ekonomik
76
büyümeye paralel olarak şube ağlarını genişletme yönündeki politikaları etkili
olmaktadır.
Tablo 4.2. Şube Sayısının Gelişimi ve Yüzde Dağılımı 2002 2003 2004 2005 2006 2007
Sayı 6,351 6,267 6,474 6,568 7,296 8,117
Mevduat bankaları 6,161 6,046 6,186 6,241 6,898 7,653
Katılım bankaları 148 189 255 292 356 422
Kalkınma ve yatırım bankaları 34 32 33 35 42 42
%
Mevduat bankaları 97,1 96,5 95,6 95,0 94,5 94,3
Katılım bankaları 2,3 3,0 3,9 4,4 4,9 5,2
Kalkınma ve yatırım bankaları 0,5 0,5 0,5 0,5 0,6 0,5
Şube sayısının banka fonksiyon gruplarına göre dağılımına bakıldığında,
2002 yılında mevduat bankalarının %97,1 olan payı 2007 yılı itibarıyla %94,3’e
inmiştir. Aynı dönemde kalkınma ve yatırım bankalarının payı pek değişmezken,
katılım bankalarının toplam şube sayısı içindeki payı %2,3’ten %5,2’ye yükselmiştir.
Şube sayısı gelişim endeksi (2002=100) incelendiğinde, 2002–2007 yılları
arasında şube sayısındaki en hızlı artışı katılım bankalarının elde ettiği
görülmektedir. Mevduat bankaları grubunda, endeks 2004 yılından itibaren artmaya
başlarken, kalkınma ve yatırım bankalarında söz konusu artış 2005 yılı itibarıyla
gerçekleşmiştir. Sektör genelinde ise 2005 yılında 103 olan endeks, 2007 yılında yeni
şubelerin açılmasıyla bir yükselişle 128’e erişmiştir.
Banka başına şube sayısı endeksi, ölçek1, bazında değerlendirildiğinde artış
eğiliminde olduğu görülmektedir. Söz konusu artış eğilimi orta ölçekli bankalarda
daha belirgindir. 2007 yılında endeks, büyük ölçekli bankalarda 122, orta ölçekli
bankalarda 176, küçük ölçekli bankalarda ise 134 seviyesine yükselmiştir. 40
40 BDDK, Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler, 2007
77
4.3. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DOĞRUDAN YABANCI
YATIRIMLAR
Uzunca bir süredir Türkiye'nin gündeminde bulunan yabancı sermaye
olgusu üzerinde, önceleri genellikle finans dışındaki sektörler için durulurken; konu,
2001 yılındaki ekonomik bunalımın tetiklemesiyle bankacılık sektöründe açığa çıkan
çöküşle birlikte finansal hizmetler sektörünün de gündemine girdi. Demirbank'ın
İngiliz sermayeli HSBC tarafından satın alınması bu yeni gündemin habercisiydi.
Ardından İtalyan UniCredito – Koçbank, BNP Paribas – TEB, Fortis – Dışbank,
UniCredito/Koç – YKB, Rabobank – Şekerbank arasındaki devirlerle ya da devir
söylentileriyle Türk bankacılığında yabancı sermaye konusu ekonomik gündemin en
üst sırasına yerleşmiştir. Türk bankacılık sektöründe ortaya çıkan yabancı sermayeye
ilişkin durumu anlayabilmek için konuyu dünya ekonomisinin bütünü içinde
değerlendirmek gerekmektedir.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru 'tekrar kurulmakta olan dünyanın'
para sistemi 1944 yılında Bretton Woods Konferansı'nda şekillendirildi. Savaş
sonrasında Fransa ve Almanya gibi eskinin önde gelen kreditör ülkeleri kredi
sağlayamayacak duruma gelmiş, bunun üzerine Bretton Woods konferanslarıyla yeni
dünya düzeninin temel Uluslararası kurumları olan Dünya Bankası ve IMF
kurulmuştur. Dünya paraları dolara bağlanarak Uluslararası değişimde kolaylık
sağlanmış, kredi sağlamanın kaynağı Uluslararası yapılara, bu yapılar üzerindeki etki
de ABD’ye geçmiştir. Ne de olsa ABD o dönemde dünya ekonomik üretiminin %
35’ ini gerçekleştiren ve dünyaya kendine göre şekil verebilecek konumda bir
ülkedir. Bu konum diğer ülkelere de kabul ettirilmiştir. Bu sistem zamanla artan
sıkıntılara rağmen 1970'lerin başına kadar ayakta kalabilmişse de, 1971 yılında
Başkan Nixon'ın Amerikan dolarının altına konvertibilitesinin kaldırıldığını ilân
etmesiyle, finansal piyasalar açısından yeni bir döneme giriliyordu. Yine 1970'li
yıllardaki petrol şoklarının ardından yaşanan ekonomik krizlerle birlikte İkinci
Dünya Savaşını izleyen çeyrek asırdaki ekonomik büyüme ve refah artışı, yerini
durgunluğa ve durgunluk içinde enflasyona bırakıyordu. Bu dönem 'risk' kavramının
iktisadî anlamda yeni boyutlar kazandığı ve dolayısıyla ekonomik aktörlerin eskiye
kıyasla daha riskli koşullara uyum için yeni stratejiler geliştirmeye zorlandıkları bir
78
dönemdir. Bu, Dünya genelinde herkes için mutlak refahın azalacağı, altın çağ
döneminden büyük pay alamamış olan ülkeler içinse ekonomik sıkıntıların ve
istikrarsızlıkların yaşanacağı bir döneme girildiği anlamını taşımaktadır. Hâlen süre
giden bu dönemde, makroekonomik dinamikler hükümetleri tepki vermeye
zorlarken, hâkim yaklaşım, savaş sonrasının Keynezyen politikalarından
uzaklaşılmasıdır. Bu dönemde hükümetler 'serbestleştirici', bir başka ifadeyle yasal
düzenlemeleri gevşetici politikaları benimsediler. Ayrıca, iletişim ve bilgi işlem
teknolojilerindeki gelişmeler her alanda olduğu gibi finans alanında da ekonomik
faaliyetin yapısını öncesiyle kıyaslanamayacak ölçülerde değişikliğe uğratmıştır.
Sözü edilen koşulların yarattığı süreç kendi kendisini besleyerek, rekabetçi baskıları
finansal sektörde görülmemiş ölçüde artırmıştır. Bu süreç bir bakıma 'küreselleşme'
olarak adlandırılan sürecin bir parçasıdır. Gerçekte küreselleşme olgusunun iktisadî
yönünün çoğunlukla sanıldığından hayli farklı olduğunu not etmekte fayda vardır.
Çünkü gelinen aşamada bir küreselleşme gerçeğinden ziyade, dünya üzerinde 'üç
büyük blok'un (ABD liderliğindeki NAFTA/Amerika bloğu, Japonya liderliğindeki
Asya-Pasifik bloğu ve Avrupa Birliği) açığa çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla, belki
bir 'küresel pazardan' değil de 'üç bölgesel pazardan' söz edilmesi daha gerçekçi
olacaktır.
Bu şartlar altında dışa açık ekonomilerde bankacılık sektörünün karşı
karşıya bulunduğu durum şu şekilde özetlenebilir: Pazara giriş ve faaliyet koşulları
büyük ölçüde serbestleştirilmiştir. Geleneksel anlamda banka olmayan fakat finansal
hizmetler sunmaya başlayan firmalarla, pazara yurt dışından girişler ve doğrudan
giriş biçiminde değerlendirilemese bile yurt dışındaki finansal kurumların sınır-ötesi
faaliyetleri finansal piyasalardaki rekabetçi baskıları artırmış; dolayısıyla pazar
doygunlaşmış, kâr oranları düşmüştür. Sonuçta rakip bankalar (finansal kurumlar) 'en
azından' rekabetçi güçlerini koruyabilmek için finansal yenilikler geliştirmek
zorunda kalmışlardır. Finansal yenilikler yeni ürünler, yeni süreçler ya da yeni
pazarlar biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Yenilik kapsamında düşünülebilecek bu
üç husus (ürün, süreç ve pazar) birlikte değerlendirilmelidir; çünkü her biri bir
diğerini daha anlamlı kılabilecek etkiler yaratmaktadır. Konunun yazımızın esasını
oluşturan 'bankacılıkta doğrudan dış yatırımlar' olgusu, burada anılan pazar kavramı
çerçevesinde düşünülmelidir.
79
Bankacılıkta dış yatırımlar konusunu ele alan teorik çalışmalara
bakıldığında, özetlenen tarihsel sürecin temel alındığı görülmektedir. Dolayısıyla, ilk
kez Grubel'le başlayarak 1970'lerde oluşturulan 'çokuluslu bankacılık teorisi' ilk iki
dış yatırım dalgasının sağladığı tecrübeye dayanılarak, doğrudan dış yatırım yapan
bankaların esasen kendi ülkelerinin çokuluslu firmalarını izledikleri ve gittikleri
ülkelerdeki yabancı ya da yerli büyük özel müşterilere yöneldiklerini savlamaktadır.
Bir başka ifadeyle geleneksel teori bankacılıkta dış yatırım faaliyetlerinin,
müşterilerin izlenmesi ve büyük yerli müşterilerin taleplerinin karşılanması
biçiminde açıklanabileceğini ileri sürmektedir.
Bu yaklaşım günümüzün koşullarını açıklamaktan uzaktır. Çünkü
bankacılık alanında hâlen süre giden dış yatırım faaliyetlerinde, müşterilerin
izlenmesi önem taşımadığı gibi yabancı sermayeli bankalar girdikleri pazarlarda
esasen perakendeci bankacılıkta yoğunlaşıyorlar. Yeni koşullar altında çokuluslu
bankacılığın izahında nasıl bir teorik yaklaşım geliştirilebileceği sorgulandığında ise
diğer sektörleri içinde barındıran 'doğrudan dış yatırımlar literatürünün' göz önünde
bulundurulmasında yarar vardır. Doğrudan dış yatırımlara ilişkin teoriler esas
alınarak çokuluslu bankacılık konusunda değişik yönlere vurgu yapan farklı
değerlendirmeler mümkün olabilir. Bununla birlikte literatürde genel kabul gören
yaklaşımların başında gelen ve Dunning tarafından geliştirilen Eklektik
Paradigma'nın ve Knickerbocker'ın Stratejik Rekabet Yaklaşımı'nın ortaya koyduğu
analitik çerçevenin yardımıyla gerçekçi bir değerlendirme mümkün görünmektedir.
Eklektik Paradigma'ya göre bir firma kendi ülkesinin sınırları dışında
yatırım yapabilmek için yatırımın yapıldığı ülkedeki yerli firmalara kıyasla bazı
avantajlara sahip olmalıdır. Dış yatırımcı firma bu avantajları yerli firmalardan birine
kiralayarak faaliyette bulunmak yerine, kendisi doğrudan pazara girmeyi tercih
ediyorsa; bu tercih firmanın avantajlarını bünyesinde tutmak, bir başka ifadeyle
içselleştirmek yoluyla yabancı pazardaki faaliyetinden daha yüksek oranda kâr
etmeyi beklemesindendir. Ayrıca dış yatırımcı firma avantajlarını yeni bir pazarda
kullanarak rekabet gücünü belirginleştirecektir. Çünkü sözü edilen avantajlar,
yatırımcı firmanın kendi ülkesindeki pazarda, dış pazardaki ölçüde üstünlük
sağlamıyor olabilir. Bu şartlar altında, herhangi bir dış yatırımcı firmanın dış yatırım
kararında 'pazar arayışı', 'stratejik aktif arayışı', 'doğal kaynak arayışı' ya da 'etkinlik
80
arayışı' belirleyici olmaktadır. Dunning ve eklektik paradigma konusu ileriki
bölümlerde ayrıntılı şekilde ele alınacaktır.
Öte yandan Stratejik Rekabet Yaklaşımı'na göre firmalar dış yatırım kararı
verme sürecinde rakiplerinin izleyerek kendi rekabetçi konumlarını nisbî olarak
zayıflatmayacak yönde davranma eğilimi içindedirler. Dolayısıyla piyasadaki
herhangi bir rakibin alacağı pozisyon bir diğerinin aldığı pozisyon ile yakından
ilgilidir. Rakiplerden birinin yeni bir pazara girmesi diğerlerini de aynı yönde
davranmaya zorlayacaktır.
Bu teorilerin sağladığı bakış açısı bankacılık sektöründeki mevcut dış
yatırım dalgasının çözümlenmesinde kullanıldığında şunlar söylenebilir: Dış yatırım
yapan bankalar kendi iç pazarlarında karşı karşıya kaldıkları rekabetçi baskı, pazar
doygunluğu ve azalan getiriler karşısında yeni pazarların arayışına girmişlerdir. Sözü
edilen her ekonomik bloğun gelişmiş ülkelerinin bankaları, başlangıçta stratejik
pozisyon alma kaygısıyla, karşılıklı olarak birbirlerinin iç pazarlarına girme
çabasındalarken gelinen aşamada, içinde bulundukları ekonomik bloğun görece geri
bölgelerine doğru büyüme eğilimindedirler. Avrupa Birliği söz konusu olduğunda bu
bölge 'Avrupa ekonomik alanıyla' tamamen bütünleşmiş olan ve Avrupa Birliği'ne
yeni giren ya da girmeye aday ülkelerdir. (Türkiye de bu ülkeler arasındadır ve
Avrupa Birliği'ne tam üyelik konusu dikkate alınmaksızın; 1989'daki 32 Sayılı Karar,
1996'daki Gümrük Birliği ve son yıllarda yoğunlaşan mevzuat uyumu çalışmalarının
yarattığı koşullarda, bütünüyle Avrupa ekonomik alanının bir parçası hâline
gelmiştir.) Yatırımcı bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük
firmalardır ve kendi ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere
yönelmektedirler. Bu bankalar özellikle güçlü sermaye yapılarına ve gelişmiş
yönetsel becerilere dayanan bir rekabetçi üstünlüğe sahiplerdir (Bazı yazarlar ölçek
ve kapsam ekonomilerinden söz etseler de bankacılık sektöründe ölçek ve kapsam
ekonomileri konusu ayrıca tartışılması gereken bir konudur.). Dolayısıyla dış yatırımı
mümkün kılabilecek avantajlara sahip olan söz konusu bankalar özellikle pazar ve
stratejik aktif arayışı içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih etmekte ve
kendi boylarındaki rakiplerinin davranışlarını çok yakından izlemektedirler. Bir
başka ifadeyle bu büyüklükteki oyunculardan herhangi birinin bir dış yatırım
hareketine diğerleri tarafından da en kısa zamanda tepki verilmektedir. Çünkü hiçbiri
81
nisbî rekabet güçlerini coğrafî pazar anlamında kaybetmeyi göze alabilecek durumda
değillerdir. Bir başka ifadeyle, A bankası ile A ülkesinde rekabetçi bir denge
oturtmuş bulunan B bankasının bu dengeyi koruyabilmesi için A bankasının B
ülkesinin pazarına girmesi durumunda, B bankasının da B ülkesi pazarına girmesi
kaçınılmazdır. Bu oyun belki 'küresel' değil ama 'bölgesel' bir oyundur ve dolayısıyla
büyük oyuncuları tahmin etmek hiç de güç değildir.
Günümüzdeki dış yatırımda 'pazar arayışının' temel saik oluşu, yeni durumu
geçmişteki benzerlerinden ayırmaktadır. Artık dış yatırımcı bankalar 'müşterilerini
izlemek' yerine, yerel perakendeci bankacılık pazarlarına yönelmektedirler. Bu
durumun bir başka sebebiyse, perakende pazardaki risk kompozisyonunun
yapısından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, sözü edilen yatırımcı bankaların esasında
uzunca bir süredir, doğrudan girişi planladıkları ülkelerde dolaylı da olsa faaliyette
bulunduklarını ileri sürmek de mümkündür. Örneğin bu ülkelerin yerli bankalarına
açılan sendikasyon kredileri ve çeşitli menkul kıymet yatırımları vasıtasıyla bu
pazarların risk ve getiri koşullarına ilişkin değerlendirmeyi kolaylaştırabilecek
önemli tecrübe kazanıldığı düşünülebilir.
Dikkat çekilmesi gereken diğer hususlar ise şunlardır: Yukarıda da
değinildiği gibi dış yatırım yerinin seçiminde genellikle değinilen bloklaşma
hususunun öncelikli etkileri görülürken, ayrıca büyüme ve ekonomik istikrar
potansiyeli yüksek, dolayısıyla yüksek getiri oranları vaat edebilen ekonomiler tercih
edilmektedir. Bununla birlikte, 'yeni yatırım' ve 'organik büyüme' değil de 'satın
almalar' giriş yöntemi olarak seçilmektedir. Çünkü banka satın almak yenisini
kurmaktan çok daha ucuz ve daha düşük risk taşıyan bir yöntemdir. (Aynı durum
neredeyse herhangi bir sektörde dış yatırım için geçerli olabilir; Türkiye bunun
çarpıcı örneklerini yaşamaktadır). Başlangıçta 'stratejik ittifak' veya 'iştirak'
biçiminde görülebilecek dış yatırım hareketlerinde bile uzun dönemde 'kontrol'
gücünün ele geçirilmesini amaçlayan hamleler beklemek güç olmasa gerektir. Bu
beklenti her şeyden önce 'dış yatırımın doğasına' dayanmaktadır; dış yatırım 'kontrol
etmek' için yapılır. Yukarıda 'içselleştirme' kavramıyla vurgulanan, kontrol
kavramının ta kendisidir.
82
4.3.1. Türkiye’de Yabancı Katılımı Ve Boyutları41
Tablo 4.3. Türkiye’deki Yabancı Bankalar
Banka Adı Kuruluş yılı
Statü
Arap Türk Bankası A.Ş. 1977 Banka
Citibank A.Ş. 1980 Banka Denizbank A.Ş. 1997 Banka Deutsche Bank A.Ş. 1988 Banka Eurobank Tekfen A.Ş. 2007 Banka Finans Bank A.Ş. 1987 Banka Fortis Bank A.Ş. 1964 Banka HSBC Bank A.Ş. 1990 Banka Millennium Bank A.Ş. 1984 Banka Oyak Bank A.Ş. 1996 Banka Turkland Bank A.Ş. 1986 Banka ABN AMRO Bank N.V. 1994 Şube Banca di Roma S.P.A. 1911 Şube Bank Mellat 1982 Şube Habib Bank Limited 1983 Şube JPMorgan Chase Bank N.A. 1984 Şube Société Générale (SA) 1989 Şube WestLB AG 1985 Şube
Kaynak: TBB, BDDK
4.3.1.1. Türkiye’deki Yabancı Bankalar
Bankacılık sektöründe yabancılaşma Türkiye için yeni bir olgu değildir.
Tarihsel olarak bakıldığında, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından önce de
yabancıların varlığını görmek mümkündür. Kamuoyunda muhtemelen en çok bilinen
örnek Osmanlı Bankasıdır. 1863’de “Bank-I Osmanii Şahane (Ottoman Bank)42”
adıyla kurulan banka 1923’ten itibaren “Osmanlı Bankası A.Ş.” ismiyle faaliyetlerine
devam etmiş ve 2001 yılında T. Garanti Bankası A.Ş.’ye devredilmiştir. Öte yandan,
2007 itibarıyla Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli banka sayısı 18’dir. 41 Bu bölümde Türkiye Bankalar Birliği (TBB)’nin web sitesinde yer alan verilerden de faydalanılmıştır. 42 http://www.obarsiv.com/ob-tarih.html
83
Yukarıda bahsedilen bankaların yanı sıra, mevduat kabul etmeyen iki adet
yabancı kalkınma ve yatırım bankası bulunmaktadır. Bunlar, Calyon Bank A.Ş. ve
Taib Yatırım Bank A.Ş.’dir.
Yabancı bankaların tarihsel geçmişlerine göz atmak bakımından, TBB
verilerine dayanarak, tasfiye, birleşme, devir veya faaliyet izninin kaldırılması gibi
çeşitli nedenlerle faaliyetleri sona eren yabancı sermayeli bankaları hatırlamakta
fayda görülmektedir.
Tablo 4.4. Türkiye’de Faaliyetleri Sona Eren Yabancı Sermayeli Bankalar
Banka adı Kuruluş
yılı Açıklama
Faaliyette kaldığı
süre(yıl) Banca Commerciale Italiana 1919 1977’de tasfiye 58
Bank of Credit and Commerce International
1982 1990’da tasfiye
8
Credit Lyonnais Turkey 1987 2004’te devir 17 Credit Suisse First Boston 1998 2003’te tasfiye 5
ING Bank N.V. 1997 2003’te tasfiye 6 Kıbrıs Kredi Bankası Ltd. 1989 2000’de faaliyet izni
iptal 11
Morgan Guaranty Trust Co. 1999 2001’de birleşme 2 Osmanlı Bankası A.Ş. 1863 2001’de devir 138 Rabobank Nederland 1998 2002’de tasfiye 4
Kaynak: TBB, bilgiler 2007 yılı itibariyledir.
Tablo 4.3 ve 4.4.’den anlaşılacağı üzere, Türkiye’de faaliyet gösteren veya
faaliyet göstermiş ancak çeşitli nedenlerle faaliyetleri sona ermiş yabancı sermayeli
bankalar daha çok Avrupa kökenli kuruluşlardır. Bu kapsamda, Almanya, Hollanda,
İtalya ve Fransa orijinli grupların ağırlıklı etkisini görmek mümkündür.
Faaliyetleri sona eren ve devam eden yabancı sermayeli bankalar açısından
bir durum tespiti yaptıktan sonra, sektörde son zamanlarda meydana gelen
gelişmeleri de dikkate alarak, Türkiye’deki yabancılaşmanın boyutları sayısal olarak
farklı ölçütlerle ifade edilmeye çalışılacaktır.
84
4.3.1.2. Türkiye’deki Yabancı Katılımının Boyutları
Yabancı katılımının boyutlarına ilişkin ölçütlerden birisi yabancı banka
sayısının toplam banka sayısına oranıdır. Söz konusu ölçüt, literatürde çok yaygın
kullanılmamakla beraber, genellikle anlamlı bir istatistik olarak
değerlendirilmektedir. Aşağıdaki Tablo’da, bahsedilen ölçütün yanı sıra yabancı
banka şube sayısının toplam şube sayısına oranı ve yabancı bankalarda çalışan
personelin sektördeki toplam personele oranı verilmiştir.
Tablo 4.5. Türkiye’de Banka, Şube ve Personel Sayısı Açısından Yabancı
Bankalar
1990 1995–1999 2000–2004
Y.B. Sayısı/ Sektör Toplamı 34,8 25,0 25,6
Y. Şb. Sayısı/ Sektör Toplamı 1,7 1,64 2,88
Y.B. Pers. sayısı/Sektör
Toplamı
2,0
2,3
3,72
Kaynak: Veriler TBB, BDDK. (%)
Tablo 4.5’den anlaşılacağı üzere, yabancı sermayeli bankaların sektör
toplamı içindeki payı 1995’ten itibaren yüzde 25 etrafında dalgalanmıştır. 1990’da
23 olan yabancı banka sayısı, 1995’te 18’e, 2004 yılı sonu itibariyle 13’kadar
gerilemesine rağmen sektörün toplam banka sayısında da yaşanan gelişmelerden
dolayı, sektör içindeki payı pek fazla değişmemiştir. Benzer yorumları 2001 yılına
kadar şube ve çalışan sayısı açısından da yapmak mümkündür. Kontrol gücü esasına
göre yapılacak bir hesaplama ise daha farklı oranlara işaret etmektedir. Yabancı payı
yüzde 50’nin üzerinde olan bankaların varlık toplamının sektördeki varlık toplamına
oranlanmasıyla kontrol gücü esasına göre yapılan hesaplama izleyen Tablo’da
verilmektedir.
85
Tablo 4.6. Türkiye’deki Yabancı Bankaların Sektördeki Payı
1990 1995
1996-2000
(ort.)
2001-2005
(ort.)
Yabancı payı %50’den
fazla olan bankaların
varlık toplamı/toplam
varlıklar
3,46 2,89 4,54 3,14
Kaynak: Veriler TBB, BDDK.(2005 ocak- haziran)(%)
Trend olarak bakıldığında, sermayedeki pay açısından çoğunluğa sahip
yabancı sermayeli bankaların aktif toplamı içindeki payı % 3-5 aralığındadır.
Yabancı katılımının ölçülmesi açısından yaygın olarak kullanılan bu hesaplamaya
literatürde de sıkça başvurulmaktadır. Geleneksel olarak Türkiye’deki yabancı
payının % 5’in altında seyrettiğini söylemek mümkündür.
Üçüncü ölçüm yöntemi ise, her bankadaki yabancı payını bankanın aktif
toplamı ile çarpmak suretiyle elde edilecek genel toplamı sektörün aktif toplamına
bölmek olacaktır. Diğer bir gösterimle: YHY, yabancı hisse yüzdesi, n yabancı banka
sayısı, m toplam banka sayısı olmak üzere43,
n m
Yabancı payı = ∑ Aktif i × (YHY) / ∑ Aktif j
İ=1 j=1
İ=1,….n, j = 1,….m (1)
Böyle bir yaklaşımda kontrol gücü esası dikkate alınmamaktadır ve kontrol
gücü esasına göre yapılan hesaplama kadar yaygın olmasa bile bu yöntem de
literatürde kullanılmaktadır. Bu ölçütün dezavantajı çapraz ortaklıklar nedeniyle
hesaplanmasının bazı ülkeler için karmaşık olması ve bu nedenle karşılaştırmaları
güçleştirmesidir. Ancak, ülke bazında bu şekilde yapılacak bir hesaplamanın
aydınlatıcı olduğu düşünülmektedir. Söz konusu yaklaşıma göre yapılan hesaplama
izleyen sayfada yer alan Tablo’da sunulmaktadır. Tablo 4.7.’de Haziran itibarıyla
verilen oran, son dönemlerde yaşanan gelişmelerle bazı yerli bankaların belli
43 IMF, 2000
86
oranlarda yabancılara geçtiği veya geçeceği varsayımıyla yapılan alternatif
hesaplamadır.44
Tablo 4.7. Yabancı Payının Hisse Oranları Dikkate Alınarak Hesaplanması
Toplam Aktif İçindeki Pay 2002 2003 2004 Haz.2005
Yabancı payı 3,05 2,73 3,33 12,3
Not: Aylık veriler geçicidir. (%)
4.3.2. Yabancı Girişinin Ulusal Sektörlere Etkileri
Bu bölümde, yabancı banka katılımının ulusal bankacılık sektörlerine
muhtemel etkileri üzerine yapılan çalışmaların temel bulgularına yer verilmektedir.
Bu amaçla, alanda ve çok sayıda ülkenin verileriyle yapılan çalışmalar ile Türkiye
üzerine yapılan çalışmalar şeklinde iki alt başlık konuyu irdelemek açısından faydalı
olabilir.
4.3.2.1. Uluslararası Çalışmalar
Uluslararası alanda bankacılık sektörüne yabancı girişinin etkileri üzerine
sayısız çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların ortak bulguları olabildiği gibi farklı
hipotezleri de içermeleri mümkün olmaktadır. Bu bölümde, olabildiğince bütün
hipotezlere yer verilmeye çalışılarak, literatürden önemli görülen uygulamalı
çalışmalar özetlenmektedir.
Sadece bankacılık değil sigortacılık ve menkul kıymetler dâhil tüm finansal
hizmetlerin serbestleştirilmesinin olumlu yansımalarını ön plana çıkaran Claessens
ve Glaessner (1998)’in çalışması, Asya ülkeleri üzerine yapılmış kapsamlı bir
araştırmadır. Çalışmanın yazarlarına göre, ulusal finans sisteminin gelişmişlik
seviyesinden ve sermaye hesaplarının serbestlik derecesinden bağımsız olarak finans
sisteminde “Uluslararasılaşma” daha verimli ve sağlam bir sisteme yardımcı
olmaktadır.
Dolayısıyla, bankacılık sektöründe de açıklık ve engellerin kaldırılması
savunulmakta ve yabancı girişinin faydaları; düşen net faiz marjları, standartların
sektörde yerleşmesi, daha iyi düzenleme ve denetim, yabancı sermayeye daha iyi
44 http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/arastirma/2005-6.pdf
87
erişim, kamuya açıklama standartlarının daha şeffaf hale gelmesi, Finansal
hizmetlerin kalitesinin artması, istikrarlı ve uzun dönemli fonlara erişim olarak
sıralanmaktadır. Bu nedenlerle, tasarruf-yatırım ilişkisinin daha sağlıklı kurulacağı
ve kaynakların daha etkin dağıtımı nedeniyle ekonomik büyümenin olumlu
etkileneceği düşünülmektedir.
Yukarıda bahsedilen çalışmada, finansal hizmetlerin serbestleştirilmesinin
ve dolayısıyla yabancılaşmanın olası maliyetlerinin de olabileceği vurgulanmaktadır.
Ulusal piyasada, yasal çerçeve ve piyasa disiplini zayıf, insan kaynakları alt yapısı ve
kurumsal gelişim yetersiz ise dışarıdan gelen büyük ve karmaşık finansal
kuruluşların gözetimi ve denetiminin güç olabileceği ve bu nedenle bir uyum
sağlama maliyetinin (adjustment cost) ortaya çıkması ihtimal dâhilindedir. Ayrıca,
çalışmanın yazarlarının katılmadığı ya da sonuçlarını tartışılır buldukları, politik
iktisattan kaynaklanan maliyetlerin de bulunabileceği ifade edilmektedir. Bunlar,
yabancılaşmanın ulusal kuruluşların yok olmasına yol açacağı, yabancıların sadece
piyasanın karlı bölümlerine hizmet edeceği, yerel (local) piyasaya bağlılık
olmayacağı, sermaye kaçışına sebep olabileceği şeklinde sıralanmaktadır. Ancak,
Claessens ve Glaessner (1998), salt olası maliyetleri dikkate alarak ulusal piyasaların
serbestleştirilmemesinin (sınırlı açıklığın korunmasının veya yabancı girişinin
yasaklanmasının) çalışmada kapsanan Asya ülkelerinde, aslında daha fazla maliyete
yol açtığını, başka bir ifadeyle, bu ülkelerde kurumsal gelişmenin yavaş kaldığını
ileri sürmektedirler. Bu nedenle, finansal hizmetlerin daha kırılgan ve daha pahalı
olmasına sebep olunduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, çalışma artan oranda
açıklık yanlısı olmakla beraber, olası faydaların maksimize edilmesi ve muhtemel
maliyetlerin en aza indirgenmesine yönelik politikaların güdülmesini ima eden bir
yaklaşım sergilemektedir.
Yabancılaşma açısından literatürde sıkça atıfta bulunulan İspanyol
bankalarının (Banco Santander, Banco Central Hispano ve Banco Bilbao Vizcaya)
Latin Amerika’daki perakende sektöründeki mevcudiyeti ise Guillen ve Tschoegl
(1999) tarafından incelenmiştir. İspanyol bankalarının dışarıya açılmalarındaki en
önemli etkenin ana ülke piyasasında oluşan doygunluk olduğu adı geçen çalışmada
belirtilmektedir. Doğal olarak İspanyanın Avrupa Topluluğu (Avrupa Birliği) ile
bütünleşerek daha esnek düzenlemelere yer vermesi oligopolistik davranışa alışık
88
olan İspanyol bankalarının yeni pazarlar aramasına neden olmuş görünmektedir.
Çalışmaya göre, Portekiz hariç Avrupa pazarlarında sınırlı da olsa faaliyetleri
bulunan İspanyol bankaları, dil konusundaki avantajlarını da kullanarak kültürel
yakınlıkları olan Latin ülkelerine yönelmeyi tercih etmişlerdir. 1995’ten günümüze
İspanyol bankalarının Latin Amerika ülkelerinde piyasanın bir parçasına hizmet
etmektense daha çok tamamını hedeflediği ve bu nedenle doğrudan yatırımlar yerine
yerli bankaları satın almak yolunu benimsedikleri Guillen ve Tschoegl (1999)’da
tespit edilen hususlar arasındadır. Söz konusu çalışmaya göre İspanyol bankalarının
Latin Amerika’daki faaliyetleri, daha fazla varlığa sahip olma (asset seeking), söz
konusu varlıktan yararlanma (asset exploiting) ve oligopolistik tepki şeklinde üç
başlık altında özetlenmektedir. Ana ülkede güç olan varlıkların büyütülmesi hususu
İspanyol bankaları için yüksek büyüme potansiyeli ve yüksek marj sayesinde Latin
Amerika’da göreli olarak daha kolay olmuştur. Yerli bankalara göre daha iyi yönetim
kalitesi, ileri teknoloji seviyesi, rekabetle tanışık olunması ve yeni finansal ürünlerin
piyasaya tanıtılması sayesinde İspanyol bankaları rakiplerine göre varlıklarından
daha fazla getiri sağlamayı başarmış gözükmektedirler. Ayrıca, gittikleri ev sahibi
ülkelerde birbirlerinin davranışına tepki veren bir yapı sayesinde “network”
oluşturarak varlık büyümesini gerçekleştirmiş bulunmaktadırlar.
Arjantin bankacılık sektörünün 1995–1997 yılları arasındaki gelişmelerini
kapsayan ve Clarke ve diğerleri (1999) tarafından yapılan çalışmaya göre, yabancı
bankaların müşteriyi izle ilkesini uyguladıkları hipotezi reddedilmektedir. Yabancı
bankaların yerli bankalar üzerinde rekabet baskısı yarattıkları hususunun
desteklendiği çalışmada, yabancı bankaların yoğunluklu olarak kredi açtıkları imalat
sanayi sektöründe ve ipotekli konut kredileri piyasasında (mortgage) yerli bankaların
faiz marjlarının ve karlarının azaldığı vurgulanmaktadır. Buna karşın, yabancı
bankaların geleneksel olarak girmedikleri tüketici kredileri piyasasında yerli
bankaların durumlarının pek fazla değişmediği tespit edilmektedir.
Kolombiya bankacılık sektöründeki yabancı yatırımlar üzerine Barajas ve
diğerleri (1999) tarafından gerçekleştirilen çalışmaya göre, 1990’lı yıllardan sonra
uygulanan liberalizasyon içerikli politikalar neticesinde sektöre hem yabancıların
hem de yerli bankaların girişi artmıştır. Sektördeki yabancı oyuncular, yerli
bankalara göre daha düşük işletme giderleriyle ve daha yüksek kredi kalitesiyle
89
çalıştıklarından müşteriye daha düşük aracılık maliyetiyle hizmet vermektedirler.
Yabancıların sektöre girmesi rekabeti artırırken sermaye hareketlerinin
serbestleşmesiyle yerli bankaların dışarıdan kaynak bulmak suretiyle rekabeti daha
da sertleştirdikleri söz konusu çalışmada belirtilmektedir. Ancak, artan rekabetin
olumsuz bir yan etkisi (by-product) olarak yerli bankaların kredi kalitesinin
bozulduğu ileri sürülmüştür.
Uluslararası Para Fonu (IMF)’nun 2000 yılında yayımlamış olduğu
“Uluslararası Sermaye Piyasaları Gelişmeleri, Beklentiler ve Temel Politika
Hususları”45 isimli çalışmanın altıncı bölümü yabancı bankaların gelişmekte olan
piyasalardaki rolüne ayrılmıştır. Rapor, ampirik bir uygulama içermemekte, fakat
diğer çalışmalara dayanarak yabancılaşmanın ulusal piyasalara olan muhtemel
etkilerini özetlemektedir. Raporun temel tespitleri arasında, dünyada
yabancılaşmanın bir eğilim olarak arttığı, yabancı ilgisinin daha çok ulusal sektörün
orta ölçekli veya kamu bankalarına olduğu, Asya’da olduğu gibi yabancı banka veya
şube sayısına kısıtlama getirilebildiği, yabancıların sadece belli bankacılık
hizmetlerini yapmalarına izin verilebildiği, yabancı girişinin olduğu piyasalarda
rekabetin arttığı ve faiz marjlarının düştüğü yer almaktadır. Ayrıca, yabancılaşmada
Avrupa Birliği gibi bölgesel bütünleşmenin, kültürel, tarihsel bağların yanı sıra dil
faktörünün de belirleyici olabildiği ifade edilmektedir. Yabancı bankaların kredi
riskinin fiyatlanmasında karmaşık yöntemleri kullanmaları, türev ürünlerin
fiyatlanması konusundaki tecrübeleri ve yeni finansal ürünleri piyasaya
tanıtmalarıyla ulusal piyasaların gelişmesine katkıda bulunabildikleri raporda ifade
edilmiştir. Ancak, söz konusu raporda yabancılaşmanın ulusal piyasalarda müşteri
bölünmesini teşvik ettiği, diğer bir ifadeyle yabancıların kaliteli müşteriye
yöneldikleri, mali göstergeleri iyi olan müşterileri seçtikleri (cherry pick) ve kriz
dönemlerinde faaliyetlerini durdurarak ev sahibi ülkeden çıktıkları (cut and run)
şeklinde kaygıların da bulunduğu yer almaktadır. Rapor, yabancılaşmada kaygı verici
diğer bir unsur olarak, yabancı bankalarla beraber sınır ötesi finansal işlemlerin
karmaşık bir hale gelebildiğini ve bankaların denetiminin güçleştiğini
vurgulamaktadır.
45 International Capital Markets Developments, Prospects, and Key Policy Issues”, IMF (2000).
90
Dages ve diğerleri (2000), Meksika ve Arjantin’deki yabancı bankalarla
yerli bankaları 1994–1999 yıllarını kapsayan zaman aralığında karşılaştırmışlardır.
Yapılan analize göre, yerli özel sermayeli bankalarla yabancı bankaların benzer
davranış eğilimleri gösterdikleri, ancak kamu bankalarından farklılaştıkları tespit
edilmiştir. Yabancı bankaların ekonominin genişleme dönemlerinde tüketici
kredilerini yerli bankalara göre daha hızlı azalttıkları (ekonominin devresel
hareketleri ile ters yönlü olduğu), ipotekli konut kredisi ve diğer kredileri
ekonominin genişleme dönemlerinde kısmadıkları (devresel hareketlerle aynı yönde
olduğu) aksine artırdıkları tespit edilmiştir. Bunun sebebinin ise bu ülkelerde
meydana gelen krizin etkilerinin ana ülkenin ekonomisine sıçramasını engellemek
olduğu düşünülmektedir. Çalışmaya göre, toplam krediler açısından Meksika ve
Arjantin’de yabancı bankaların yerli bankalara göre kredi piyasasında daha güçlü
oldukları ve kredi büyümesinin daha az dalgalı olduğu tespit edilmiştir. Yerli
sermayeli bankalarla yabancı bankaların benzer performans göstermesi sebebiyle
çalışmada bankanın mali bünyesinin sağlamlığının öncelikle önemli olduğu ve
mülkiyet yapısının tek başına belirleyici olmadığı sonucuna varılmaktadır.
Ödemeler Bankası (Bank for International Settlements-BIS)’nın 2001
yılında yayımlamış olduğu “Gelişmekte olan ülkelerde bankacılık sektörü: rekabet,
konsolidasyon ve sistemik istikrar”46 başlıklı çalışmasında kısmen de olsa
yabancılaşma olgusuna değinilmektedir. Çalışmaya göre, gelişmekte olan ülkelerde,
kamu bankalarının özelleştirilmesine paralel olarak yerli bankalar arasında
konsolidasyon ve yabancı katılımında artış gözlenmektedir. Söz konusu artışın
arkasında bölgesel ekonomik bütünleşme ve büyümeye dikkat çekilmektedir. Bunun
yanı sıra, ülke dışında faaliyet göstermenin bankalar açısından ülkeye özgü sebepleri
olabileceği gibi bankaya özgü nedenleri de olabildiği belirtilmektedir. Ülkeye özgü
etkenler arasında ev sahibi ülkenin bankacılık sisteminin büyüklüğü, sektörün dışa
açıklığı ve aktif getirisi olduğu belirtilmekte, bankaya özgü faktörler arasında ise
bankanın büyüklüğü, faiz dışı gelirlerin payı gibi unsurlar sıralanmaktadır.
Yabancı katılımına yönelik en kapsamlı çalışmalardan birisi Claessens ve
diğerleri (2001) tarafından gerçekleştirilmiştir. Çalışmada gelişmiş ve gelişmekte
46 The banking industry in the emerging market economies: competition, consolidation and systemic stability, BIS (2001).
91
olan 80 ülkenin 7.900 banka verisi kullanılarak 1988–1995 dönemini kapsayacak
şekilde yabancı girişinin yerel bankacılık piyasasını nasıl etkilediği ekonometrik
olarak test edilmiştir. Faiz marjı, personel başına harcama, ödenen vergiler ve
karlılığın yabancı ve yerli bankalar arasında nasıl farklılaştığına bakılmıştır. Yabancı
girişinin yabancı banka sayısının toplam banka sayısına oranı şeklinde tanımlandığı
araştırmada, gelişmekte olan ülkelerde yabancı bankaların yerli bankalara göre daha
karlı oldukları, faiz marjının daha yüksek olduğu ve daha fazla vergi ödedikleri
ancak buna karşın gelişmiş ülkelerdeki yabancı bankaların tam tersi koşullarla
çalıştıkları sonucuna varılmıştır. Türkiye’nin de kapsandığı bu çalışmada varlık
büyüklüğüne oranla yabancı banka sayısının ulusal sektörde rekabet açısından daha
anlamlı olduğu vurgulanmakta ve uzun dönemde geçerli bir sav olarak yabancı
girişinin yerli bankacılık sisteminin işleyişini geliştirdiği ve banka müşterilerinin
refahını artırdığı sonucuna varılmaktadır.
Clarke ve diğerleri (2002a), yaptıkları literatür taramasının sonuçları olarak
birkaç noktayı dikkate sunmaktadırlar. Çalışmada, yabancı girişinin müşteriyi
izlemenin ötesinde doğrudan kredi piyasalarından pay almakla ilgili olduğu ileri
sürülmektedir. Bunun yanı sıra, yabancıların her ne kadar ekonominin tüm
sektörlerine yönelik faaliyetleri olmasa bile yerli bankalar üzerinde rekabet baskısı
yarattıkları kabul edilmektedir. Latin Amerika’da Arjantin örneği dışında ve
Asya’da, literatürde iddia edilenlerin aksine, yabancıların kriz dönemlerinde kredi
arzını azaltmadıkları da çalışmanın bulguları arasında yer almaktadır. Nitekim,
çalışmanın yazarları tarafından yapılan diğer çalışmada (Clarke ve diğerleri, 2002b),
küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin (KOBİ’lerin) yabancı girişiyle beraber ulusal
piyasadan kredi almakta, yine düşünülenden farklı olarak, güçlük çekmedikleri
sonucuna varılmaktadır. Makalede, yabancı girişinin yüksek olduğu ülkelerde
KOBİ’lerin aldığı kredilerin oransal olarak düşse bile mutlak değer olarak arttığı
tespit edilmiştir. Ancak, Clarke ve diğerleri (2002b) tarafından yapılan bu çalışmanın
36 ülkeyi kapsamasına rağmen sadece 3.600 girişimden alınan verilere dayalı olarak
ve tek bir yıl (1999) için yapılmış olması, sonuçların genel geçerliliği hakkında şüphe
uyandırmaktadır. Zira çalışma, birden fazla yılı kapsamadığı gibi 3.600 firmalık bir
örneklemle 36 ülkedeki tüm KOBİ popülasyonunu yansıtması açısından da yetersiz
gözükmektedir.
92
Düşük gelir grubunda yer alan ülkelerdeki artan yabancılaşma eğilimi
Claessens ve Lee (2002) tarafından araştırılmıştır.47 Çalışmaya göre, tıpkı büyüme
potansiyeli olan ve orta gelir grubunda yer alan ülkeler gibi, düşük gelir grubundaki
ülkeler de ulusal bankacılık sistemlerini daha rekabetçi bir yapıya kavuşturmak
amacıyla artan oranda yabancılara açmaktadırlar. Söz konusu ülkelerdeki yabancı
katılımının, yerel piyasada geçerli olan net faiz marjı, kar elde etme güdüsü ve
piyasaların liberalizasyonu gibi bilinen unsurların yanı sıra tarihsel bağlarla da
alakalı olduğu sonucuna varılmakta ve yabancı bankaların düşük gelir grubundaki
ülkelerdeki risk yönetim uygulamalarını geliştirdiği ve bankacılık sistemini güçlü
kıldığı bulgusuna yer verilmektedir.
Latin Amerikan bankacılık sisteminin dramatik değişime uğradığı 1990'lı
yıllar aynı zamanda ciddi krizlerin tecrübe edildiği bir dönemdir. Söz konusu dönem,
Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Meksika, Peru, ve Venezüella bankacılık
sistemindeki yabancılaşmayı dikkate alarak Crystal ve diğerleri (2002) tarafından
CAMEL yöntemi kullanılarak ele alınmıştır. Adı geçen çalışmada, yabancı ve yerli
bankalar 1995–2000 yılları arasındaki performansları açısından karşılaştırılmış ve
yabancı ile özel sermayeli bankaların kamu sermayeli bankalara göre daha iyi
durumda oldukları ve aynı zamanda benzer finansal istikrarı ve performansı
sergiledikleri ortaya çıkarılmıştır. Buna karşın, yabancı bankaların incelenen
dönemde varlık kalitesi açısından daha iyi durumda oldukları ve mevduata daha az
bağımlı oldukları tespit edilmiştir. Makalede, yabancı bankaların yerli bankalara göre
takibe düşen krediler açısından daha iyi durumda olmaları nedeniyle, bu durum,
yabancı bankaların kredi açma süreçlerini daha sıkı yaptıkları ve kredileri daha iyi
takip ettikleri şeklinde yorumlanmaktadır. Ayrıca, yabancı bankaların yerli bankalara
göre daha yüksek sermaye yeterliliği rasyosuna sahip olmaları nedeniyle daha
sağlam ve istikrarlı bir bankacılık sektörü oluşumuna katkı yaptıkları ileri
sürülmektedir.
Magri ve diğerleri (2004), yaptıkları uygulamalı çalışmayla İtalyan
bankacılık sistemine olan yabancı girişinde, literatürde yer alan bulguların açıklayıcı
olduğu sonucuna varmakla birlikte, söz konusu ülkenin Avrupa Birliği ile ekonomik
47 Türkiye’nin dâhil olmadığı bu gelir grubunda, çoğunlukla Afrika ülkeleri olmak üzere Hindistan, Bangladeş, Ukrayna gibi ülkeler bulunmaktadır.
93
bütünleşme sürecinin, ticaret hacminin, giriş önündeki düzenleyici engellerin
kaldırılmasının, İtalya’ya olan coğrafi yakınlığın ve İtalyan bankacılık sisteminin
göreli olarak karlı olmasının yabancı katılımını olumlu etkilediğini ve buna paralel
olarak yurtiçi kredi piyasasında rekabetin arttığını tespit etmişlerdir.
BIS (Uluslararası ödemeler bankası) (2004)’te, yabancılaşmanın yukarıda
bahsedilen olumlu yansımalarının yanı sıra bazı kaygılara da yer verilmektedir. Bu
çerçevede, yabancılaşma neticesinde ulusal kuruluşun stratejik planlama ve risk
yönetimi gibi karar alma ve kontrol süreçleri ana bankaya (parent) aktarılmış
olmaktadır ki bu da ulusal gözetim otoritesi açısından bilgi kaybı anlamına
gelmektedir. Eğer, yabancı bankanın yapması muhtemel olan strateji değişikliği
ulusal piyasayı etkileyecek ölçekte olursa bahsedilen bilgi kaybı önemli olabilecektir.
BIS (2004)’te ulusal otoritenin bilgi kaybını en az düzeye indirgemek için kamuya
açıklama standartlarında iştirak ve şube düzeyinde düzenlemeler yapması ve diğer
ülke otoriteleriyle artan ölçüde işbirliğine girmesi önerilmektedir.48
4.3.2.2. Türk Bankacılık Sektörü Üzerine Yapılan Çalışmalar
Latin Amerika ülkelerinin aksine Türk bankacılık sektörüne yabancı
katılımı açısından çok sayıda çalışma bulunduğunu ileri sürmek güç gözükmektedir.
Ancak, Türk bankacılık sektörü üzerine yapılan çalışmalarda yabancılaşma dışında
farklı hususlar irdelenirken sahiplik yapısına göre bir karşılaştırma yapıldığında
dolaylı olarak yabancılaşma etkisine değinilmiş bulunmaktadır. Bununla beraber,
yoğunlaşma, rekabet ve etkinlik üzerine yapılan çalışmalarda sonuçlar çoğunlukla
toplulaştırıldığından yabancılara yönelik bir yorum yapmak güçleşmektedir. Örneğin,
Denizer (1997), Fethi ve diğerleri (2001), Kasman (2002) ve Damar (2004) Türk
bankacılık sistemi üzerine yapılmış çalışmalar olmalarına rağmen, sonuçlar toplu
olarak değerlendirildiğinden yabancıların rolü hakkında bir çıkarım yapmak mümkün
gözükmemektedir.
Diğer yandan, 1980-1997 yılları arasında finansal liberalizasyon, sektöre
giriş konusundaki engellerin kaldırılması ve faiz oranlarının kontrol edilmesinden
vazgeçilmesi Denizer (1999)'a göre Türk bankacılık sistemine yeni yabancı ve yerli
48 http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/arastirma/2005-6.pdf
94
banka girişini özendirmiştir. 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi
Türk bankacılık sistemini dış dünya ile daha çok ilişkili hale getirmiştir. Denizer
(1999)'da, artan yabancı katılımıyla birlikte yerli bankaların net faiz marjının, aktif
getirisinin ve kişi başına giderlerin düştüğü sonucuna varmaktadır. Dolayısıyla, ölçek
olarak küçük olmasına rağmen yabancı girişi rekabet baskısı yaratmıştır. Öte yandan,
yabancı bankaların finansal ve operasyonel planlama, kredi analizi ve pazarlama,
beşeri sermaye açısından Türk bankacılık sektörüne katkı yaptıkları adı geçen
çalışmada belirtilmektedir.
Işık ve diğerleri (2003) yaptıkları çalışmayla 1981-1996 yılları arasında
Türk bankacılık sektöründe etkinlik konusunu ele almışlar ve sektöre yeni giren (de
novo) bankalarla kurulu (established) bankaları söz konusu açıdan kıyaslamışlardır.
Çalışmanın bulgularına göre de novo girişler (yabancı veya yerli) özellikle faaliyete
geçtikleri ilk on yılda etkinlik açısından kurulu bankalara göre daha üstün
bulunmuştur. Ancak, “yeni bankanın ömrü (faaliyet süresi)” on yılı aşınca üretim
artışından dolayı ölçek ekonomisinden faydalanmanın Türk bankacılık piyasasında
sınırlı olduğu belirtilmektedir. Bunun yanı sıra yabancı yeni girişler yerli yeni
bankalara göre daha etkin bulunmuştur. Kurulu bankalar için yabancılarla yerli
bankaların performansı açısından bir farklılığın tespit edilmediği çalışmada, Işık ve
diğerleri (2003) yabancı girişinin sektörde etkinlik artışının sağlanması açısından
karar alıcılar tarafından değerlendirilebileceğini ifade etmektedirler.
Denizer ve diğerleri (2000), 1970 ile 1994 yılları arasında uygulanan
liberalizasyon politikalarının bankacılık sektöründe verimlilik üzerine etkisini
mülkiyet yapısını da dikkate alarak araştırmışlardır. Çalışmaya göre, yabancı
bankalar ile yerli (özel) bankaların ölçek etkinlikleri paralel bulunmuştur.
Gamal ve İnanoğlu (2002), rassal sınır yaklaşımını (stochastic frontier
approach) 1990-2000 yılları arasında Türk bankacılık sisteminde yer alan bankalara
uygulamak suretiyle kamu ile özel bankalar arasında etkinlik açısından fark
olmadığını tespit etmişlerdir. Banka bazında yapılan bu çalışmaya göre, yabancı
bankaların çoğu etkinlik açısından sıralama yapıldığında ilk sıralarda yer almaktadır.
Çakar (2003), Türk bankacılık sektörüne yabancı katılımının muhtemel
faydaları ve sakıncaları olabileceğini belirtmekle beraber, Türk bankacılık sektörüne
95
yabancı katılımının tarihsel olarak küçük olduğunu, bu nedenle yabancı bankaların
Türk bankacılık sektörünün oligopolistik yapısını ve yüksek konsantrasyonunu fazla
etkileyemediklerini vurgulamaktadır. Öte yandan Çakar (2003)’te, kriz dönemlerinde
yabancı bankaların kaynaklarını krizin etkilerini en aza indirecek şekilde
kullanmadıkları, tam aksine krizleri tetikleyici yönde faaliyet gösterdikleri ileri
sürülmekte ve bu nedenle bankacılık sektörüne doğrudan yatırımların (fiziksel
girişin) daha önemli olduğuna dikkat çekilmektedir. Çalışmada, yabancıların,
ekonomiye katkı sağlayacak ve yatırımları ve büyümeyi teşvik edecek şekilde
çalışmalarının önemli olduğu vurgulanmaktadır.
Kriz dönemlerinde yabancı bankaların kaynaklarını krizin etkilerini en aza
indirecek şekilde kullanmadıkları, tam aksine krizleri tetikleyici yönde faaliyet
gösterdikleri yönünde bir örnek: Latin Amerika örneği;
Hindistan'dan bir iktisatçı, Sukanya Bose, Asya’da, özellikle de ülkesinde
bankacılık sektörüne yabancı sermaye girişini teşvik etme doğrultusundaki eğilimlere
karşı bir uyarı incelemesi kaleme almış. 1990 sonrasında finansal sistemlerini
yabancılara açan Latin Amerika örneğini mercek altına alıyor; gelişmeleri, sorunları
inceliyor.
Sukanya Bose sorguluyor: Finansal sistemlerini kısıtsız yabancı sermayeye
açan Latin Amerika hükümetleri ne umdular, ne buldular?
Bir kere, finansal çalkantı ve krizlerin şokları içinde sarsılmış yerli
bankaların standartlara ulaşmaları zorunlu idi; bunu sağlamak için de büyük boyutlu
sermaye artırımı gerekiyordu. Yerli kaynakların yetersizliği nedeniyle, bu desteğin
yabancı ortaklıklarla sağlanacağı umuluyordu. Görüldü ki yabancı finans kapitalin
hedefleri arasında yerli bankaları desteklemek yoktur. Bunlar piyasalarda egemen
konumlar aramaktadır. Bu egemenliğin çok kısa bir sürede gerçekleşebileceğini
gösteren en çarpıcı örnek Meksika'dır. Bu ülkede, yabancılara açılmanın başladığı
1996'da toplam banka varlıklarının sadece yüzde 7'si yabancılara aitti. 2004'te ise bu
oran yüzde 85'e ulaşmıştır.
İkinci olarak, yabancıların, genellikle oligopolcü özellik taşıyan bankacılık
sektörüne rekabet getireceği; bunun da sektörün daha iyi, daha verimli (iktisatçı
diliyle ''etkin'') çalışmasını sağlayacağı umuluyordu. Görüldü ki bankacılık sektörüne
96
giren doğrudan yatırımlar, yeni kuruluşlar oluşturarak sektörün kapasitesini
genişletmemektedir. Tam aksine, yerli bankaları satın alarak girmektedir.
Dahası, yabancıların girişinden az sonra, yerli bankaların bir bölümü
tasfiyeye uğramakta; rekabetçi koşulların gelişmesi bir yana, oligopolcü yapı, bu kez
dev bankaların egemenliği altında pekişmektedir.
Yabancılara açıldıktan sonra sekiz Latin Amerika ülkesinde banka sayısı
yüzde 29 oranında azalmıştır. Sunkaya Bose, ayrıca, yabancı ve yerli bankaların
''etkinlik'' derecelerini karşılaştıran araştırmalara dayanarak gösteriyor ki yabancıların
daha ''etkin'' olduğu veya sektörün başarım düzeyini arttırdığı efsaneleri yanlıştır.
Yabancılar, ulusal tasarrufları çok daha ''seçkin müşteri'' gruplarına yönlendirmekte;
küçük-orta yatırımcılar arka plana kaymaktadır. Yerli bankalar da yabancılara ayak
uydurma çabalarına sürüklenmekte; sektörün ulusal ekonomiyi destekleyen
geleneksel işlevleri tarihe karışmaktadır.
Güçlü yabancı bankaların finansal kargaşa koşullarında, sermaye kaçışını
dengeleyecek dış kaynak sağlayacağı umuluyordu. Görüldü ki yabancı bankalar
sermaye kaçışını başlatarak finansal krizi tetikleyebilmektedir. Arjantin'de 2001
devalüasyonundan önce, bu ülkedeki yabancı bankalar peso mevduat hesaplarını
dövize çevirip ülke dışına 30 milyar dolar aktararak bu ülkede krizin derinleşmesine
katkı yapmışlardır.49
4.4. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE GOÜ’LER
Geçmişte, doğrudan yabancı sermaye sadece; tasarruf açığını kapatmak,
üretimi artırmak, işsizliğe çözüm getirmek, üretim maliyetlerini düşürmek, ucuz
işgücü, taşıma giderlerinden tasarruf sağlamak, vergi avantajlarından faydalanmak,
ucuz hammadde kullanmak ve döviz rezervlerini genişletmek gibi nedenlerle cazip
bulunuyordu. Ancak günümüzde, yabancı sermaye yatırımlarından beklenen faydalar
daha da artmıştır. Yabancı sermayeyi çekmek isteyen ülkeler, genellikle yabancı
sermaye ödemeler dengesini sağlamak, ülke içinde sağlıklı bir rekabet ortamı
oluşturmak, ülkeye yeni teknolojiler kazandırmak, know-how getirmek, gelişmiş ve
sermaye ihraç eden ülkelerin politik ve ekonomik desteğini sağlamak, promosyon,
49 http://www.iscikonseyi.org/modules.php?name=News&file=article&sid=2137
97
dış piyasalara giriş imkanlarını genişletmek ve insan kaynaklarını geliştirmek gibi
etkilerinden faydalanmak istemektedirler.
Doğrudan yabancı yatırımların niteliği ve etkileri, özellikle gelişmekte olan
ülkeler açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu nedenle bu tür yatırımları çekmek
için çeşitli özendirici tedbirler almaya yönelmektedirler. Doğrudan yabancı
yatırımların gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasındaki rolü, bütçe açıklarının
finansmanındaki payı ve endüstriyel yapılanmasının ilerlemesindeki etkisi bu
yatırımların hızla artmasına sebep olmuştur.
GOÜ’in kalkınma öncelikleri, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin
başarılmasını, yatırımların artırılmasını, dünya pazarlarında ihracat gücünün
artırılmasını, daha fazla ve daha iyi istihdam fırsatlarının yaratılmasını, teknolojik
gelişmenin güçlendirilmesini ve gelecek nesiller için çevrenin korunmasını
içermektedir. Bilindiği gibi gelişmekte olan ülkelerin, ekonomik kalkınmalarının
finansmanındaki yapısal kısıtlar ve bunun hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya
çıkan sermaye birikimi yetersizliği, bu ülkeleri dış finansman arayışlarına itmektedir.
Doğrudan yabancı sermaye, kalkınmanın gereği olan yatırımlar ve bunun
finansmanın sağlanması bağlamında GOÜ için önemli fırsatlar sunmaktadır.
Doğrudan yabancı yatırımlara karşı GOÜ’de var olan yaklaşımlar, geçmişten
günümüze süreç içerisinde büyük dönüşümler yaşamıştır. Özellikle II. Dünya
Savaşı’ndan Doğu Bloğunun çözüldüğü 1989 yılına kadar olan dönem ilginç
özellikler göstermektedir. Dönem boyunca istisnaları olmakla birlikte, genel olarak
yatırımcılara ve bunların yaptığı yatırımlara karşı şüpheli bir yaklaşım süre gelmiştir.
Bu dönem boyunca gelişmiş ülkeler, doğrudan yabancı yatırımları çekebilmek için
çeşitli yöntemlere bağlı olarak çaba sarf ederken, doğrudan yabancı yatırımlara daha
fazla ihtiyaç duyulan gelişmekte olan ülkelerde, bu şekilde bir uygulamaya şüphe ile
yaklaşılmıştır. Bu dönemde GOÜ yabancı yatırımların ülke egemenliklerini tehlikeye
sokacağı, orta ve uzun vadede kaynak girişinden daha çok çıkışına yol açacağı ve
önlem alınmadığında yerli firmaların yerini alacağı gibi endişelere bağlı olarak, bu
önemli dış finansman kaynağından yeterince yararlanamamıştır.
Ancak, tarihsel süreçte GOÜ’in doğrudan yabancı yatırımlara bakışı önemli
ölçüde değişim göstermiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğu, doğrudan
98
yabancı yatırımlar konusundaki endişelerinden büyük ölçüde vazgeçmiştir. Hatta
eski Doğu Bloğu ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla, GOÜ arasında
doğrudan yabancı yatırımları kendilerine çekebilmek için bir yarış başlamıştır.
Nitekim Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 1990’lı yıllarda
giderek artan sayıda ülke ulusal yatırım iklimi ile ilgili düzenlemelerde değişikliklere
giderken bu değişikliklerin yüzde 94,2.si doğrudan yabancı yatırımların lehine
olmuştur (UNCTAD, 1998:15).
Bugün artık doğrudan yabancı yatırımın GOÜ’de ekonomilerin gelişmesi ve
büyümesi için çok önemli bir faktör olduğu genel kabul görmektedir. Yapılan bir çok
araştırmanın sonuçları, doğrudan yabancı yatırımların teknoloji transferini tetiklediği,
insan kaynakları birikimine yardımcı olduğu, ticarette entegrasyonu sağladığı,
rekabete daha açık bir iş ortamı yarattığını ve girişimleri geliştirdiğini ortaya
koymaktadır (OECD,2002).
Daha önceleri, özellikle 1970’li ve 1980’li yıllarda, daha çok sermaye ihraç
eden gelişmiş ülkeler arasında gerçekleşmiş olan doğrudan yabancı yatırımlar,
1980’lerin sonundan itibaren artan oranlarda gelişmekte olan ülkelere de gitmeye
başlamıştır. Özellikle 1990 sonrası dönem, GOÜ’ e önemli oranda doğrudan yabancı
sermaye girişinin yaşandığı yıllar olmuştur.
1990 sonrası GOÜ yönelik doğrudan yabancı yatırımların gelişimi
yukarıdaki tablo yardımıyla ortaya konulmuştur. Görüldüğü gibi GOÜ’e doğrudan
yabancı yatırımlara yönelik sermaye girişleri 1990’lı yıllardan sonra önemli oranda
artış göstermiş, yıllık 30 milyar dolarlardan 165 milyar dolar seviyesine çıkmıştır.
Öyle ki 1997- 1998 kriz yıllarından sonra bu ülkelerden büyük ölçüde kısa vadeli
sermaye çıkışı yaşanırken, doğrudan yabancı yatırımlar çok büyük oranda bir artış
göstermese de, istikrarlı seyrini devam ettirmiştir.
99
Tablo 4.8. GOÜ’lere Yönelik Net Özel Sermaye Girişleri (Milyar Dolar)
Yıllar DYY Potfoy Yat. Diğer Toplam
1991 31,5 24,7 62 118,2
1993 57,9 98,7 19,6 176,2
1995 101,5 41,2 67,4 210,1
1997 143,9 63,3 -74,6 132,6
1999 163,8 33,9 -128,2 69,5
2000 165,2 -4,3 -114 46,9
2002 157,1 14,6 -113,7 58
2003 165,7 15,8 -104,7 76,8
2004 275 - - -
2005 334 - - -
Kaynak; IMF, WEO, 1998-2000-2003
Yine GOÜ yönelik net özel sermaye akımlarının çok büyük bir kısmının
doğrudan yatırımlara yönelik sermaye akımlarından oluştuğu, portföy yatırımları ve
diğer sermaye hareketlerinin ise dalgalı bir seyir gösterdiği görülmektedir.
Gelişmiş ülkelere yönelen doğrudan yabancı yatırımlar 2005 yılında yüzde
37 artışla 542 milyar dolar olarak gerçekleşirken, gelişmekte olan ülkeler yönelen
doğrudan yabancı yatırım tutarı yüzde 21 artışla 334 milyar dolar oldu. Gelişmiş
ülkelere olan doğrudan yabancı yatırım tutarı 2004 yılında yüzde 57 artış göstermişti.
4.4.1. Bankacılıkta DYY’ın GOÜ’e Etkileri
Bankacılık alanında dünyada bugüne kadar üç büyük dış yatırım
dalgasından söz edilebilir. Bunların ilki 1830'lu yıllarda başlayan ve İngiliz
bankalarıyla Hollanda bankaları tarafından, yine bu ülkelerin sömürgelerinde yapılan
dış yatırımlardır. İkinci dalga 1960'lı yıllarda Amerikan bankalarının, daha sonraysa
Japon bankalarının faaliyetleriyle belirginleşmiştir ve gelişmiş ülkelerden gelişmiş
ülkelere doğrudur. Birinci ve ikinci dalgalarda bankalar kendi ülkelerinin çokuluslu
firmalarını izlemek için dış yatırıma yönelmişlerdir (müşterini izle yaklaşımı).
Üçüncü dalga ise 1990'larda ortaya çıkmıştır ve bu defa başı çeken bankalar
100
sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin bankalarıdır. Önceki iki dalgadan farklı olarak bu
defa dış yatırımın gerisindeki temel saik 'müşterinin izlenmesi' değil; doğrudan
doğruya yerel finansal hizmetler talebinin karşılanmasıdır, özellikle perakendeci
bankacılıktır. Dış yatırımların yönü de sanayileşmiş ülkelerden gelişmekte olan
ülkelere doğrudur ve belirgin şekilde dış yatırım çeken ülkeler Orta ve Doğu Avrupa
ülkeleri ile Latin Amerika ülkeleridir.
DYY bağlı olarak özellikle GOÜ’e giren yabancı bankaların, faaliyet
gösterdikleri ulusal ekonomilerde çeşitli etkiler yaratması beklenmektedir. Yabancı
bankaların ulusal ekonomilere etkileri konusunda üzerinde çoğunlukla durulan
konular verimlilik ve finansal istikrar üzerinde odaklanmaktadır. Bu konuda
literatürde değişik görüşler bulunmaktadır. Bundan sonraki açıklamalar, yabancı
bankların girdileri ülkelerdeki verimlilik ve istikrar üzerindeki etkileri, yapılmış
çalışmalar ışığında incelemektir.
4.4.1.1. Verimlilik Etkisi
Yabancı bankaların GOÜ’deki finansal piyasalarda verimliği artırıp
artırmadığına ilişkin yapılan çalışmaların sonuçları farklılık göstermektedir. Bu
konuda yabancı bankaların verimliği artırdığını ileri sürenlere göre, yabancı bankalar
doğrudan ve dolaylı bir takım faktörlere bağlı olarak bu etkilerini ortaya
koymaktadır.
Doğrudan verimlilik etkisi bu bankaların mevcut özelliklerinden
kaynaklanmaktadır, Yabancı bankalar genellikle dünyada bankacılık alanında
geliştirilmiş en son teknolojileri kullanan, en etkin yönetim ilkelerini uygulayan ve
en yeni ürünleri hizmet olarak sunan kurumlardır. 50 Bu özelliklere sahip olan
yabancı bankalar geldikleri ülkelere, teknoloji ve yönetim uygulamalarındaki
yenilikleri beraberinde getirmekte ve faaliyet gösterdikleri ülkelerde müşterilerine
teknolojik, yeni ve kaliteli ürünleri daha düşük maliyetlerle sunabilmektedir. Aynı
zamanda yabancı bankalar, teknolojik alt yapıları, modern bankacılık tekniklerini
kullanmalarına bağlı olarak, daha iyi risk yönetimi, daha rekabetçi fiyatlandırma ile
ve genel olarak sektörde daha verimli kredi tahsisine de hizmet edebilmektedir. 50 AKSOY, Tamer: Çağdaş Bankacılıkta Son Eğilimler ve Türkiye’de Uluslarüstü Bankacılık, SPK yayını, No:109, 1998, s. 105
101
Yabancı banka girişleri diğer taraftan, oluşturacağı rekabetçi ortama bağlı
olarak, dolaylı verimlilik artışına da neden olmaktadır. Yabancı bankalar girdikleri
ulusal ekonomilerde genellikle kendilerine göre daha küçük ölçekte ve daha eski
yöntemlerle çalışan ulusal bankalara örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda ulusal
bankaları modernizasyon, rasyonalizasyon ve otomasyon çalışmaları yapmaya ve
hizmet çeşitlendirmesine gitmelerinde zorlayıcı olmaktadır. Artan rekabet baskısına
bağlı olarak, yerel bankalar mevcut rekabet ortamında başarılı olabilmek için
yapılarını düzenlemek ihtiyacı içine girmektedir. Bu yönüyle de yabancı bankalar
ulusal bankaların etkin bir işleyişe kavuşmasını zorlayarak verimlilik üzerinde
dolaylı bir katkı yaratabilmektedir
Yabancı bankaların girişine izin veren GOÜ sonuç olarak daha sağlıklı
bankacılık sektörlerine sahip olacaklardır. Yabancı bankaları daha yüksek katma
değer yaratan hizmetler sunmaları ve rekabet açısından üstünlük sağlamaları, ulusal
bankaların aralarında birleşerek daha etkin kurumlar oluşturmasına ve daha düşük
fiyatlarla hizmet sunmalarını da teşvik etmektedir.
Yabancı bankaların verimlik etkisi üzerine yapılan çalışmalardan birisi,
Demirgüç-Kunt, Classens ve Huizinga tarfından yapılan ve 80 ülkeyi kapsayan bir
çalışmadır.51 Söz konusu çalışmaya göre yabancı bankalar özellikle GOÜ’de
bankacılık sektöründe verimliliğin artmasına neden olmaktadır. Ayrıca yazarlara
göre, yabancı bankaların girdikleri piyasada verimliliği artırmaları için bu bankaların
sektör içinde toplam aktiflerdeki paylarının çok yüksek olmasına da gerek yoktur. Bu
anlamda verimlilik artışı için yabancı bankaların piyasaya girmiş olması yeterli
olarak görülmektedir.
Yabancı banka girişlerinin boyutları ve yöntemleri üzerine Asya ülkelerine
yönelik yapılan bir başka çalışmada (Jcoppel ve Davies, 2003), yabancı bankaların
girdikleri ülkelerde, yarattıkları rekabet ortamına bağlı olarak sektörel verimlilik
artışına hizmet ettikleri vurgulanmaktadır.
Yabancı banka girişlerinin verimlilik artışı sağladığına ilişkin, yukarıdaki
bilgilerin aksi yönde görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşleri savunanların öncelikli
51 DEMİRGÜÇ-KUNT, A; CLASSENS, S ve.HUIZINGA, H (2001): “How Does Foreign Entry Affect Domestic Banking Markets?” Journal Of Banking and Finance, 2001, s. 891-911
102
tezi, yabancı bankaların girdikleri ülkede kredilerin rasyonel dağılımını bozacağı ve
ulusal bankaların kredi kalitesini düşürecekleridir. Yabancı bankalar genellikle iyi ve
kaliteli olarak ifade edilen kredi müşterilerine yönelik hizmet göstermekte, geriye
kalan ödeme yeteneği düşük ve bu anlamda kötü kredi alıcısı olarak ifade edilen
müşterileri ulusal bankalara bırakmaktadır. Yerel bankalar faaliyetlerini
sürdürebilmek için geri dönüşü şüpheli olan kredilere yöneldiklerinde bu kez
başarısızlık kaçınılmaz olmaktadır. Bu durumda da sistemin verimliği genel olarak
olumsuz etkilenmektedir. Bunun dışında yabancı bankaların girdikleri ülkeler de
monopolistik ve oligopolistik yapılanmalar içine girebilmekte, rekabetin aksamasına
neden olabilmektedir. Rekabetin azalması da beraberinde verimliğin azalmasını
getirmektedir.52
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, özellikle GOÜ’de yabancı
banka girişlerinden beklenen, bankacılık sektöründeki verimliği artırmasıdır. Ancak
yapılan çalışmalar göstermektedir ki bu anlamda kesin sonuçlar elde edilememiştir.
4.4.1.2. İstikrar Etkisi
Yabancı bankaların verimlilik etkisi yanında ortaya koydukları bir diğer etki
ise, girdikleri ülkenin finansal sisteminde yaratacakları istikrar etkisidir. Bu konudaki
görüşlerin dayanağı ise, yabancı bankaların ulusal piyasalara katılımının daha
istikrarlı bir kredi kaynağı yaratmaları ve ulusal bankacılık sektörünün şoklara karşı
direncinin artacağı beklentisidir. Bu beklenti, yabancı bankaların açacakları hizmet
birimleri vasıtasıyla, ihtiyaç duyulması halinde ek bir fonlama ve sermaye katkısında
bulunacakları varsayımına dayanmaktadır.53 Bunun dışında yabancı bankaların
istikrar etkisinin belirleyicisi bir diğer faktör olarak da, bu bankaların finansal
istikrarı bozucu sonuçlar doğuran, ilişkili kredilendirme olarak bilinen ve bankalarda
kredi riski doğurucu işlemlerden uzak durmaları gösterilmektedir.
Bir ülkede finansal istikrarın sağlanması ve korunmasında denetim ve
gözetim önemi yadsınamaz. Bilindiği gibi GOÜ’in bankacılık sektörlerinde risk 52 MATHIESON, D. J ve. ROLDOS, J (2001): “The Role of Foreign Banks in Emerging Markets,” Paper presented at IBRD, IMF Brookings Conference on Open Doors: Foreign Participation in Developing Countries, 2001, s. 1-35 53 ÇAKAR, Vesile (2003): Yabancı Sermayeli Banka Girişleri ve Ulusal Bankacılık Sektörü Üzerindeki Ekileri, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, TCMB, Bankacılık ve Finansal Kuruluşlar Genel Müdürlüğü, 2003, s. 35
103
yönetimi konularında çeşitli sorunlar bulunmaktadır. Bu ülkelerde risk yönetim
teknikleri ve bankacılık sisteminin denetlenmesinden sorumlu otoritelerin denetim
konusundaki bilgileri genellikle yetersizdir. Başta banka girişleri olmak üzere bu
ülkelere yönelik yapılan yabancı yatırımlar, daha yeni denetim ve gözetim
tekniklerinin de girişine neden olmaktadır (Mishkin, 2001:25; Çakar, 2003:37). Bu
bağlamda yabancı bankalar, beraberinde getirdikleri yeni denetim ve gözetim
tekniklerinin, girdikleri ülkede yaygınlaşması doğrultusunda, finansal istikrara
olumlu katkı sağlamaktadır.
Yabancı bankalar özellikle kriz dönemlerinde güvenli bir sığınak görevi
görmektedir. Son dönemde, özellikle fon akımları içinde portföy yatırımları olarak
bilinen sıcak para akımları, önemli bir istikrarsızlık unsursu olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu türden fonlar giriş anında ülkede finansal sistemde bir rahatlama
ortaya koyarken, ani çıkışlarında ülkenin finansal yapısında büyük istikrarsızlıklar
yaratabilmektedir. Yabancı bankaların sistemdeki varlığı halinde, bu fonlar herhangi
bir nedenle ülke dışına çıkmak yerine ülkedeki yabancı bankalar doğru
yönelebilmektedir. Bu durumda ulusal ekonomi, sıcak para çıkışlarının yaratacağı
finansal istikrarsızlıktan etkilenmeyecektir.
Yapılan çalışmalarda, yabancı bankaların kredi arzı devamlılığı bağlamında
girdikleri ülkenin bankacılık sistemini istikrara ulaşma yönünde etkilediği ifade
edilmektedir (Demirgüç-Kunt ve diğerleri, 2001:891-911). Bununla birlikte yabancı
bankaların sisteme istikrar kazandıracağı genel kabul edilen bir görüş olmasına
rağmen, bir kesinlik bulunmamaktadır. Bu konuda da karşıt görüşler bulunmaktadır
(Mathieson ve Roldos, 2001:1-35). Bilindiği gibi yabancı bankaların ulusal
bankacılık sektörüne girişlerinin en önemli belirleyicilerinden birisi finansal
liberalleşme sürecidir. Bu sürece bağlı olarak ulusal ekonomiler için stratejik önem
arz eden bankacılık sektörünün yabancıların hakimiyetine geçmesi, ev sahibi ülkeler
için sistematik riskin artmasına neden olabilmektedir. Bunu yanında özellikle kriz
dönemlerinde yabancı bankaların sistemden çekilmeleri de finansal istikrarı tehlikeye
sokabilmektedir.
104
4.5. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIM KISITLAMALARI
Türkiye de Dış Ticarette korumacılıktan vazgeçilmesi ve dışa açılma
çalışmaları esas olarak 24 Ocak 1980 Kararlarıyla başlamış, 05.06.2003 tarih ve
4875 sayılı “Doğrudan Yabancı Yatırım yasası”yla en üst seviyeye ulaşmıştır. Bu
yasaya göre Uluslar arası anlaşmalar ve özel kanun hükümlerince aksi
öngörülmedikçe;
• Yabancı Yatırımcılar tarafından Türkiye de doğrudan yabancı yatırım
yapılması serbesttir.
• Yabancı Yatırımcılar yerli yatırımcılarla eşit muameleye tabidirler.
Böylece Türkiye de Doğrudan Yabancı Yatırımın önündeki kısıtlamaların
pek çoğu ortadan kalkmıştır. Ancak Bugün Diğer Ülkelerde halen yaşanan DYY
kısıtlamaları söz konusudur. Bu çalışmada Diğer Ülkelerde Yapılan kısıtlamalar
Sadece finansal faaliyetlere yönelik olanlar ele alınarak değerlendirilecektir.
4.5.1. Diğer Ülkelerde Halen Uygulamada Olan Doğrudan Yabancı
Yatırım Kısıtlamaları ve Söz Konusu Bazı Ülkeler
1- Belirli sektörlerde şirket hisselerinin ediniminin sınırlandırılması
2- Zorunlu tarama ve onay usulü
3- Yabancıların şirket yönetiminde bulunmaları yada iştiraklerinde
çalışmaları bakımından sınırlama getirilmesi yada benzer kısıtlamalar
Sözü edilen kısıtlamaların olduğu bazı ülkeler ve kısıtları şunlardır:
4.5.1.1. Almanya
Yabancı devletlerin kontrolündeki yatırımcıların ve kamusal varlık
fonlarının şirketleri satın alma işlemlerine müdahale ederek, kamu düzeni ve
güvenliği gerekçesiyle bu işlemleri durdurabilmesine imkan tanıyan bir düzenleme
getirilmektedir.
105
4.5.1.2. Avustralya
Yabancı yatırımcıların belirli yatırımlarının Avustralya’nın ulusal
çıkarlarına uygunluğu proje bazında değerlendirilmeye başlanmıştır.
4.5.1.3. Hindistan
Güvenlik açısından DYY’ların kontrolünü hedefleyen yasal düzenleme
önerisi hükümete sunulmuştur.
4.5.1.4. Japonya
“Hassas sektörlerde” yabancı ortak payının %10’u geçmesi hükümetin
onayını gerektirmekte olup, yabancı ortak payının 1/3 ile sınırlandırılması
önerilmektedir.
4.5.1.5. Güney Kore
Yatırımların sınırlandırılmasına yönelik ölçütlere ve sürece netlik
kazandırmak üzere bir değişiklik kararı alınmıştır.
4.5.1.6. Yunanistan
Özelleştirme kapsamındaki stratejik önemi bulunan şirketlerde yabancı
yatırımcılar için %20’nin üzeri izin prosedürüne tabidir.
4.5.1.7. Rusya
Stratejik sektörlerde ve doğal kaynaklara çeşitli kısıtlamalar ve kapsamlı ön
inceleme prosedürleri öngören yasal düzenleme yapılmıştır. Nükleer enerji, doğal
kaynaklar, stratejik mineral depolarının araştırılması, havacılık, uzay ve savunma
alanının hassas bölümleri dahil olmak üzere toplam 42 sektördeki stratejik endüstri
alanlarına yatırım yapmalarını sınırlayan tasarı Putin tarafından imzalanarak
yürürlüğe girmiştir.54
54 Hazine Müsteşarlığı , http://www.karturk.gazi.edu.tr/karturksunu/dyy.ppt#339,1, Doğrudan Yabancı Yatırımlar ve Ulusal Ekonomilerin Güvenliği 12 Mayıs 2008
106
4.5.1.8. Brezilya
1988 yılında getirilen kısıtlamalarla milli şirketlerle yabancı şirketlere
farklılıklar getirilmiştir. Milli şirketlere ülkenin gelişimi için önemli görülen
faaliyetlerde bazı kolaylıklar sağlanmaktadır. Bir milli şirket kontrolü Brezilya’da
yaşayan kişilere ait olan şirketler veya hükümetin sahip olduğu yerel birimlerdir.
Brezilya’da yerleşik olanlar dahil yabancıların, ülkede faaliyette bulunan yabancı bir
şirketin veya yabancıların denetimindeki bir Brezilya şirketinin kırsal bölgelerde
toprak sahibi olmasına bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Bu kısıtlamalar ya satın
alınacak alanın kısıtlanması ya da alanın kullanılacağı amacın tespiti şeklinde
olabilir. Şehirlerde yabancıların toprak ve bina sahibi olmalarına kısıtlama
getirilmemiştir. Brezilya’nın sınır bölgelerinde yabancı mülkiyete sınırlamalar
getirilmiştir. Finansal alanda yapılacak yabancı yatırımlar için kanun, ülkede
doğabilecek vergi yükümlülüğü nedeniyle bir resmi temsilci atanmasını zorunlu
kılmaktadır. Bu temsilcinin ülkede faaliyette bulunmaya yetkili finansal kurumlardan
olması zorunludur. Ülkedeki yabancı yatırımlar daha çok anonim veya limited gibi
şirket ortaklıklarıdır. Bu tür ortaklıklarda federal hükümetin iznine gerek yoktur. 55
4.6. GENEL DEĞERLENDİRME: YABANCI KATILIMINI
ÖZENDİREN UNSURLAR
Uluslararası alanda faaliyet gösteren bankaların neden ana ülkenin (home
country) dışına çıkarak sınır ötesi faaliyetlere yöneldiklerine ilişkin birçok teori
mevcuttur. Bu çalışmanın ikinci bölümünde bu kuramlar kısaca özetlenmişti. Söz
konusu kuramlar, önceki bölümlerde ele alınan çalışmalarda olduğu gibi, ayrıca
uygulamalı olarak test edilmeye çalışılmıştır. Yapılan ampirik sınamalar her zaman
aynı sonuçları vermese bile bazı ortak tespitler ortaya konulmuştur. Bahsedilen teorik
yaklaşımları büyüme olanağı, kar güdüsü, bankacılık dışı alanlardan gelen rekabet,
sermayenin maliyeti, küresel düzeyde artan ticaret hacminden faydalanma, müşteri
odaklı hareket etme isteği, bilgi ve iletişim teknolojisi ile risk yönetimi alanında
kaydedilen gelişmeler ve diğer hipotezler başlıkları altında kabaca sınıflandırmak
mümkündür. Birbirleriyle kesişimi olan ve daha çok arz yönlü olarak
55 http://www.turkiyebrezilya.com/Ekonomi/Brezilya_Ticari_Mevzuatlar.htm
107
değerlendirilebilecek bu sınıflandırmaya, bankaların dışarıya gitme isteklerinin
belirleyicileri olarak bakılabilir. Öte yandan, arz tarafının simetriğinde ise sermaye
açığı bulunan çoğunlukla gelişmekte veya geçiş döneminde olan ülkelerin yabancı
sermayeye olan talepleri bulunmaktadır. Talep tarafında, sermaye açığı bulunan fakat
büyüme potansiyeli de mevcut olan piyasalarda yabancı katılımını özendiren finansal
liberalizasyon içerikli iktisadi politikalar yer almaktadır.
Bunun yanı sıra, bankacılık sektörlerinde yabancılaşma sadece gelişmiş
piyasalardan gelişmekte olan piyasalara doğru değildir. Amerika Birleşik Devletleri
ve Avrupa’daki gelişmiş ülkelerin bankacılık sektörlerinde de karşılıklı yabancı
katılımını görmek mümkündür. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki yabancı katılımı
gelişmekte olan piyasalardakine göre farklılık arz etmektedir. Diğer yandan, yukarıda
vurgulanan sınıflandırmaya bağlı kalmaya çalışarak bankaların ana ülkenin dışına
çıkmalarına ilişkin hipotezler üzerinde durmak konunun ortaya konması açısından
yararlı gözükmektedir.
Bankalar, temel olarak kar amacı güden kuruluşlardır. Gelirlerin
azamileştirilmesi ve giderlerin asgari düzeye indirilmesi en fazla karı elde etmek
açısından gerekli ve yeterli koşuldur. Bu amaçla faaliyet gösterdiği piyasada gelirini
artırma imkânı kısıtlı olan bir bankanın sınır ötesine değişik organizasyonel yapılarda
(temsilcilik, şube, iştirak gibi) gitmek istemesi ve bu yolla büyümesi, bankacılık
faaliyetlerinin düzeye çıkmasında önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
çerçevede, gidilecek ev sahibi ülkede (host country) büyümeye elverişli bir ortamın
bulunması, başka bir ifadeyle, piyasanın yeni oyuncuyu taşıyabilecek
ölçekte/kapsamda olması ve ülkede katma değer yaratabilecek iş alanlarının
bulunması, bankalar açısından gelir artırıcı unsurlar olarak görülmektedir. Bu açıdan
yaklaşıldığında bankalar sadece cari koşulları dikkate almamakta, aynı zamanda
ileriye yönelik beklentileri de hesaba katarak ev sahibi ülkenin potansiyel gelirini de
göz önünde tutmaktadırlar.
Gelir yaratma güdüsüyle eşanlı giden diğer önemli bir husus ise kar etme
isteğidir. Ulusal piyasada çok fazla oyuncunun olması ve net faiz marjının küçülmesi
neticesinde bankalar rekabet baskısının ve yoğunlaşmanın göreli olarak düşük olduğu
yabancı piyasalara yönelebilmektedir. Böylece, ulusal piyasada daralan kar marjları
108
daha yüksek getiriye imkân veren piyasaların olanaklarıyla telafi edilmek
istenmektedir. Yeni girişin hedeflendiği piyasada rekabetin az olması bankalar
açısından iştah artırıcı bir etkendir. Elbette, ev sahibi ülkenin piyasaya giriş
koşullarını esnek tutması yüksek getiri elde etme olanağıyla bir arada bulunması
gereken bir husustur.
Bankaların, sınır ötesine yönelmelerinin ardında yatan faktörlerin arasında
ana ve ev sahibi ülke arasındaki maliyetlerin farklılığı gösterilmektedir. Gelişmiş
ülkelerde geleneksel bankacılık, sermaye piyasalarından gelen rekabetin etkisiyle
giderek azalan kar marjlarıyla çalışmak durumunda kalmaktadır. Şirketler, fon temin
edebilmek için sermaye piyasalarına yönelebilmekte, özellikle uzun vadeli fon
ihtiyacını bu yolla gidermeye çalışmaktadırlar. Bankaların temel kaynağı olan
mevduatın birincil sağlayıcısı olan hane halkları ise sigorta gibi farklı finansal
ürünlere yönelebilmektedir. Ayrıca, tarihsel olarak bakıldığında çok büyük aktif
büyüklüğe sahip olan gelişmiş ülkelerin büyük bankaları, yaşlanan nüfus yapısına
sahip ve toplam talebin düşük olduğu piyasalarda faaliyet göstermeye
çalışmaktadırlar. Gelişmiş piyasalarda altyapı yatırımlarının büyük ölçüde
tamamlanmış ve büyüme hızının düşük ve stok olarak değerlendirildiğinde
tasarrufların büyük tutarlı olması, bu ülkelerde faaliyet gösteren bankaların sermaye
maliyetinin (cost of capital) gelişmekte olan ülke bankalarına göre daha düşük
kalmasına yol açabilmektedir. Bankanın maliyeti sadece tasarruf davranışları
arasındaki farklılıktan değil aynı zamanda makro ekonomik koşullar ve vergi
düzenlemeleri gibi ayrışımlardan da kaynaklanabilmektedir. Dolayısıyla, sermaye
ana ülkede ev sahibi ülkeye göre daha ucuz ise ve ev sahibi ülkeye giriş
engellenmiyorsa ortaya bir arbitraj imkânı çıkabilmektedir.
Küresel ekonomi, ikinci dünya savaşının ardından ABD’nin dünyanın en
büyük pazarı konumuna gelmesi, 1950’li ve 1960’lı yıllarda Avrupa’nın yeniden
yapılanması ve uzak doğu ülkelerinin ihracata dayalı büyüme modelinde başarılı
olmalarıyla, petrol şokları gibi zaman zaman yaşanan dalgalanmalara rağmen,
büyüme trendini korumuştur. Avrupa Birliği gibi bölgesel bütünleşme hareketleri ise
bu süreçte katalizör görevi görmüştür. 1990’lı yıllarda ise soğuk savaş döneminin
sona ermesi, Rusya, Doğu Avrupa ülkeleri ve dev bir pazara sahip olan Çin’in
ekonomik olarak artan oranda dışa açılması, dünya ticaret hacminin büyük ölçüde
109
artmasına yardımcı olmaktadır. Dünya ticaret hacmindeki gelişmeler finans
sektörünün özellikle de bankacılık sektörünün eşanlı olarak büyümesine ve sınır
ötesine yayılmasına yardımcı olmaktadır. Bankalar, ticaret finansmanından pay
alabilmek amacıyla daha önce etki alanlarında olmayan coğrafyalara değişik
organizasyonel formlarda girmek zorunda kalmaktadırlar.
Yine literatürde sıkça vurgulanan bir faktör müşteri odaklı hareket etme
güdüsüdür. Banka açısından müşteri portföyü oluşturmak ve bunu muhafaza etmek
suretiyle müşteriyle uzun dönemli bağlılık ilişkisine girmek çaba gerektirmektedir.
Bu nedenle, müşteri sınır ötesi ticari veya sınaî faaliyetlere girdiğinde uzun dönem
ilişkisi bulunan bankasını yanında görmek istemesi “müşteriyi takip etme” (follow
the client) ilkesini bir sonuç olarak ortaya çıkarmaktadır. Banka ise, müşterisine sınır
ötesinde de hizmet edebilme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlamak yoluyla ulusal
piyasada da rekabet etme avantajı kazanmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda,
müşteriyi ulusal piyasada kaybetme ihtimali en aza indirgenmektedir. Bu çerçevede,
“müşteriyi izle” ilkesinin en önemli tetikleyici unsuru olarak ihracat finansmanı öne
çıkmaktadır. Ülke ihracatının veya dış ticaret hacminin güçlü olduğu ülkelerde
karşılıklı bankacılık faaliyetlerinin de yakın ilişkili olduğu bilinmektedir.
Yukarıda yabancılaşmaya destekleyici olarak bahsedilen unsurların hemen
hemen hepsinde bilgi ve iletişim teknolojilerinde son çeyrek yüzyıl boyunca ortaya
çıkan gelişmeler önemli bir rol oynamaktadır. Bilgisayar yazılımı ve donanım
alanında kaydedilen gelişmeler bankacılıkta hem yeni hizmet biçimlerinin ortaya
çıkmasını sağlamış hem de geleneksel olarak sunulan hizmetlerin kalitesinin ve
hızının artmasına yol açmıştır. ATM cihazları sayesinde nakit çekimi şube dışına
çıkarken günümüzde yaygınlaşan internet bankacılığıyla geleneksel şube kavramı
neredeyse tamamen şekil değiştirmeye başlamıştır. Internet bankacılığı sayesinde
müşteriler şubelerde alabildikleri hizmetlerin büyük bölümüne erişebilmektedirler.
Bu nedenle, bankalar maliyetlerini kısmak için kurumsal ve bireysel müşterilerinin
internet tabanlı hizmetleri kullanmalarını teşvik etmektedirler. Gelişmiş ülkelerin
bankaları nasıl aktif büyüklüğü bakımından gelişmekte olan ülkelere göre daha
avantajlı ise benzer şekilde bilişim ve iletişim teknolojisi alanındaki gelişmeler
çoğunlukla gelişmiş ekonomilerdeki araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin sonucu
olarak ortaya çıkmakta ve öncelikle yurtiçi piyasalarda kullanıma sokulmaktadır. Bu
110
nedenle, büyük ölçekli bankalar maliyet avantajlarını kullanmak ve ölçek
ekonomisinden faydalanmak suretiyle yeni teknolojileri kolayca uygulamaya
sokabilmektedirler. Buna bağlı olarak, gitmek istedikleri ülkelerin küçük ölçekli
piyasalarında rakiplerine karşı avantaj sağlayarak üstün bir konuma
gelebilmektedirler. Rakiplere göre daha ileri düzey teknolojiye sahip olmak veya
ölçek ve kapsam ekonomisinden faydalanmak suretiyle aynı teknolojik imkânlara
daha az maliyetli erişmek faal bankaları sınır ötesine açılmaya teşvik etmektedir.
Uluslararası faal bankalar teknoloji kullanımındaki öncü rollerinin yanı sıra
müşterilere sundukları finansal ürünlerin gelişmişliğiyle de sınır ötesi faaliyetlerinde
daha avantajlı konuma sahiptirler. Opsiyon, forward ve futures gibi türev ürünler
konusunda gelişmiş piyasalarda elde ettikleri deneyimleri gelişmekte olan ülkelere
tanıtan ve bu ürünlerin kullanımını yaygınlaştıran büyük ölçekli bankalar bu alandaki
göreli üstünlükleri sayesinde sınır ötesinde ev sahibi ülkelerin bankalarına göre daha
rahat manevra alanı bulabilmektedirler.
Finansal yeniliklere ek olarak risk yönetimi de sınır ötesi faaliyetleri
özendirmektedir. Fon fazlası bulunanlarla fon ihtiyacı olanlar arasında aracılık işlevi
gören ve bu çerçevede esas işi “risk yönetimi” olan bankalar çeşitlendirme
vasıtasıyla riski asgariye düşürmek için sınır ötesindeki faaliyetlerini birden fazla
ülkeye yayabilmektedirler. Böylece faaliyet gösterilen bir ülkedeki olası devresel
hareketlerin olumsuz etkilerinin başka bir ülkedeki getiriyle dengelenmesi
hedeflenmektedir. Öte yandan riskten kaçınan (risk averse) bankaların kendilerine
hedef olarak dil ve kültürel açıdan yakın ve kurumsallaşma süreçleri benzer olan
piyasaları tercih ettikleri ileri sürülen görüşler arasındadır. İspanyol bankalarının
sınır ötesi ülkelerdeki faaliyetlerini Latin Amerika ülkelerinde, Hollanda ve Alman
bankalarının Orta Avrupa’da, Avustralya bankalarının Yeni Zelanda ve Asya’da
yoğunlaştırmış olmaları bu kapsamda değerlendirilmektedir. 56 Bununla beraber, ev
sahibi ülkedeki makroekonomik ve siyasi istikrar piyasaya giriş yapmak açısından
yine bir risk faktörü olarak ele alınmaktadır.
Düzenleme ve denetleme ortamı, özellikle ülkeler arası vergi
politikalarındaki yaklaşım farklılıkları, bankacılık faaliyetlerinin sınır ötesi niteliğe
56 Benzer görüşlere birçok kaynakta yer verilmektedir. Örneğin bkz. IMF (2000).
111
bürünmesinde etkili olmaktadır. Yurtiçinde bankacılık hizmetleri üzerindeki veya
bankacılık faaliyetlerinden elde edilen gelirler üzerindeki vergi yükünün ana ülkeye
komşu veya bu ülkenin etki alanındaki ev sahibi ülkelere göre daha yüksek olması
bankacılık faaliyetlerinin dışarıya yönelmesini teşvik etmektedir. Aynı zamanda,
yüksek aracılık maliyetleriyle çalışan piyasalar yabancı yatırımına açık olsalar bile
yabancı katılımının payı diğer piyasalara göre daha düşük kalabilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde son dönemlerde yaşanan finansal krizlerin
ardından bozulan sermaye yapısı kamu bankalarının veya yeniden yapılandırmaya
tabi tutulan özel bankaların yabancılara devredilmesi suretiyle düzeltilmeye
çalışılmıştır. Yabancılar açısından kriz sonrası dönemlerde yerli bankaların marka
değeri46 (franchise value) düşmekte ve sektöre satın alma yoluyla giriş cazip hale
gelebilmektedir. Benzer şekilde, ekonominin genişleme ve istikrar dönemlerinde
bankanın karı ve kar beklentisi arttığından marka değeri yükselmekte ve yerli
bankaların hissedarları satış için daha istekli olabilmektedirler.
4.7. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN YAŞAM ALANI VE
YABANCILAR
Bankacılık sektörü genel makroekonomik ortamdan doğal olarak
etkilenmektedir. Türk finansal sektöründeki göreli önemi ve ağırlığı tarihsel olarak
yüksek olan bankacılık sektörü, Türkiye ekonomisinde ve Türk finans sisteminde
yaşanan değişimlerden sürekli etkilenmiştir ve etkilenmeye de devam etmektedir.
Türkiye ekonomisini karakterize eden güçlü ve zayıf yanlar, olumlu ve olumsuz
gelişmeler bankalar açısından faaliyet gösterilen bir “yaşam” alanıdır.
Bankacılığın içinde bulunduğu söz konusu yaşam ortamını 1980 öncesi ve
sonrası olmak üzere iki farklı döneme ayırmak mümkündür. 1980 öncesinde ithal
ikamesine dayanan yurtiçi mal ve hizmet üretiminin korunduğu bir ortamda bankalar
finans sisteminde baskın bir rol oynamıştır. Bu dönemde, finansal baskılama hâkim
olmuştur. Başka bir ifadeyle 1980 öncesi, negatif faiz oranlarının geçerli olduğu,
kredi tayınlamasının yapıldığı ve kamunun borçlanmada esas olarak Merkez
Bankasını kullandığı bir dönem olmuştur. Bunun yanı sıra, hane halklarının yabancı
para cinsinden mevduat hesabı açması engellenmiş, finansal işlemler üzerinde
yüksek vergi uygulanmış ve mevduat ve kredi faizleri kamu tarafından
112
yönlendirilmiştir. Bu nedenle, bankacılık sektörüne yabancı katılımı sınırlı kalmıştır.
Denizer (1999)’de belirtildiğine göre, 1980 yılında 42 bankanın sadece 4’ü
yabancıdır.
Türk bankacılık sisteminde ilk önemli değişim süreci 1980’li yıllarda
yaşanmıştır. Söz konusu dönemde, finansal sistemde rekabetin ve etkinliğin artması
için bir dizi liberalizasyon politikaları uygulanmıştır. Mevduat ve kredi faizlerine
uygulanan tavanlar kaldırılmıştır. Önemli reformlar olarak bankalar arası para
piyasası oluşturulmuş, Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuş ve İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası faaliyete geçmiştir. Dolayısıyla, finansal sistemin zenginleşmesi
ve kurumsallaşması önünde adımlar atılmıştır. Bu gelişmelerle birlikte kamunun
borçlanma aracı artan oranda hazine tahvili ve bonoları olmaya başlamıştır ve iç
borçlanma enstrümanları giderek yaygınlaşmıştır. Bu gelişmeler ve düzenlemelerle
getirilen serbestleşme yabancı banka girişini özendirmiş ve 1990 itibarıyla yabancı
banka sayısı 19’a ulaşmıştır.
1990’lı yıllar ise artan oranda istikrarsızlıkların yaşandığı bir dönem
olmuştur. Yüksek kamu açıklarına bağlı yüksek borçlanma gereğinin bir yansıması
olarak yüksek enflasyon ve yüksek reel faizler sebebiyle ekonomideki tüm birimler
olumsuz etkilenmiştir. Kamunun aşırı borçlanma gereği özel sektörü dışlayıcı etki
yaratmış ve tasarruflar daha çok kısa vadeli devlet borçlanma kâğıtlarına yönelmiştir.
Bankalar için hazineyi finanse etmek kredi riskini almaya ve yönetmeye göre daha
avantajlı olunca özel sektörün krediye erişimi güçleşmiştir. Tasarruf yatırım
dengesinin bozulduğu bir ortamda sektöre yeni yerli oyuncular girmiş ve kısa vadeli
toplanan fonlar bankanın bağlı olduğu grup tarafından yapılan uzun vadeli ve/veya
yüksek riskli projelere aktarılmış ve bu bankalar 1999, 2000 ve 2001 yıllarında
yaşanan finansal bunalım dönemlerini atlatamayarak sistem dışına çıkmışlardır.
Elbette, bu çıkışlarda, öz kaynak yetersizliği, vade uyumsuzluğu, tam rekabet
şartlarını bozucu koşullar, donuk kredilerin büyüklüğü, açık pozisyonlar gibi yapısal
sorunların yanı sıra yetersiz kurumsal yönetişimin ve eksik risk yönetimi
uygulamalarının payı büyüktür. Mali bünyeleri bozulan kamu ve özel sermayeli
bankaların yeniden yapılandırılması gerekmiş ve gayri safi yurtiçi hâsıla’nın üçte
birine varan maliyetlere katlanılmıştır. Finansal istikrarsızlık dönemi olarak
adlandırabileceğimiz 1990–2001 yılları arasında sistemdeki yerli bankalar gibi
113
yabancı banka sayısında da azalma olmuş ve 2000 yılı itibarıyla 18’e düşen yabancı
banka sayısı 2004’te 13’e gerilemiştir.
Bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması ve artan istikrar ortamıyla
Türkiye’ye yabancı bankalar tarafından tekrar bir ilgi olduğu görülmektedir. Mali
disiplin, düşen enflasyon oranı ve kamunun borçlanma gereğinin azalmasıyla
gerileyen reel faizler Türkiye’de bankacılığın yönünü değiştirmektedir. Son iki yıldır,
menkul değerler cüzdanının banka aktifleri içindeki payı sürekli gerilemekte buna
karşın kredilerin payı artmaktadır. Yabancı bankaların Türkiye’de hazine kâğıtlarına
yatırım yapabilmeleri için ulusal sektörde fiziksel bir varlığın bulunması
gerekmemektedir, ancak finansal istikrar devam ederse ve bankalar gerçek aracılık
işlevlerine dönebilirlerse, müşteri portföyü ve şube ağı önemli olacaktır. Nitekim
sektörde son dönemlerde bireysel ve konut kredilerinin önemi giderek artmaktadır.
Bu nedenle, olumlu beklentilere sahip yabancı oyuncuların sektöre bir an önce
girmek suretiyle piyasadan pay kapmaya çalıştıkları düşünülmektedir. Dezenflasyon,
istikrar, kar etme isteği ve Türkiye’nin büyüme potansiyelinin yanı sıra Türkiye’nin
Avrupa Birliğine üyelik sürecinin de bu ilgiyi artırdığı yaygın olarak kabul
edilmektedir.
Sektöre 2004’ten sonra giriş yapan yabancılar orta ölçekli ve piyasanın belli
bölümüne hizmet veren bankaları öncelikle tercih etmişlerdir. Ayrıca, geniş şube ağı
ve yüksek müşteri potansiyeli olan bankalar da ilgi görmektedir. Yabancı
oyuncuların sadece kurumsal müşterilere hizmet eden yerli bankalara değil aynı
zamanda bireysel ve konut kredilerinde deneyimi olan bankalara da yöneldikleri
görülmektedir. Gelecek zaman diliminde, eğer kamu bankaları da özelleştirilme
yoluyla yabancı katılımına maruz kalırsa, sektördeki yabancı bankaların ağırlıkları
anlamlı ölçüde artabilecektir.
Bütün bu gelişmelere rağmen Türk bankacılık sektöründe bazı yapısal
sorunlar devam etmektedir. Ölçek olarak Türk bankacılık sektörü çok küçüktür.
Türkiye’de bulunan bazı yabancı bankaların ana ülkedeki aktif büyüklükleri Türk
bankacılık sektöründen daha büyüktür. Öte yandan, bankacılık işlemleri üzerindeki
kamusal yükler, son dönemlerde kaydedilen olumlu gelişmelere rağmen, son derece
114
yüksektir. Bu husus finansal sisteme erişimi zayıflattığı gibi bankalar açısından bir
dezavantaj olmaya devam etmektedir.
4.8. 2000 SONRASI YABANCI YATIRIMCILARIN BANKACILIK
SEKTÖRÜNE İLGİSİ
Türkiye’de sağlanan makro ekonomik istikrar, AB ile tam üyelik
müzakereleri sürecinin öngörülebilirlik üzerindeki etkisi ve yatırım ortamının
iyileştirilmesine yönelik çalışmalar, Türkiye’ nin son 2 yılda Uluslararası yatırımcılar
açısından tercih edilen bir yatırım yeri haline gelmesini sağlamıştır.
1995-2000 döneminde yıllık ortalama 853 milyon ABD Doları düzeyinde
gerçekleşen UDY girişleri 2005 yılında 9,8 ve 2006 yılında 20,2 milyar dolarlık
seviyelere ulaşmıştır. Yabancıların son dönemde Türk bankalarıyla
gerçekleştirdikleri satın alma ve birleşmelerden bazıları şunlar;
Alıcı yabancı Şirket Hedef türk Şirket
BNP Paribas Türk Ekonomi Bankası
Fortis Dışbank
Koç-UniCredito Yapı Kredi Bankası
Deutsche Bank Bender
EFG Eurobank HC İstanbul
ING Bank N.V (Hollanda) Oyak Bank
Nat. Bank of Greece(Yunanistan) Finans bank
Citibank Akbank
National Commercial Bank(Suudi Arabistan)
Türkiye Finans Katılım Bankası
Turanalem Securities(Kazakistan) Şekerbank
1990’lı yıllarda birçok ülkede uygulanan serbestleşme politikaları ile
yabancı bankaların şube açmalarına ve banka kurmalarına imkan tanıyan
düzenlemeler, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bankacılık krizleri, sermaye
akımları, teknolojik yenilikler özellikle gelişmekte olan ülkelerde yabancı bankaların
sektördeki payının önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Bu gelişmelere bağlı
115
olarak, yakın dönemde birçok gelişmekte olan ülkede yapısal değişiklikler
yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.
Son Dönemlere baktığımızda Finans sektörü gerek Türkiye gerekse dünyada
en çok UDY çeken sektör olma özelliğini korumaktadır.
Tablo 4.9. Sektörlere Göre UDY Girişleri - 2007 (Milyon Dolar) Sıra Sektör Sermaye Yüzde 1 Mali Aracı Kuruluşların Faaliyetleri 11.409 59,5 2 İmalat 4.199 21,9 3 Ulaştırma Depolama ve Haberleşme 1.119 5,8 4 Gayrimenkul, Kiralama ve İş Faaliyetleri 905 4,7 5 Elektrik, Gaz, Buhar ve Sıcak Su Üretimi ve Dağıtımı 555 2,9 6 Madencilik ve Taşocakçılığı 341 1,8 7 İnşaat 260 1,4 8 Toptan ve Perakende Ticaret 181 0,9 9 Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler 178 0,9 10 Oteller ve Lokantalar 26 0,1 Diğer 17 0,1 Toplam 19.190 100
116
BEŞİNCİ BÖLÜM
SONUÇ
Doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), aslında yeni bir süreç olmamakla
birlikte 1850’li yıllara kadar gitmektedir. Günümüz yatırımlarının Söz konusu
yıllarda yapılan doğrudan yabancı yatırımlardan farkı ise, günümüzde daha çok ülke
ve insanın dışa açılıma daha sıcak bakması ve kalkınmada daha büyük rol oynaması
için çaba göstermesidir. Dünyada küreselleşme süreci öncesinde yeterince
önemsenmeyen doğrudan yabancı sermaye yatırımları, bugün kalkınmaya olan
katkısıyla, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin ilgi odağı haline gelmiştir.
Doğrudan yabancı yatırımı destekleyenlere göre bir ülke ne kadar çok yabancı
yatırım çekebilirse o kadar çok küresel üretimden ve gelirden pay alabilecek ve
böylece ulusal refah artabilecektir.
Doğrudan yabancı yatırımlar birçok nedene dayanmaktadır. Bu nedenlerin
başında hammadde kaynakları, faaliyetlerin bütünleştirilmesi, aktarılmayan bilgiler,
ünvanın korunması ve ünvandan yararlanmak gelmektedir. Nedenlerin dayandığı
nokta ise “karşılaştırmalı üstünlük” teorisidir. Buna göre; bir ülke göreceli olarak
hangi malı daha ucuza üretiyorsa o malı üretiminde uzmanlaşmalıdır.
Doğrudan yabancı yatırımların gerçekleşmesinin sebebi olarak gösterilen
faktörler ekonomik ve politik faktörler olarak kendi içlerinde gruplara ayrılmıştır.
Bugün Türkiye de görüyoruz ki, Doğrudan yabancı yatırımları ekonomik faktörler
kadar politik faktörlerde fazlasıyla etkilemektedir. Çünkü idari prosedür ve
işlemlerin fazla vakit alması, bürokratik işlemlerin çokluğu ve karmaşıklığı yabancı
yatırımlar için önemli bir giriş engeli oluşturabilir. Buna karşılık etkin ve hızlı
işleyen bir idari süreç birçok ülkeye yabancı sermaye yatırımı çekmekte avantaj
sağlamaktadır. Türkiye de yabancı yatırımların önündeki engellerin büyük ölçüde
kalkmış olmasına rağmen bürokratik engeller yatırımcılar açısından fazlasıyla
caydırıcıdır.
Çalışmada DYY’ları her yönden daha fazla açıklayabilmek için DYY’ ları
açıklayan teorilere ve daha sonrasında yabancı yatırım endekslerine de geniş yer
verilmiş, endekslere konu olan faktörler ele alınarak Türkiye ve Diğer bazı ülkeler
117
arasında karşılaştırmalar yapılmıştır. Burada ki amaç, Türkiye’nin yatırım ortamı
olma açısından diğer ülkeler yanında, neye göre, ne kadar çekici olduğunun
değerlendirilmesidir.
Çalışmada Doğrudan yabancı yatırımlar Tarihsel süreç noktasında; 1980
öncesi, 1980-2000 arası ve 2000 sonrası dönem olarak 3 ana bölüme ayrılmıştır.
1980 öncesinde, Türkiye’ye önemli boyutta yabancı yatırım gelmediğini
söyleyebiliriz. 1954’den 1980’e kadar geçen 25 yılda, otomotiv, ilaç, gıda ve petrol
sektörlerine yapılan az sayıda yatırımın toplam değeri, 228 milyon dolar olmuştur.
Bu miktarın tamamına yakın bir bölümü, üç adet petrol, iki adet otomobil, beş adet
otobüs-kamyon, sekiz adet ilaç, üç adet araba lastiği firması, üç kamu ortaklığı ve
sayıları on beşi geçmeyen gıda, kimya, elektrikli alet ve makina firması tarafından
yapılmıştır.
1980 sonrası döneme bakıldığında planlı dönemde uygulanan ithal ikameci
dışa kapalı politikanın tam tersine ihracata dayalı dışa açık bir büyüme modeli
uygulamaya konulmuştur. 24 Ocak kararlarında, ekonomik büyüme, dış kaynak
sağlanmasının bir sonucu olarak ele alınmış, bu dönemde yabancı yatırımları daha
çok özendirmek amacı ile idari ve yasal düzenlemelere gidilmiştir. Bu idari ve yasal
düzenlemeler sonucu yatırımların önündeki engeller büyük ölçüde ortadan kalmış ve
1980 sonrasında sermaye hareketliliği giderek yükselen bir artış göstermiştir.
2000’li yıllara gelindiğinde ise, 2000 yılında ulaşılan 1,4 trilyon dolarlık
tarihi rekor seviyesinden sonra 2003 yılına kadar düşüş eğilimi gösteren dünya
toplam doğrudan yatırım (UDY) akımları 2004 yılından itibaren tekrar artış trendine
girmiştir. Bir önceki yıla göre, 2004 yılında %27, 2005 yılında ise %29 oranında artış
gösteren dünya toplam UDY akımları, 2006 yılında da %34,3 oranında artarak 1,2
trilyon ABD Doları, 2007 yılında ise 1,538 trilyon ABD dolarını bularak rekor
düzeye ulaşmıştır. Devam eden ekonomik büyüme, artan şirket karları ve bunun
sonucunda artan sınır ötesi birleşme ve satın alma işlemleri UDY akımlarındaki artış
trendinin devam edeceği öngörülmektedir.
Çalışmada, buraya kadar Doğrudan Yabancı Yatırımlar genel olarak
değerlendirilirken bu aşamadan sonra yabancı yatırımlar bankacılık sektörü açısından
118
değerlendirilmiştir. Çalışmanın asıl amacı, Doğrudan yabancı yatırımların bankacılık
sektörü açısından değerlendirilmesidir.
Türk bankacılık sektörü açısından DYY’ın değerlendirilmesi sonucunda,
Kontrol gücü esası ve aktif toplamı içindeki payına bakılarak yapılan hesaplamalara
göre Türk Bankacılık sektörüne yabancı katılımı günümüze kadar yüzde 3 ila 5
arasındadır. Bankalarda kontrol gücüne sahip olmayan yabancı ortaklar da dikkate
alındığında Kasım 2007 itibariyle bankacılık sektöründeki yabancı sermaye payının
yüzde 42.7 olduğu bilinmektedir. Buna ilaveten, İMKB’deki işlem gören ulusal
bankaların bir kısım hisse senetleri “yabancı” kurumsal ve bireysel yatırımcıların
elinde tutulmaktadır. Dolayısıyla, yabancı katılımının boyutuna bu açıdan da
bakmakta fayda görülmektedir. Bu oranlar önümüzdeki dönemde daha da
artabilecektir. Bu gelişmenin hem arz yönlü hem de talep yönlü olduğu
düşünülmektedir. Sektöre bir taraftan yabancı talebi artarken diğer taraftan yerli
hissedarlarda marka değeri yükselen bankaları satışa sunma eğilimi görülmektedir.
Piyasa dinamikleri bu yönde olursa yabancı katılımının daha da artması yüksek
ihtimallidir.
Dış yatırım yapan bankalar kendi iç pazarlarında karşı karşıya kaldıkları
rekabetçi baskı, pazar doygunluğu ve azalan getiriler karşısında yeni pazarların
arayışına girmişlerdir. Sözü edilen her ekonomik bloğun gelişmiş ülkelerinin
bankaları, başlangıçta stratejik pozisyon alma kaygısıyla, karşılıklı olarak
birbirlerinin iç pazarlarına girme çabasındalarken gelinen aşamada, içinde
bulundukları ekonomik bloğun görece geri bölgelerine doğru büyüme
eğilimindedirler. Avrupa Birliği söz konusu olduğunda bu bölge 'Avrupa ekonomik
alanıyla' tamamen bütünleşmiş olan ve Avrupa Birliği'ne yeni giren ya da girmeye
aday ülkelerdir (Türkiye de bu ülkeler arasındadır ve Avrupa Birliği'ne tam üyelik
konusu dikkate alınmaksızın; 1989'daki 32 Sayılı Karar, 1996'daki Gümrük Birliği
ve son yıllarda yoğunlaşan mevzuat uyumu çalışmalarının yarattığı koşullarda,
bütünüyle Avrupa ekonomik alanının bir parçası hâline gelmiştir.). Yatırımcı
bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük firmalardır ve kendi
ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere yönelmektedirler. Bu
bankalar özellikle güçlü sermaye yapılarına ve gelişmiş yönetsel becerilere dayanan
bir rekabetçi üstünlüğe sahiplerdir. (Bazı yazarlar ölçek ve kapsam ekonomilerinden
119
söz etseler de bankacılık sektöründe ölçek ve kapsam ekonomileri konusu ayrıca
tartışılması gereken bir konudur). Dolayısıyla dış yatırımı mümkün kılabilecek
avantajlara sahip olan söz konusu bankalar özellikle pazar ve stratejik aktif arayışı
içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih etmekte ve kendi boylarındaki
rakiplerinin davranışlarını çok yakından izlemektedirler. Bir başka ifadeyle bu
büyüklükteki oyunculardan herhangi birinin bir dış yatırım hareketine diğerleri
tarafından da en kısa zamanda tepki verilmektedir. Çünkü hiçbiri nisbî rekabet
güçlerini coğrafî pazar anlamında kaybetmeyi göze alabilecek durumda değillerdir.
Bir başka ifadeyle – diyelim – a bankası ile A ülkesinde rekabetçi bir denge oturtmuş
bulunan b bankasının bu dengeyi koruyabilmesi için a bankasının B ülkesinin
pazarına girmesi durumunda, b bankasının da B ülkesi pazarına girmesi
kaçınılmazdır. Bu oyun belki 'küresel' değil ama 'bölgesel' bir oyundur ve dolayısıyla
büyük oyuncuları tahmin etmek hiç de güç değildir.
Yabancı bankaların ulusal sektör üzerindeki etkisini daha da
şiddetlendirebilecek diğer bir gelişme ise Haziran 2004’te Basel Komitesi tarafından
yayımlanan “Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel-II)”dır. Yeni Sermaye Uzlaşısı,
sermaye yeterliliği hesaplamalarına getirdiği yeniliklerle risklerin ölçülmesinde ve
yönetilmesinde gelişmiş teknikleri olanaklı kılmaktadır. Yeni Uzlaşıyla, yüksek
kaliteli müşterileri olan ve risk ölçümünde ileri düzey yöntemleri uygulayan bankalar
açısından sermayenin maliyeti düşebilmektedir. Bu çerçevede, yüksek karla ve daha
rekabetçi yapısıyla ileri düzey yöntemlerden fayda sağlayan ve uluslar arası faaliyet
gösteren bankaların, iştirakleri aracılığıyla gelişmekte olan ülkelerin kredi
piyasalarındaki hâkimiyetlerini artıracağı ve ulusal bankaların yerini alacağı ileri
sürülmektedir.
Uluslararası ticaret anlaşmaları, Avrupa Birliği üyelik süreci, karşılıklılık
ilkesi ve piyasa koşulları yabancı katılımına sınırlamalar getirilmesini etraflıca
değerlendirilmesi gereken bir politika seçeneği durumuna sokmaktadır. Ayrıca,
sınırlamalar yerli oyuncuları koruma anlamına gelebileceğinden uzun vadeli
etkilerinin fayda maliyet analizi yapılmalıdır. Aktif büyüklüğü, yabancı hisse oranı
veya faaliyet alanlarında yapılacak bir kısıtlamanın ne kadar etkin olacağı
tartışmalıdır. Öte yandan, yabancı katılımı konusunda tek karar alıcının resmi otorite
olmadığı düşünülmektedir ve bu konuda daha kapsamlı bir ulusal politikanın
120
oluşturulmasında fayda görülmektedir. Örneğin, Asya ülkelerinde ihracata dayalı
büyüme stratejileri çerçevesinde imalat sanayi gibi teknoloji transferi yapılan
sektörlere giriş özendirilirken bankacılık gibi hizmet sektörleri tedricen yabancı
sermayeye açılmıştır. Yabancı katılımına olan yaklaşımın sadece kamu otoritelerinin
davranışlarıyla değil aynı zamanda sektörün mevcut oyuncularının tepkileriyle
şekilleneceği düşünülmektedir. Bu çerçevede, maliyetleri düşürmeye yönelik olarak
bazı hizmetlerin ortak sunulmasında veya birleşme/devirlerin gündeme gelmesinde
fayda olabilir. Yerli bankaların kurumsal yönetişim ve risk yönetimi kapasitelerini
geliştirmeleri de şüphesiz önemli gözükmektedir.
Diğer taraftan, ulusal bankalar yüksek aracılık maliyetinin yarattığı
olumsuzluklarla faaliyet göstermektedirler. Türkiye’de, Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerinin aksine uzun geçmişi olan bir özel bankacılık deneyimi ve yerel bilgi
avantajı mevcuttur. Ayrıca, sektörün insan kaynakları kapasitesi, teknolojik alt
yapısı, deneyimi ve hizmet kalitesi yabancı katılımcılarla rekabet edecek düzeydedir.
Finansal sisteme erişimi güçleştiren ve operasyonel maliyetleri artıran kamusal
yüklerden kaynaklanan aracılık maliyetlerinin düşürülmesi halinde yerli bankalar
müşteri portföyünü büyütebilir ve yabancı bankalarla daha kolay rekabet edebilir. Bu
da tüketiciye yansıyacağından ekonomik refahın yükselmesi mümkün olabilecektir.
Bu çerçevede, yabancı girişinde en fazla fayda ve en az maliyet yaklaşımı
sağlanmalıdır ve reel ekonomiyle olan bağlar dikkate alınmalıdır. Türkiye’ye giriş
yapmak isteyen yabancı bankaların mali bünyelerinin sağlam ve kendi alanlarında
yüksek itibara sahip olmalarının öncelikli koşullar olarak göz önünde tutulmasında
fayda görülmektedir. Sadece yüksek karı hedefleyen değil, aynı zamanda ana ülkenin
sanayi faaliyetleriyle ulusal ekonomi arasında köprü olabilecek yabancı bankaların
sektöre girmesi Türkiye açısından önemlidir.
121
KAYNAKÇA
AGARWAL, J. P., (1991), ANDREA G.&P. Nunnenkamp:Foreign Direct Investment in Developing Countries-The Case of Germany, Tübingen:Mohr: Kileler Studies 238
ALDCROFT, D. H., (1997), From Versailles To Wall Street : The International Economy in the 1920 s, Berkeley ,
ALPER, C. E. ve ÖNİŞ, Z., (2001-2002), “Finansal Küreselleşme, Demokrasi Açığı ve Yükselen Piyasalarda Yaşanan Sürekli Krizler: Sermaye Harekelerinin liberalleşmesi sonrasında Türkiye Deneyimi”, Doğu - Batı Ekonomi, sayı: 17,
ARIMAN, A., (2001) “Türkiye’de Daha Fazla Yabancı Sermaye Çekebilmek için İzlenmesi Gerekli Politikalar”, Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye , TCMB Yayınları, Ankara,
BDDK, (2007), Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler,
BRACONIER, H., (2002), NORBACK, P.J. ve URBAN, D., “Vertical FDI Revisited”, IUI Working Paper Series No. 579,The Research Institute of Industrial Economics, < www.iui.se/wp/wp579/iuiwp579.pdf >
BRAINARD, S.L., (1993a), “A Simple Theory of Multinational Corporations and Trade with a Trade-off Between Proximity and Concentration”, NBER Working Paper No. 4269, February,
BRAINARD, S.L., (1993b), “An Empirical Assessment of the Proximity–Concentration Trade-off Between Multinational Sales and Trade”, NBER Working Paper No. 4580, December,
ÇAKAR, Vesile (2003): Yabancı Sermayeli Banka Girişleri ve Ulusal Bankacılık Sektörü Üzerindeki Ekileri, Uzmanlık Yeterlilik Tezi, TCMB, Bankacılık ve Finansal Kuruluşlar Genel Müdürlüğü
CELASUN, M., (2001), “ Gelişen Ekonomilerin Dış Kaynak Kullanımı, Finansal Krizler ve Türkiye Örneği ” Doğu Batı : Ekonomi , sayı 17, 2001-02
CHAKRABARTI,. (2001), “The Determinants of Foreign Direct Investment: Sensitivity Analyses of Cross-Country Regressions”, Kyklos, Avik
CULAHOVIC, BESIM “FDI, (2000), Fiscal Incentives and The Role of Development Policy”, OECD Conference:Foreign Direct Investment in South East Europe: Implementing Best Policy Practices, Vienna, 8-9 November < http://www.oecd.org > 01 Şubat 2002
DEMİRGÜÇ-KUNT, A; CLASSENS, S ve HUIZINGA, H (2001): “How Does Foreign Entry Affect Domestic Banking Markets?” Journal Of Banking and Finance
122
DOBOSIEWICZ, ZBIGNIEW, (1992), Foreign Investment in Eastern Europe, London
DUNNING, J.H., (1979), “Explaining Changing Patterns of International Production: In Defence of the Eclectic Theory”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Nov. 79, Vol: 41, Issue 4,.
DUNNING J. H., (1990), Studies in İnternational İnvestment, Humanities Pres Inc., New York,
EMIL, D., (2003), “Cumhuriyetin kuruluşundan Günümüze İzlenen Yabancı Sermaye Politikaları “, Hazine Dergisi Cumhuriyetin 80. yılı Özel sayısı , Hazine Müsteşarlığı Matbaası, Ankara,
GULLETT, NELL S. & BOB G. FIGGINS, (1995) “DFI Components: Relationships to Exchange Rate Changes”, International Advances in Economic Research, Feb95, Vol.1, Issue 1, < http://www.ebscohost.com >, 08 Ekim 2000.
GÜÇLÜ, Y., Yabancı Sermaye Çekimi, Yatırımların karşılıklı teşviki ve Korunması anlaşmaları, http://www.mfa.gov.tr/PrintPageT.asp (5 Mayıs 2006)
HANSON, G.H., MATALONI R.J. ve SLAUGHTER M.J. (2003), “Vertical Specialization in Multinational Firms”, NBER Working Paper No. 9723, May, 2003
HANSON II., JOHN R. (1995) “Is Cheap Labor a Magnet For Capital?”, Journal of Economic Education, Spring (Vol.26), < http://www.ebscohost.com >, 12 Kasım 2001.
HATZIUS, (2000), “Foreign Direct Investment and Factor Elasticities”, Europen Economic Review, Jan. Vol. 44, No:1, January,
HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI , Doğrudan Yabancı Yatırımlar ve Ulusal Ekonomilerin Güvenliği 12 Mayıs 2008 http://www.karturk.gazi.edu.tr/karturksunu/dyy.ppt#339,1,
http://www.hazine.gov.tr/ Uluslar arası Doğrudan Yatırımlar 2005 yılı raporu
http://www.hazine.gov.tr/ Uluslar arası Doğrudan Yatırımlar 2006 yılı raporu
http://www.hazine.gov.tr/ Uluslar arası Doğrudan Yatırımlar 2007 yılı raporu
http://www.turkiyebrezilya.com/Ekonomi/Brezilya_Ticari_Mevzuatlar.htm
123
HUGHES, HELEN AND GREME S. DORRANE, (1987), “Foreign Investment in East Aisa”, Foreign Direct Investment..., Ed. By, Vincent Cable and Bishnodat Persaud, Kent, Great Britain,.
IMF ve OECD, OECD Benchmark Definition of Foreign Direct Investment, Third Edition, 1996, <http://www.oecd.org/dataoecd/10/16/2090148.pdf>, (10.06.2006)
IMF ve OECD, Foreign Direct Investment Statistics: How Countries Measure FDI, 2001, Washington, DC, 2003, <http://www.imf.org/external/pubs/ft/fdis/2003/fdistat.pdf>, (10.06.2006)
ITO, TAKATOSHI “Capital Flows in Asia” in Capital Flows and The Emerging Economies, Ed.by, Sebastian Edward, NBER, Chicago 2000 Press.
KAZGAN, G., 1988 Ekonomide Dışa Açık Büyüme, İstanbul 2. Basım: Altın Kitaplar
KENNEDY, P., (2001), Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri : 16. Yüzyıldan günümüze Ekonomik değişim ve Askeri Çatışmalar, (Çeviren Birdane Koranakçı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
KEPENEK, Y. ve YENTÜRK N. , (2001) Türk Ekonomisi, Remzi Kitabevi, Ankara
KINDLEBERGER, C. P., (1998), The World in Depression 1929- 1939, Berkeley
KINDLEBERGER C. P., (1969), American Business Abroad, Yale University Pres
KISSENGER , H., (1995), Diplomasi, (Çeviren İbrahim Kurt) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ankara
KOMIYA, R. -R. WAKASUGI, 1991, “Japan’s Foreign Direct Investment”, Annuals of The American Academy of Political&Social Sciences, Jan, < http://ebscohost.com >, 08 Ekim 2000
KOTLER, P. S. Jatusrpitak, &S.Maesincee. Ulusların Pazarlanması Çev. A.Buğdaycı, İstanbul: T.İş Bankası Kültür Yayınları, 2000, Sosyal Felsefe Dizi: 55
LARUDEE, Mehrene&Tim Koechlin. “Wages, Productivity and Foreign Direct Investment Flows”, Journal of Economic Issues, 1999 (Jun Vol.33) < http://www.ebscohost.com >, 12 Kasım 2001
MARKUSEN, J.R., VENABLES, A.J., KONAN, D.E. ve ZHANG, K.H., 1996 “A Unified Treatment of Horizontal Direct Investment, Vertical Direct Investment, and the Pattern of Trade in Goods and Services”, NBER Working Paper No. 5696, August
124
MATHIESON, D. J ve. ROLDOS, J. (2001), “The Role of Foreign Banks in Emerging Markets,” Paper presented at IBRD, IMF Brookings Conference on Open Doors: Foreign Participation in Developing Countries
ILDIR, M. Burak, (2001), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının İktisadi Etkileri: Türk Otomotiv sektörü örneği, Marmara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
OECD, “The Benefits and Costs of Foreign Direct Investment for Development: A Survey”, Note by the secretariat, DAFFE/IME (2001)21/REV1, Nov. 2001
ÖKÇÜN, G., (1991), 1920-1930 Yılları arasında kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye, SBF Yayınları, Ankara
PEDERSEN, K., 2002, “The Eclectic Paradigm: 25 Years Anniversary”, First International Business and EconomyConference, San Francisco, 6–9 Jan. < www.news.asb.dk/ibec/The_Eclectic_Paradigm.pdf >
RICARDO D., (1996), The Principles of Political Economy and Taxation, Prometheus Books,
ROBINSON, J., 1995, “Turkey : A Pivotal Big Emerging Market “, Business America, Eylül
SEGRE, G., 2000, “European Economic and Monetary Union and Foreign Direct Investment: A Survey of the Theoretical and Empirical Literature”, CES DPS 00.09, CES Working Papers, URL: www.econ.kuleuven.ac.be/ew/academic/intecon/home/Publications/default.htm
SEYİDOĞLU H., (2001), Uluslararası Finans, Güzem Yayınları, İstanbul
SEYİDOĞLU H., (1996), Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, Geliştirilmiş 11. baskı, İstanbul
SHATZ, H.J. ve VENABLES A.J., (2000), “The Geography of International Investment”, The Oxford Handbook of Economic Geography, Oxford University Press
SUNG HONGMO & HARVEY E. LAPAN, (2000), “Strategic Foreign Direct Investment and Exchange-Rate Uncertainty”, International Economic Review, (May, Vol. 41)
SWAMIDASS PAUL M. AND MASAAKI KOTABE, 1993, “Componet Sourcing Strategies of Multinationals: An Empirical Study of Europen and Japanese Multinationals”, Journal of International Business Studies, (Mar Vol.24), < http://ebscohost.com > 08 Ekim 2000
TANER, T., (2002), Türk Devrimi ve Sonrası , Doğan Yayınevi , Ankara
125
THOMPSON, STEPHEN & S. WOOLCOCK, 1993, Direct Investment and Europen Integration, Competition Among Firms and Governments, London: The Royal Instutitude of International Affairs
UN, World Economic Situation and Prospects, 2007
UNCTAD, World Investment Report 1998-Trends and Determinants-, UN: New York and Cenova, 1998.
UNCTAD, World Investment Report 2001
UNCTAD, World Investment Report 2006
UNCTAD, World Investment Report 2007
USAID, Ekonomik and social İndicators: Turkey, Ankara 1995
VERNON R., 1966, “International Investment and International Trade in Product Life Cycle” Quarterly Journal of Economics, May.
WALLERSTEIN, I., (1998), Liberalizmden sonra, (Çeviren : Erol Öz), Metis Yayınları, İstanbul
World Trade Organızatıon (WTO), (1997) “The Relationship Between Trade and Foreign Direct Investment”,Note by the Secretariat, WT/WGTI/W/7
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler : Adı ve Soyadı : Mukaddes KESEMEN Doğum Yeri : Konya Doğum Yılı : 1984 Medeni Hali : Evli Eğitim Durum : Lise : 1998 – 2001 Lisans : 2001 – 2005 Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Yabancı Diller ve Düzeyi : İngilizce : Yazma (orta), Konuşma (orta), Okuma (orta)
KPDS Notu: 56 (Mayıs 2005)
İş Deneyimi : 07.2007- 08.2008 : Ticaret Sicil Memuru, Isparta Ticaret ve Sanayi
Odası, Isparta 08.2008- … : Bireysel Pazarlama Yetkili Yardımcısı, Asya Katılım
Bankası A.Ş. Isparta Şubesi, Isparta
Top Related